İkiz Nehirler-7
-Baba en azından
biraz daha zaman ver, tek başıma ben bu kadar yükün altından kalkamam.
-Ben nasıl
başardım, yıllardır yanımdasın bu işi az çok biliyorsun artık. Üstelik bir sürü
çalışanın var, ben artık yokum. Annenle tatile çıkacağız, işler sana emanet.
-Baba yapma bunu
ya! Benim fikrimin hiç mi önemi yok, neden böyle yapıyorsun?!
Tuna öfke ile ses
tonu yükselmiş bir şekilde konuşurken babası da işaret parmağını kaldırmış ona
doğru sallıyordu.
-Bana sesini
yükseltme Tuna, senin karşında çocuk yok! Babanım ben senin dedi.
Tuna öfkeden
kızaran yüzüyle sesiniz daha da yükselterek konuşmaya başladı.
-O zaman babam gibi
davran! Ben sizin oyuncağınız değilim, bir anda her şeyi benim üzerime yıkmaya
çalışıyorsun. Yaptığım ilk hatada bedelini yine bana ödeteceksin ve ben bu
bedeli ödemek istemiyorum.
Onlar hararetli bir
kavgaya tutuşmuşken kapının ardında Burçin ne yapacağını bilemez halde
bekliyordu. İşlerini halletmiş Tuna ile görüşecekti ama görünen o ki pek de iyi
bir zaman değildi şu an. Şirketteki birkaç çalışan işlerini bırakmış odadan
gelen seslere kulak vermişken kapı bir anda hızla açıldı. Tuna herkesin işine
dönmesini söylerken bir an Burçin'in kara gözleriyle buluştu gözleri. Derin bir
nefes alıp sakinleşmeye çalışırken ona bakıp;
-Gel benimle dedi.
Burçin hiçbir şey
söylemeden onun peşinden giderken sessizce otoparka indiler ve Tuna'nın arabaya
binmesiyle O da yan tarafa geçti. Hızla otoparktan çıktıktan bir süre sonra
genç adam sinirle konuşmaya başladı.
-İnsanların
hayatıma müdahale etmesinden nefret ediyorum, her şeyi bırakıp gideceğim
sonunda bunu istiyorlar.
Hissettiği öfke ile
direksiyonu daha çok sıkarken beyazlayan parmak boğumlarından Burçin onun
öfkesini biraz olsun kestirebiliyordu. Derin bir nefes alıp bakışlarını yoldan
ayırmadan;
-Bence onlara asla
sırtını dönme, aksine sıkı sıkı sarıl dedi.
Direksiyona hâlâ
sıkı sıkı kavrayan genç adamın dudaklarından kısık bir "Hah" nidası
dökülürken kafasını iki yana sallayıp konuşmaya başladı.
-Bence bilmediğin
şeyler için yorum yapma senin de annen, baban seni istemediğin bir şeye zorlasa
sana saygı duymasa aynı tepkiyi verirdin emin ol.
Burçin kafasını iki
yana sallayıp öne eğerken bir süre konuşmadan sessizce önüne baktı. Acaba
yanımda olsalardı nasıl olurdu diye düşündü. Bunu ne çok düşünmüştü aslında...
İlkokulda okumaya ilk geçtiğinde, karne günlerinde ya da okulda yapılan gösterilerde
rol aldığı etkinliklerde, mezuniyetlerinde... Ve daha nicelerinde ağlarken ya
da gülerken hep onlar olsa nasıl olurdu acaba diye düşündü. Hayal meyal
hatırlıyordu onlara dair şeyleri artık. Çocukluğuna dair net hatırladığı tek
şey o kaza ve cenazeydi. Fotoğraflarda ona gülümseyen yüzleri kalmıştı sadece.
Sararmaya yüz tutmuş resimlerinden başka bir şey kalmamıştı. Sesleri, kokuları
her şeyleri birer birer silinmişti zihninden. Titrek bir nefesi dışarı bırakıp
yanında oturan Tuna'ya kısa bir bakış attı. Şimdi yanında oturan bu adam
ailesini ardında bırakmaktan bahsediyordu, gerçekten kolay mıydı insanın
ailesini arkasında bırakması? Onun ailesi babaannesiydi, başka kimsesi yoktu.
