İkiz Nehirler-25
Genç kadın, adamın bir anda acı içinde yaşaran gözlerine,
düşürdüğü omuzlarına baktı merakla. Kendini bir çuval gibi koltuğa bıraktığında
kendisi de hızla yanına gitmişti.
-Kerem ne oldu?
Adam kafasını ellerinin arasına alıp öfkeyle sıkıştırırken
sıkıntılı bir soluğu da dudaklarından koyvermişti.
-Ben yoruldum artık! Bize yeterince zarar verdi zaten,
başkalarına neden zarar veriyor?!
Zeynep onun söylediklerinden bir şey anlamazken Kerem'in bir
anda yerinden doğrulmasıyla ne olduğunu anlayamadı. Onun hızla evden çıkmasının
ardından O da evden çıkıp kapıyı kapatmış sonra da onun peşinden gitmişti. Son
anda arabaya bindiğinde adam ona sorgular gözle baksa da O bu bakışa aldırış
etmedi. Bir şeyler olduğunun farkındaydı ve bu Kerem’i bir hayli etkilemişti.
Hızla ana caddeye çıkıp aynı hızla yollarına devam etmişler trafik olmamasından
dolayı kısa sürede bir evin bahçesine giriş yapmışlardı. Zeynep bu evin
Keremlerin evi olabileceğini düşünmüş onunla beraber kendisi de arabadan
inmişti. Kerem ise hızla arabadan indiğinde evin kapısını kırarcasına
yumruklamaya başladı. Evin çalışanı olduğu belli olan genç bir kadın kapıyı
açtığında Kerem’de sinirle bağırdı.
-Nerede O?
Genç kadın korkudan dolayı kısık çıkan sesiyle cevap verdi;
-Kendi odasında ama iyi değil şu an Kerem Bey.
Adam onun söylediklerine aldırış etmeden aynı öfkeyle
kadının odasına çıktı, Zeynep ise konunun annesiyle ilgili olabileceğini fark
ettiğinde sinirle merdivenleri çıkan adamın peşinden gitmişti hızla. Kerem
kapıyı yerinden sökmek istermişçesine açtığında yatakta yatan kadında korkuyla
yerinden sıçramıştı. Yatakta iki büklüm olmuş kollarını kendine sararken
gözlerini de sımsıkı yummuştu. Oğlunun sesindeki öfke ve nefret canını o kadar
çok yakıyordu ki gözlerine bakmaya cesaret edemiyordu artık. Bu kendi eseriydi,
ona kızamazdı. Yıllarca onlardan nefret etmiş, onları asla sahiplenmek ya da
onlara ufacık da olsa bir şefkat göstermek istememişti. Onları hep suçlamış,
hayatını mahvedenler olarak görmüştü. Defne ölene kadar bu değişmemişti. Kızı
öldükten sonra onun kendi rezilliklerine şahit olmasından dolayı böyle bir
bataklığa girdiğini fark etmiş, pişmanlığın o kor gibi yakan yıkıp yok eden
ateşini yüreğinde hissetmişti. Ancak bazı şeylerin ne telafisi olabiliyordu ne
de açılan yaralar kapanabiliyordu. Kerem’in dinmeyen öfkesi, suçlayan bakışları
o pişmanlık ateşinin daha da harlanmasına kendisini yakıp yok etmesine neden
oluyordu. Bugün o kızı gördüğünde o hiç unutmadığı mavi gözleriyle karşılaştığında
geçmişindeki bir hatanın daha yüzüne bir kez daha tokat gibi çarpılmasına neden
olmuştu. Yıllar önce yaptığı kötülükler artık kendisine o kadar ağır geliyordu
ki bu vicdan yükünü taşıyamadığını hissediyordu. Günden güne daha da artan
yakıp kavuran bir yangın vardı içinde Nergis’in.
-Sen nasıl bir insansın! Senden nefret ediyorum,
iğreniyorum! Bizim hayatımızı mahvettiğin yetmezmiş gibi bir de o insanların
hayatını nasıl mahvedebildin. Küçücük çocuğa çarpıp kaçmak, onu ölüme terk
etmek hangi vicdana sığar! Sen benim annem falan değilsin, senden her gün daha
fazla nefret ediyorum! Duydun mu beni daha fazla, hiç azalmıyor! Derin’in
abisine çarpıp kaçtın, küçücük çocuğun gözleri önünde abisini ölüme terk ettin!
Kim kurtardı seni o zaman o aşığın olacak şerefsiz mi, kim?