Babaannesine sırtını dönebilmeyi düşündü bir an, düşüncesi bile canını yaktı.
Kafasını iki yana salladı hızla, her hastalandığında ona bir şey olursa ben ne
yaparım diye düşünmek bile yeterince korkutup acı verirken ona sırtını dönmek
ölüm gibi bir şeydi Burçin için.
-Ailen senin tek
gerçek servetindir bunu unutma.
-Bence sen hayal
dünyasından çıkmayı dene, ailem tabii ki önemli benim için ama bu hayatıma
müdahale etmeleri anlamına gelmiyor. Sen küçük şirin ailenle pek mutlusun
anlaşılan ama benim için şu sıralar öyle değil.
Bu sırada arabanın
gazına yüklenmiş ve fazla hızlanmışlardı. Burçin emniyet kemerini sıkıp yerinde
rahatsızca kıpırdanırken;
-Yavaşla biraz dedi
sıktığı dişlerinin arasından.
Burçin hiç araba
kullanmaya, öğrenmeye niyetlenmemişti, ailesi trafik kazasında öldüğü için
arabalardan hep nefret etmişti. Neden bilmiyordu ama hızlı araba
kullanılmasından hem korkuyor hem de nefret ediyordu. Tuna onu duymayıp
arabanın hızını daha da artırırken Burçin bu sefer bağırarak;
-Sana yavaşla dedim
dedi.
Tuna şaşkınlıkla
ona bakarken bir an direksiyon hakimiyetini kaybettiğinde genç kadında korkuyla
bir ona bir yola bakıp;
-Dikkat et! Diye
bağırdı.
Tuna, önlerine
çıkan köpeğe çarpmamak için direksiyonu kırdığında artık ana yoldan
çıkmışlardı.
*
Ahu başını
yasladığı camdan etrafı izlerken arkadan Ezgi'nin uykulu sesi ile ona döndü.
-Burak bir yerlerde
dur bir şeyler yiyelim, ayrıca popom düzleşti saatlerdir oturmaktan.
Genç kız onun bu
haline gülerken bakışlarını Burak’a çevirdi. Genç adam ona kısa bir bakış atıp
bakışlarını tekrar yola çevirirken;
-Bu hep böyle hemen
acıkıyor. Uçaktan yeni indik nasıl hemen bir saatte popon düzleşip acıkmaya
başlıyorsun dedi.
Ahu onların bu
haline gülerken bakışlarını tekrar yola çevirdi. Gonca'yı almaya gelmişlerdi ve
şimdi de yaşadıkları köye gidiyorlardı. Bir yerde durup bir şeyler yedikten sonra
tekrar yola çıktıktan bir saat kadar sonra sınıra yakın sayılacak köylerine
varmışlardı. Genç kız önce Komutan Şahin abisini aradı ve Gonca'yı almaya
geldiğini söyledi. Şahin komutan, İhsan öğretmenle birlikte Gonca'yı aldıktan
sonra Ahuların beklediği köyün dışındaki yere getirdiler. Ahu, kardeşini
görmenin verdiği mutlulukla ona sıkıca sarıldıktan sonra aynı şekilde Komutan
Şahin'e ve İhsan öğretmene de sarıldı. Nasıl da özlemişti onları. Ne İhsan ne
de Şahin onların bunu yapmasını onaylamamış genç kızı bu düşüncesinden
vazgeçirmeye çalışmıştı. İhsan aynı kendisine yaptığı gibi Ahu’ya da sahip
çıkacağını onun da okumasına, sınava girmesine yardımcı olacağını söylemiş
ancak onu ikna edememişti. Genç kız onlara daha fazla yük olmak istemiyordu
babasını ve abisini az çok tanıyordu ve Gonca’ya da aynı şekilde sahip
çıkmaları demek onlarla da uğraşması demekti. Hem iki hafta sonra 18 yaşına
girecekti, üstelik babası da abisi de polise gitmezdi biliyordu. Kendilerince
işi namus davası diye belleyip olmayan cezasını kendileri keseceklerdi.