Genç adam içinde duyduğu öfkeden dolayı evi inleten ses
tonuyla bağırırken Zeynep’te şaşkınlıkla, ne yapacağını bilmeden onları
izliyordu. Derin’in abisine vurup kaçan kadının Kerem’in annesi olduğunu
öğrenmeyi hiç beklemiyordu. Nasıl bu kadar kötü olabilmişti? Kerem gibi bir
adamın annesi gerçekten bu kadar vicdansız olabilir miydi? Adamın hep benim
annem değil o, varlığı ya da yokluğu benim için bir anlam ifade etmiyor
deyişinin nedenini şimdi daha iyi anlayabilmişti genç kadın. Yatakta iki büklüm
cenin pozisyonunda bacaklarını karnına çekmiş ellerini de sıkıca kendisine
sarmış kadını izledi bir müddet. Gözlerini sıkıca yummuş kendi kendine bir
şeyler mırıldanıyordu. Onun acı çektiğinin farkındaydı ama bunca kötülükten
sonra bu ne işe yarardı ki?
Hemşire olduğunu anladığı kadının hızla adamın yanına gidip
konuşmaya başlamasıyla düşüncelerinden sıyrılabilmişti.
-Kerem Bey yapmayın yeterince üzüldü ve yorgun Nergis
Hanım.
Kerem kafasını iki yana sallayıp ateş saçan gözlerle
hemşireye bakarken;
-Üzgün öyle mi? Onda vicdan var mı ki üzgün olsun? O ancak
bizim hayatımızı mahveder, insanların hayatının içine sıçar başka bir bok
bilmez! Dedi.
Aynı anda odada daha önce kadının duymadığı bir ses doldu
kulaklarına.
-Kerem yeter! Seni aradığıma pişman etme beni.
Dün akşam Nergis, Derin’i yıllar sonra tekrar görünce
onların apar topar gitmesinin ardından kriz geçirmiş sakinleştiricilerden sonra
ancak yatıştırabilmişlerdi. Ekrem durumdan oğlunun haberdar olması gerektiğini
düşünmüş sabah onu aramış, durumu anlatmıştı. Bir müddet müdahale etmemiş ancak
onun öfkesinin dinmeyeceğini anlayınca artık onu durdurma gereği hissetmişti.
İlk an kendisi de durumu kavrayamadığı için Selim’i aramış ondan konuyu
öğrendiğinde bir süre ne tepki vereceğini bilemeden boş gözlerle bakmıştı
etrafına. Nergis ile hiçbir zaman sağlıklı bir diyalogları olmamıştı, ona ne
kadar ılımlı yaklaşsa da kadın daima kendisinden nefret etmişti bunu hep
hissetmişti. Bir müddet sonra çocuklarım için varlığına katlanabilirim demiş
onun ile asla bir arpa boyu yol kat edemeyen ilişkilerini artık
iyileştirebilmek için bir çaba göstermemişti. Defne için varlığına katlanmış,
kızının kalbinin kırılmaması için karısının ihanetine rağmen boşanmayı
ertelemişti. Defne’nin ölümünden sonra ise boşanmış olsalar da onun günden güne
daha da kötüye giden psikolojisi adamın ona sırt çevirmesine engel olmuştu.
Kendi ailesi kesinlikle kadını kabul etmezken kendisinin de onu yalnız
bırakması vicdanını sızlatmıştı. Aynı evin içerisinde yıllarca onu görmemeye sesini
duymamaya özen göstermiş ama başka bir yere de gönderilmesine müsaade
etmemişti. Kerem hep onu yanında tutma başka bir eve gönder dese de bunu
yapmamıştı. Kendi içinde bunun sebebini çok sorgulamıştı Ekrem, “Onu görmek
dahi istemezken neden yanında tutuyorsun?” sorusunu çok sormuştu kendi kendine.
Bu evlilikte kendisi de babasının kurbanı olmuştu ama karısına bunu hiç
anlatamamıştı. Yıllarca onun suçlayan, nefret dolu bakışlarına maruz kalmıştı.
Kendisi alışmıştı belki ama bunu çocuklarına da yapıyor olması içinde tarifi
zor acılar hissetmesine neden olmuştu. Kendi ailesinin ya da o zamanki
sevgilisinin kendisini istemiyor oluşuna şaşırmamış eğer kendisi de sırt
çevirirse onlardan bir farkının olmayacağını anlamıştı. Ona en büyük cezanın
yanında tutmak olduğunu anladığında gitmesine izin vermemeye karar vermişti. O
acıyı pişmanlığı hep yaşasın, her gün daha fazla acı çeksin istemişti içten
içe. Kendisine karşı gaddar olmasına tahammül edebilirdi ama çocuklarına karşı
böyle bir tutum sergilemiş olmasına asla anlayışlı kalamamıştı. Kendi başına
onlara hem anne hem baba olmaya çalışmış bundan asla şikayet etmemişti. Defne
öldükten sonra artık ona karşı içinde ufacık da olsa merhamet kırıntısı
kalmamıştı, bunu oğluna yansıtmamıştı belki ama bu kendisi için inkar edilemez
bir gerçekti. Dün Selim’den duydukları canını o kadar çok yakmıştı ki böyle bir
kadın ile evlenmesine neden olduğu için hem babasına mümkünmüş gibi daha çok
öfke duymuş hem de babasına boyun eğdiği için kendisinden bir kez daha nefret
etmişti.
Kerem babasının sesi ile bakışlarını hızla ona çevirirken
Zeynep’te bir Kerem’e bir de ilk kez gördüğü bu adama bakıyordu. Duyduklarının
şaşkınlığını hâlâ üzerinden atabilmiş değildi. Kerem’in öfkeden kızarmış yüzü
ve hissettiği acıdan dolayı yaşaran gözleri kısa bir an kadının gözleriyle
buluşmuş ardından hızla Ekrem’e dönmüştü.
-Bu kadın artık burada kalmayacak, nereye giderse gitsin
umurumda değil ama artık senin yanında kalmayacak! Sakın bana o senin annen
deme bu kadın benim hiçbir şeyim değil baba!
Ekrem oğlunun aksine sakin çıkan ses tonuyla konuşmuştu.
-Yarın sabah gidecek.
Kerem böyle bir cevap beklemediği için şaşkınlık yaşarken
yatakta hâlâ aynı şekilde yatan kadın da bu cevapla mırıltılarına son vermiş
gözlerini yavaşça aralamıştı. Zeynep’in gözleri Nergis’inkilerle buluştuğunda
acı çeken, pişmanlık duyan bir çift gözle karşılaştı. Kendisi ise boş gözlerle
bakmıştı, bu kadına acıyamıyordu. Zaten kendisi de kendine acınmasını
istemiyordu farkındaydı. Kerem’in odadan çıktığını fark etmesiyle o da hızla
peşinden gitti. Aşağıda kapının önünde babasıyla bir şeyler konuştuğunu fark
ettiğinde ise az önce hızla çıktığı merdivenleri yavaşça inmişti.
-Söylediğim gibi yarın bu evden gidecek oğlum, merak etme.
Lütfen sen Derin ve Selim ile ilgilen, onlara çok mahcubum. Bazı şeyleri
değiştiremiyoruz maalesef onun hataları bizim kamburumuz olacak daima, keşke o
kızcağızın acısını dindirebilsem abisini geri getirebilsem ama yapamıyorum
oğlum elimden hiçbir şey gelmiyor.
Zeynep onların yanına gitmekte acele etmese de adamın
söylediklerini duymuş mümkünmüş gibi daha çok üzülmüştü. Kerem’in kime
benzediğini şimdi daha iyi anlıyordu, fiziki olarak saçları dışında babasının
bir kopyası gibiydi ve düşünceli olması, davranışları da ona benziyordu. Ekrem
genç kadını fark ettiğinde yüzünde mahcup bir gülümseme oluşmuştu.
-Merhaba kızım sen Zeynep olmalısın, Kerem’in anlattığı
kadar güzelsin.
Zeynep utangaç bir gülümseme ile karşısındaki adama
bakarken kısık çıkan sesiyle;
-Merhaba, iltifatınız için teşekkür ederim demişti.
Kerem öfkesini onların bu diyaloğu ile kısa bir an da olsa
unutmuş yüzünde oluşan tebessümle onlara bakmıştı. Bir müddet daha sohbet
ettikten sonra vedalaşıp ikisi adamın yanından ayrıldığında arabada uzun süre
sessizlik hakim olmuştu. Zeynep ne söylemesi gerektiğini bilemiyor hem Kerem
adına hem de Derin adına üzülüyordu. Derin’i de çok merak ediyordu ama arayıp
ne söyleyecekti bilemiyordu.