Gonca’yı kurtaracaktı ya şu an önemli olan tek şey bu idi. İki adama da sıkı
sıkı sarıldı genç kız, ‘Siz bana hem baba hem abi oldunuz’ dedi onların
yanlarından ayrılırken. Ne olursa olsun bir kez daha doğduğu yerden ayrılmak üzmüştü
genç kızı. Keşke böyle olmasaydı da diğer arkadaşlarım gibi benim de ailem beni
kendi elleriyle okuluma götürüp, yurda yerleştirseydi dedi. Onlardan kaçarak ya
da kaçırmaya çalışarak değil de onlara sıkı sıkı sarılarak yaşayabilseydim diye
düşündü.
Dönerken Ahu ve
Gonca arkaya oturmuşlardı. Gonca tekrar ablasına kavuşmanın sevincini yaşarken
Ahu’da kardeşini oradan kurtarmasına yardımcı olduğu için aynadan bakışları
buluşan Burak’a minnetle bakıyordu. Havaalanına geldiklerinde Burak önce
arabayı teslim etti sonra da bir süre uçağın kalkış saatini beklediler. Sabah
uçağıyla gelmişlerdi ve dönüş için tek uçak vardı ve onun saatini
bekliyorlardı. Genç kız babasının onları bulabilme ihtimalinin korkusuyla ve
ara ara etrafı kolaçan ederken Burak ona güven vermek istercesine;
-Merak etme hiçbir
şey olmayacak, bizi bulamayacaklar dedi.
Genç kız minnetle
baktı karşısındaki adamın ela gözlerine, hiç düşünmeden, çekinmeden onunla
beraber gelmişti. Ona gerçekten güveniyordu, yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen
kendisine verilen bir hediye gibiydi. Kimse gelmeden ya da babalarına
yakalanmadan uçağa bindiklerinde Gonca ilk kez uçağa binmenin verdiği heyecanla
havalanan uçakta gittikçe küçülen evleri ve diğer yapıları izledi hayranlıkla.
Akşam olması nedeniyle her yer ışıl ışıl görünürken havanın açık olmasından
dolayı gözlerini hiç ayırmadan aşağıya bakmıştı. Sık sık yanındaki ablasını
dürtüp heyecanla bir yerleri gösterirken yanlarındaki genç kızda onların bu
hallerini izledi gülümseyerek. Sabah Ahu’da ilk kez binmenin verdiği heyecanla
etrafa hayran hayan bakmış bulutların üzerinde ve bulutların arasından yoluna
devam eden uçakta sürekli Burak ve Ezgi’ye bir şeyler sormuştu. Burak ise hemen yanlarındaki sırada koridor
tarafında oturmuş onları izliyor arada Ezgi ile sessizce sohbet ediyordu.
İstanbul'a indiklerinde direkt Ezgi'nin evine geçtiler. Gonca ilk an Ezgi'yi
biraz yadırgamış, renkli saçları, uçarı hareketleri ve sürekli Burak ile
uğraşması ona biraz farklı gelmişti ama onu tanıdıkça çok sevmişti. Şimdi onun
evinin salonunda oturmuş hayranlıkla etrafı inceliyordu. Farklı yerlerde
çekilmiş fotoğrafları incelerken Ezgi ve tam karşısında duran filin fotoğrafına
gülümseyerek baktı. Burak onun dikkatini çeken fotoğrafı tahmin edip gülerek;
-Ben, Ezgi ve
Çağdaş geçen yaz Afrika gezisine gittik, o zamana ait bir fotoğraf dedi.
Gonca kocaman
açtığı gözleriyle;
-Tüm kıtayı mı
gezdiniz? Diye sordu.
Genç adam gülerek;
-Evet, sonra
sizinle de gideriz dedi.
Ezgi ve Ahu yiyecek
bir şeyler hazırladıktan kısa bir süre sonra Ezgi'nin sevgilisi Çağdaş'ta
onlara katılmış ve birlikte önce yemek yiyip sonra da bir şeyler içerken uzun
uzun sohbet etmişlerdi. Saatin geç olmasıyla Çağdaş ve Burak kendi evlerine
gidince Ezgi, Ahu ve Gonca bir süre daha oturdular. Gonca, ablasının dizlerinde
uyuyakalırken genç kız buruk bir gülümsemeyle onu izledi bir süre.
-Kız kardeşinin
olması çok güzel bir duygu olsa gerek.
Ahu karşısındaki
koltukta oturmuş onları izleyen genç kıza gülümserken;
-Evet, birimizin
canı yansa daha sıkı sarıldık birbirimize. Zaten birbirimizden başka kimsemiz
yoktu. Onun annesi benim üvey annemdi ve hadi beni geçtim ona bile her fırsatta
sırtını çevirdi, babamın yaptığı eziyetlere sesini çıkarmadı. Biz birbirimizi
koruduk, birbirimizden başka kimsemiz olmadı. Abiler korumacı olur derler ama o
da öyle olmadı dedi titrek bir nefesi dışarı bırakarak.
Ezgi ona üzgün
gözlerle bakarken;
-Artık sadece Gonca
yok, biz de varız. Sakın kendini yalnız hissetme dedi.
Genç kız ona dolu
gözlerle, minnetle bakarken;
-İyi ki varsınız,
iyi ki tanıdım sizi dedi.
Bir süre daha
oturduktan sonra yatmak için odalarına çekilirlerken Ezgi, Gonca için diğer
odayı hazırlamayı teklif etse de Ahu birlikte kalabileceklerini söylemişti. Ne
de olsa alışkınlardı. Evdeyken de birlikte yatarlardı, Gonca daha küçükken Ahu
ona hikayeler anlatırdı geceleri. Akşamüzeri İhsan öğretmenle konuşmuşlardı ve
O her şeyin yolunda olduğunu babasının bir ara Gonca'nın gitmesi ile ilgili
esip gürlediğini ama onlarda olmadığını görünce sinirle kendi evlerine
döndüğünü anlatmıştı. Gonca evden çıkarken sadece evlenmek istemediği için
evden gittiğini anlatan bir not bırakmış, onlardan kaçabileceği kadar uzağa
kaçacağını yazmıştı.
Ahu uyuyan
kardeşinin saçlarını okşayıp derin bir nefes aldıktan sonra mırıldanarak;
-Artık her şey daha
güzel olacak kardeşim dedi.
Kalbinin bir yanı
umutsuzluk çukurunda karanlıkta kalmış olsa da genç kız çiçek açan yanı görmek,
umutla bakmak istedi yarına ve yorgun gözlerini kapattı.
*
"Boşlukta
değilim. Boşluğun kendisiyim. Sonradan oluşmadı bu, böyle şeyler sonradan
oluşmaz. Kendimi bildim bileli vardı o boşluk. Zamanla büyüdü ve beni kendine
benzetti. Huzurlu bir adam olmak istiyordum oysa. Sakin güçlü bir adam. Kendi
kendine yeten bir adam. Tek istediğim buydu."
Kerem, kitapta altı
çizili paragrafı okudu sessizce. Okuduğu cümlede kendini gördü. Bir kez daha
okudu ve masanın önünde duran karşılıklı tekli koltuklardan birine oturdu. Az
önce yaptığı kahvesinden bir yudum alıp kitabın diğer sayfalarına bakarken
kapının açılma sesiyle arkasına döndü. Karşılaştığı gülen yüz gözleriyle
buluşunca bir an da donup kalmıştı. Genç kadın kısa bir an duraksasa da
ardından kapıyı kapattıktan sonra karşısında onu görünce ayaklanmış adama
gülümseyerek;
-Merhaba demişti.
Kerem kısa bir
tereddüt etse de sonunda genç kadına doğru elini uzatarak “Merhaba” dedi.
Zeynep bir ona bir uzattığı ele bakıp kavradıktan sonra yüzüne yer etmiş
tebessümle baktı karşısındaki adama. Kısa bir tokalaşma dahi olsa ikisinin de
bu temastan dolayı heyecanlandıkları hatta gerildikleri yüzlerine yansımıştı.