Aslında Derin’i o andan beri bir saniye olsun yalnız
bırakmayan Selim’de onu nasıl teselli edeceğini bilemiyordu. Dün hızla oradan
çıktıktan sonra Selim onu kendi evine getirmiş, gece eve dönmesine izin
vermemişti. Derin sanki o anları tekrar yaşamış gibi acı duyarken Selim’de
elinden bir şey gelmiyor oluşuna lanet etmişti. Ona daha öncesinde olanları
anlattığı için adam onun neden bir anda bu kadar kötü olduğunu kavramakta
zorlanmamıştı. Kadının “Bu o kadın” dediğini duyduğunda aklına gelen şeyin
olmamasını dilemiş olsa da kısa sürede bunun doğru olduğunu fark etmişti. Eve
geldiklerinde genç kadın saatlerce koltukta ağlamış sonunda uyuyakalmıştı.
Derin o günü ilk anlattığında onları orada bırakıp giden kadının
vicdansızlığına lanet etmiş, öfke duymuştu. Bunun Kerem’in annesi olabileceği
ise hiç aklına gelmemişti. Annesini Kerem’in anlattığı kadarıyla tanıyordu,
onun sevgisizliği, merhametsizliği adamı çok etkilemişti ilk anlattığında.
Kendi annesi o kadar sevgi dolu bir kadındı ki bir anne bu kadar gaddar olamaz
demişti içinden. Fakat şahit olduğu şey bunun annelikten ziyade insan olmakla
ilgili olduğunu anlamasını sağlamıştı. Hani her doğuran anne olamaz savı vardı
ya bu da herkesin insan olamayacağının göstergesiydi sanki. Genç adam tüm gece
sevgilisinin başında beklemiş onun sayıklamalarını, iç çekişlerini üzüntüyle
dinlemişti. Uzandıkları yatakta Selim onu kollarıyla sıkıca sararken kadın da
sevgilisine sığınmış, uyumasa da onun sabaha kadar kendisine fısıltı halinde
anlattıklarının ve dokunuşlarının rahatlatıcı etkisini hissetmişti. Sabah
uyandıklarında Derin bir önceki güne göre dahi iyiydi. Selim ise kadının bu
durumla ilgili Kerem’i sorumlu tutmasından korkuyordu. Genç kadın onun kaçamak
bakışlarının farkındaydı ve bu yüzden tabağındaki peyniri çatalının ucuyla
didiklerken bakışlarını tabağından kaldırmadan konuşmaya başlamıştı.
-Bu durumdan Kerem’i sorumlu tutamam, eminim o da böyle bir
anneden doğmak istemezdi. Maalesef bazı şeyleri seçemiyoruz, kaderimiz deyip
razı oluyoruz. Abimin gözlerimin önünde can vermesi benim en büyük travmam
oldu, ona çarpıp kaçan o kadına çocukken her gece rüyalarımda nefretimi kustum
ben. Benden ailemi, hafta sonu pikniklerimizi, abimi, annem ve babamın içten
gülüşlerini almıştı o kadın… Dün onu o halde görünce nefretimin dipdiri o günkü
gibi olduğunu fark ettim ama o kadınla sadece bakışları benziyordu. Acınacak
haldeydi ama etrafında zaten ona acıyan kimse yoktu, o zaten cezasını daha
ölmeden çekmeye başlamış… Ben Kerem’i hiçbir günahı olmadığı bir suça ortak
edemem, ailemin de aynı şeyleri tekrar yaşamasına dayanamam. Annemler bunu asla
öğrenmeyecek, Kerem kendini suçlamayacak ve bu konu kapanacak. Ben bunu tek
başıma atlatabilirim, abim de bunu isterdi.
Selim üzüntülü gözlerle sevgilisini izlerlerken onun
söyledikleriyle yerinden kalkıp kadının yanındaki sandalyeye oturdu. Onu
kendisine çekip sıkıca sarıldı önce, sonrasında da dudaklarını başının üzerine
bastırıp konuştu.
-Sen yalnız değilsin, ben her zaman yanındayım.
Derin kollarını sıkıca adamın beline dolarken mırıldanır
gibi konuşmuştu.
-İyi ki varsın, beni asla bırakma.
…
Kerem ve Selim telefonda konuşmuşlar aslında Kerem
konuşamamış arkadaşına ne söylemesi gerektiğini bilememişti. Selim ise onu çok
iyi anlamış, kendisini suçlamaması gerektiği konusunda dakikalarca dil döküp
Derin’in de iyi olduğuna onu inandırmaya çalışmıştı. Zaman her şeyin ilacı
olacaktı, Selim buna inanmak istiyordu.