Kerem anlayamadığı bir şekilde karşısındaki kadına doğru çekildiğini
hissediyordu, sürekli onu düşünüyordu. Bu onun içinde bir yerlerde huzursuzluk
hissetmesine sebep oluyordu. Karşısındaki kadının Sedef olmadığını bilse de bu
kadına her baktığında kardeşinin katilini görüyordu. Sadık babası ona ‘sen
görmek istediğini görüyorsun evlat, gönlün nasıl görmek istiyor bir de ona sor’
demişti. Fakat genç adam alacağı cevaptan korkuyordu galiba.
Zeynep ise bu adamı
her gördüğünde korku mu yoksa garip bir heyecan mı hissediyordu emin
olamıyordu. Hem ne hissedebilirdi ki karşısındaki adama karşı. O kendisine
bakınca nefreti, öfkeyi görüyordu buna emindi. Genç kadın karşısındaki adama
karşı sadece mahcubiyet hissediyordu buna emindi, kardeşi olmasından utandığı
Sedef’in insanlarda açtığı yaraların altında eziliyordu yine her zamanki gibi.
Genç adam sanki
kendi ofisindeymişçesine genç kadına da az önce yaptığı kahveden bir fincan
doldurup ona uzattıktan sonra önce onun oturması için eliyle sandalyeyi işaret
etti. Zeynep onu tepkisiz bir şekilde izlerken onun hem bu kadar doğal hem de
düşünceli olmasından etkilendiğini hissetti ancak bu etkileniş kısa sürdü.
Kendi kendine içinden kızıp, küçük bir çocuk azarlar gibi azarladı. Onun
oturmasıyla genç adam da karşısındaki sandalyeye oturup kahvesinden bir yudum
aldıktan sonra;
-Biliyor musun
altını çizdiğimiz cümleler yara izlerimizin ne kadar benzer olduğunu gösteriyor
bence bize dedi.
Kadın onun
söylediklerine burukça gülümserken;
-Belki de o
kendimizi o hislerin esiri eden bizizdir. Sana o gün de söyledim kinlenmek
sadece bize acı verir, yüreğimize yükten başka bir şey vermez. Ben o cümledeki
yaramın kabuğunu koparıp attım artık, sen de at. Çok zor, çok acıtıyor ama inan
bana daha huzurlu oluyorsun. Gece yastığa başımı her koyduğumda onun bana
yaşattığı acıları tekrar tekrar hatırlayıp kendimi bir acının içinde değirmende
öğütür gibi öğüttüm, tükettim. Burçin, arkadaşım, bana hep Hayyam’ın şu
dizelerini okur çok bunaldığımda;
“Dostum, olan
olmuş, vahlanma boşuna;
Dünyayı kara zindan
etme başına.
Yaşamana bak,
elinden tek gelen bu:
Olacakları danışan
var mı sana?”
Genç kadının buruk
bir tebessümle bakan gözlerine baktı bir süre, bir şey söylemedi. Güzel, masum
yüzü topladığı saçlarıyla bugün açıkta kalmıştı. Ondan gözlerini ayırmadan
konuşmaya başladı.
-Aynı Hayyam’ın bir
de şu dizeleri var ki bu beni daha iyi anlatıyor;
“Elimde olsa
dünyayı küçümserdim;
İyisine de kötüsüne
de yuf çekerdim;
Daha doğrusu bu
aşağılık yere
Ne gelirdim, ne
yaşardım, ne ölürdüm.”
-Belki de başka bir
gözle bakmanın zamanı gelmiştir, bunu için çaba göstermezsen o küçümsediğin
dünya kâbusun olmaya devam edecek.
Bir müddet daha
konuştular. Çoğunlukla Zeynep konuştu çünkü karşısındaki adam onun konuşmasını
istiyordu. Dudaklarından dökülen her kelimenin ona merhem olduğunu hissediyordu
sanki. Yanından ayrılmadan önce genç kadına yarın için bir planı olup
olmadığını sormuştu, sonrasında kadın ona bir planı olmadığını söyleyince sabah
10’da onu evinin oraya almaya geleceğini, bir gece kalacaklarını söyleyip
odadan çıkmıştı.

OFFFF NERDE KALACAKLAR ACABA AŞIRI HEYECANLI BAYILCAM ŞİMDİ
YanıtlaSilBu hikaye acilen kitap olabilir mi
YanıtlaSilYayınevleri duyun sesimi
YanıtlaSil