Zeynep ve Kerem eve geldikten sonra adam hiçbir şey
söylemeden artık bu evde kaldığı zamanlardaki odasına gitmiş odadaki banyoya
girmişti. Bir yanı yalnız kalmak isterken diğer yanı Zeynep’i tek başına
bırakmak istemiyordu. Hâlâ olanlara inanamıyordu, bir insan bu kadar kötü
olabilir miydi gerçekten? Nasıl bu kadar taş kalpli olabilmişti, bu kadar mı
nefret doluydu bu kadın? Derin’in abisine olanları Selim’den öğrenmiş ilk
duyduğunda çok üzülmüştü bunun annesi olabileceğiyse aklına dahi gelmezdi. Akan
suyun altında dudaklarından fısıltı halinde “Neden?!” kelimesi dökülürken
yumruk yaptığı elini de banyo duvarına vurmuştu hırsla. “O kızın yüzüne nasıl
bakarım ben?” diye geçirdi içinden. Selim ona Derin’in iyi olduğunu kendisini
suçlamadığını söylemişti belki ama bunu kendi yapabilir miydi emin olamıyordu.
Bir müddet sonra banyodan çıktığında altına eşofman giyip üzerine hiçbir şey
giymeden yatağa uzanmış, bakışlarını da tavana dikmişti. Zeynep ise onu merak
ediyor odaya girip girmeme konusunda kararsız kalıyordu. Bir süre sonra daha
fazla dayanamayıp yavaşça kapının kulpunu kavradığında derin bir nefes almış
kapıyı açmıştı. Yatakta sırtüstü yatan adam açılan kapı ile gözlerini kapatmış,
genç kadın ise çekingen adımlarla yatağa doğru yaklaşmıştı. Yatağın ucuna
oturduğunda birkaç dakika üzgün gözlerle onu izlemiş sonrasında ise içinden
gelen isteğe engel olamayıp onun yanına uzanmıştı. Ona dönük bir şekilde
bacaklarını karnına çekip ellerini de başının altına koymuş sessizce adamı
izlemeye başlamıştı. Kerem yanında yatan kadına doğru dönüp yavaşça gözlerini
araladığında onun kendisine üzgün bakan gözleriyle karşılaşmıştı. Bu hamlesi
onu şaşırtsa da tepkisiz kalmayı tercih etmişti. Zeynep’te kendisine kızarmış
gözleriyle bakan adamı izledi bir müddet, onun bu hali canını çok yakıyordu.
Onun üzülmesini istemiyor, üzüldüğünü görünce kendisi de acı çekiyordu. Bugün
yaşananlar kendisini de çok üzmüş, etkilemişti. Onun acısını dindirememek,
hayal kırıklıklarına şahit olmak kendisini kötü hissetmesine neden oluyordu.
Onu tanıdığından beri kendini kötü hissettiği her anda genç adam yanında olmuş,
onu yalnız bırakmamıştı. Son günlerde daha da yakınlaşmışlardı ve kendi
açısından aradaki duvarın yavaş yavaş yıkıldığını görüyordu. Ondan asla
rahatsız olmuyor, onunla konuşmayı, gülmeyi, onun kendisine olan yaklaşımını,
dokunuşlarını seviyordu. Onunla birçok duygu keşfetmişti, sevgisini o kadar
güzel hissettiriyordu ki ona karşı koyamıyordu bazen. Bakışları kısa bir an
çıplak göğsüne kaysa da yeniden yeşil gözlerle buluşturmuştu gözlerini.
-Lütfen kendini suçlama.
Kelimeler dudaklarından fısıltı halinde dökülürken Kerem’de
onun gibi ona dönük bir şekilde kadının gözlerine baktı bir müddet konuşmadan.
Canı çok yanıyordu ve bunu gizleyemiyordu.
-Yapamıyorum.
Karşısındaki adamın kendisi gibi fısıltı halinde konuşması
mümkünmüş gibi daha çok üzülmesine neden olurken yeniden konuşmaya başladı.
-Kerem başkasının günahını asla bir başkası üstlenmemeli
diyen, Sedef ile beni ayrı tutan sendin. Neden şimdi kendine bu haksızlığı
yapıyorsun? Annenin günahını sen çekmeyeceksin Kerem, buna izin vermem.
-Derin’e her baktığımda onun ve ailesinin hayatını
mahvedenin annem olduğunu hatırlayacağım, onun yüzüne tekrar bakamam. Kendimi
çok çaresiz hissediyorum.
Derin’in onu suçlamayacağını biliyordu Zeynep, eve
geldikten sonra Derin onu aramıştı. Aslında onun aramasına şaşırmıştı, kendisi
yüz yüze konuşmanın daha iyi olacağını düşünüp Selim’den genç kadının iyi
olduğunu öğrendikten sonra onu aramamış yarın yanına giderim diye düşünmüştü.
Fakat Derin aradığında kendisinin iyi olduğunu, bunu atlatacağını söylemiş
Kerem’in kendisini suçlamasına izin verme ben onu suçlamıyorum demişti. Zeynep
hem şaşırmış hem de onun böyle düşünmesinden dolayı mutlu olmuştu.
-Derin seni suçlamıyor Kerem.
Sesi az öncekine nazaran daha yüksek çıkmıştı. Sesli bir
nefesi dışarı bırakıp birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra yeniden konuşmaya
başladı.
-Eğer kendini suçlamaya devam edersen seni asla affetmem,
bu belki kendime de ceza olacak ama bunu yaparım Kerem.
Karşısındaki adam ona şaşkınlıkla bakarken kadın da ne
kadar ciddi olduğunu belli eder bir şekilde onun gözlerine bakıyordu. Son
cümlesinde onun da kendisinden uzak kalmak istemediğini, bunu ceza olarak
gördüğünü dillendirmişti resmen. Az önceki çaresizliği kısa bir an da olsa
kendisini unuttururken gözlerinden geçen o ışıltı kadının gözünden kaçmamıştı.
Bunu bilerek yapmıştı başka türlü onun kendisini suçlamasına engel olamazdı.
Aslında haksız da sayılmazdı, yeni yeni de olsa kendine itiraf edebiliyordu.
Ondan ayrılmak ya da uzaklaşmak istemiyor daima yanı başında olsun istiyordu.
Bir müddet ikisi de konuşmadılar, Zeynep onun tepkisini anlamaya çalışırken Kerem’de
kendi içinde bir karara varmaya çalıştı. Belki de Zeynep haklıydı… Annesinin
günahını kendi çekemezdi ama Derin’in yüzüne bakabilir miydi bilmiyordu.
Selim’in dediği gibi zaman gerçekten ilaç olabilir miydi?
Genç kadına biraz daha yaklaşırken derin bir nefes alıp
konuşmaya başladı.
-İlk defa bu kadar çok adımı tekrar ettin.
Zeynep böyle bir çıkış beklemediği için şaşkınlıkla ona
bakarken Kerem burukça gülümseyip onu kendisine çekmiş başını çıplak göğsüne
yaslamasını sağlamıştı.
-Senin için çabalayacağım.
Zeynep adamın cevabı ile rahat bir nefes alırken uzanıp
kendisi de onun çıplak beline sarmıştı kollarını. Şu an bu yakınlıklarını
düşündüğünde asla rahatsız hissetmiyor aksine bu yakınlık ona huzur veriyordu.
Yüzünü adamın göğsüne sürtüp derin bir nefes aldığında adamda kollarıyla onu
daha sıkı sarıp başının üzerine bir öpücük bırakmıştı.
…
Birkaç saat sonra yataktan kalktıklarında beraber yemek
hazırlamışlar, yemişler bunların hepsini uyumlu bir şekilde yapmışlardı. Zeynep
onun kafasının dağılması için günlük şeylerden, okuldan konuşurken Kerem’de ona
ayak uydurmaya çalışmış kafasındaki düşüncelerden başarabildiği kadarıyla
uzaklaşmıştı. Onun çabasının farkındaydı ve bu onu inanılmaz bir şekilde mutlu
ediyordu. Onun gözünde, kalbinde bir yer edinebilmişti bunu hissedebiliyordu
artık. Şimdiyse birlikte salonda oturmuşlar bir dizi izliyorlardı. Belgesel
tarzında çekilmiş toplumsal analizlere yer veren bir yapımdı ve ikisi de
merakla takip ediyordu. Genç kadın elindeki elma dilimini kemirirken gözlerini
ekrandan ayırmadan konuşmuştu.
-Burçin olsa şu an neler neler söylerdi, hiç gelemez böyle
şeylere.
-Acı ama maalesef gerçek bunlar, hayatın her alanında
adaletsiz davranan diğer tarafı ezen, halkın zaaflarından faydalanan bir kitle
oluyor.
-Resmen dünyanın her yerindeler. Bazıları mensubu olduğu
dini kullanarak yapıyor bazıları da toplumsal zaafları kullanıyor. Hak ya da
eşitlik kavramı sadece kendileri için geçerli, kendi tekellerinde olan
kavramlar haline geliyor.
-Kesinlikle öyle, bugün senin ülkeni yönetenler eline
kutsal kitabı alır onu ideolojisine alet eder yarın başka bir ülkenin başkanı
yapar bunu. Ülkeler ya da isimler değişir ama bu hep aynıdır, hastalıklı
fikirleri ve dayatmaları devam eder. Eğitim seviyeleri yüksek toplumlarda daha
azdır bu her zaman. Yani onlar demokrasi ve adalet kavramını
somutlaştırabilirler bu kavramların ne anlama geldiğini çok iyi bilirler ama az
gelişmiş ülkelerde seçmen seçtiği kişiyi oraya kendinin çıkardığının indirme
gücünün de kendinde olduğunu dahi bilmez, aslında savunabileceği sağlıklı bir
ideolojisinin olmaması bir boşluktur ve yönetenler bu boşluktan yararlanır.
Onların dini duygularını ya da toplumsal açıdan yumuşak karınlarını saptayıp
ona göre yaklaşırlar. Bugün bu ülkede bir yönetici 14 – 15 yaşındaki kızlar
evlenebilirler dediğinde toplumun bir kısmı bunu olağan karşılıyor, biz bunu
kabul etmeyip bu fikrin yanlışlığını savunuyoruz ama buna sıcak bakanlar var
hem de azımsanamayacak kadar çoklar. Dini, kutsal kitabı bu hastalıklı
fikirlere alet edip bunun toplum tarafından kabul görmesini sağlıyorlar. Emin
ol hiçbir yönetici diline doladığı dinin ya da elinde tuttuğu kutsal kitabın
asıl meramını görerek, bunun bilinciyle konuşmaz kendi hastalıklı fikirlerini
halka bu şekilde empoze ederler. Düşünmeyi kendine yük görmüş insanlarda onlara
inanıp daima itaat ederler. Aslında Kuran-ı Kerim’de Âl-i İmrân Suresi 78.
Ayette bu istismarcılar için şöyle buyrulmuş;
“Onlardan bir zümre vardır, aslında Kitap'tan olmayan bir
şeyi siz Kitap'tan sanasınız diye, dillerini Kitap'la eğip bükerler. O, Allah
katında olmadığı halde, "Bu, Allah katındandır." derler. Bilip
durdukları halde, Allah hakkında yalan söylerler.”
Kadın bölümün bittiğini belli eden jenerikle bakışlarını
yanındaki adama çevirmiş kafasını onaylar bir şekilde sallamıştı.
-Haklısın, hayatımızın her alanında ve dünyanın her yerinde
karşılaşılabilecek bir durum bu. Yüksek lisansta bir hocamız anket yapmamızı istemişti,
İstanbul’da çeşitli semtlerde yapılacaktı. Sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan
verilen cevaplar tasnif edilip yorumlanacaktı. Yöneticilerle ilgili sorular
sorduğumuzda bazı kesim rahatsızlıklarını dile getiriyor mevcut durumun
düzelmesi iyileştirilmesi için yöntem geliştirilmesi gerektiğini savunuyordu,
ki bu en mantıklı olandı. Seçimle gelen eğer başaramazsa bir sonrakinde
giderdi… Fakat bazıları öylesine fanatik olmuş ki artık körü körüne bir fikri,
kişiyi savunmaya dönmüş iş. Bunların içerisinde ekonomik durumu iyi olanlar var
ama sosyal ve kültürel açıdan çok zayıflardı mesela. Eğitim seviyesi yüksek
olup kendi çıkarı uğruna yapılan yanlışları sineye çekenler de yok sayılamaz
tabii. Bir arkadaş o zaman yaşlı bir adama demişti ki “Böyle yanlış şeyler de
yaptılar bunların affı olabilir mi?” Adam direkt “Neden olmasın ki namaz
kılıyorlar” cevabını vermişti. Bu ve benzeri kişilerde, toplumlarda din çok
farklı algılanıyor göz önünde yaşanması, her şeyin halkın gözüne sokularak
yapılması olağan görülüyor, takdire şayan olarak nitelendiriliyor. Bir de dini
kullanarak terör örgütleri kurup hastalıklı ideolojilerini ortaya atarak bu
düşüncelere ortak arayanlar var ki haberlerde görüyoruz dünyanın her yerinden
bu oluşumlara insanlar katılıyor. Ataol Behramoğlu da
bu durumu güzel özetlemiş;
‘Emeksiz zengin olanın
Kitapsız bilgin olanın
Sermayesi din olanın
Rehberi şeytan olmuştur’
Son mısrayı adam mırıldanırken genç kadın da derin bir
nefes alıp kumandaya uzanmış, televizyonu kapatmıştı. Saatin geç olduğunu fark
ederken yerinden kalkıp sehpanın üzerinde olan tabak ve bardakları aldıktan
sonra mutfağa gitmiş bulaşıkları makineye dizmişti. Kerem onu kapı pervazına
yaslanmış izlerken Zeynep’te işleri bitirmiş onun tarafına dönmüştü. Kendini
garip bir şekilde çok huzurlu ve hep ait olduğu yeri sonunda bulmuş gibi
hissediyordu genç adam. Çocukken kendi ailesinde anne ve babasını hiç sağlıklı
bir diyalog kurarlarken görmemiş uzun süre evliliği böyle bir şey sanmıştı
ancak sonrasında yakın arkadaşlarının anne babası arasındaki bağı görünce
onları kıskandığını fark etmişti. Çocukken onlarla ilgilenen Melek annesi ve
Sadık babası vardı ve onların arasında o kadar güzel ve güçlü bir bağ vardı ki
onların yanında kendini çok mutlu ve huzurlu hissediyordu. Babası hep yanlarında
olmuş onları asla yalnız bırakmamıştı belki ama o eksikliği hep hissetmiş bir
yanı boş kalmıştı. Şimdi burada Zeynep’in yanındayken, az önce içeride onunla
sohbet ederken yan yana oldukları her an tamamlandığını hissediyordu. Bugün
olanlardan sonra onun çabası, yanında olduğunu hissettirmesi ona o kadar iyi
gelmişti ki o olmasaydı bugünkü olanları tek başına kaldıramayacağını fark
etmişti. Yüzüne yerleşmiş huzurlu bir gülümseme ile kadını izlerken Zeynep’te
aynı gülümseme ile ona bakmıştı bir müddet. Işıkları kapatırken “Hadi yatalım
artık” demişti mırıldanarak. Kerem onu onaylarken onun peşinden mutfaktan
çıkmıştı. “İyi geceler” deyip odalarına gittiklerinde Kerem lavaboda işlerini
hallettikten sonra tişörtünü çıkarıp bir köşeye atmış yatağına uzanmıştı.
Zeynep’te kendi odasında lavaboda işlerini hallettikten sonra pijamalarını
giymiş yatağına uzanmıştı. Bir müddet yatakta sağa sola dönmüş içindeki o sese
kulak tıkamaya çalışsa da başaramamıştı. Bir yanı onun yanına gitmek istiyor
ancak diğer yanı ona engel oluyordu. Sesli bir nefesi dışarı bırakıp yatakta
oturur pozisyona geçtiğinde saçlarını karıştırıp üzerindeki yorganı hızla
kenara attı. Yataktan kalkıp odadan çıktığında genç adamla burun buruna kalmayı
hiç beklemiyordu. Kısa bir an ikisi de şaşkınlık yaşasa da adam durumu idrak
edebildiğinde yüzünde oluşan gülümsemeyi gizleyememişti, demek o da yanına
gelmek istemişti. Genç kadın karşısındaki adamın gülmeye başlamasıyla kendisi
de gülümsemesine engel olamamış bir anlık cesaretle dudaklarını adamın dudaklarıyla
buluşturmuştu. Kerem ondan böyle bir hamle beklemediği için kısa bir an
şaşkınlık yaşamış ancak kendini toparladığında kadının dudaklarını şefkatle
kavrayıp kollarını beline sarmıştı. Genç kadın dudaklarını kavrayan dudakların
ve vücudunu saran kolların etkisiyle titrek bir nefes alırken onun kollarını
sıkıca kavrama gereği hissetmişti. Adam dudaklarını kadının dudaklarından
ayırmadan ellerini onun askılı pijamasından içeri sokup çıplak teniyle
buluştururken Zeynep’te heyecanla titremişti. Genç kadının kalbi yerinden
çıkacakmış gibi çarparken adamın da ondan farkı yoktu. Kadın şu an ne
hissettiğini tam olarak adlandıramıyor, daha önce keşfetmediği duyguların yine
onunla, onun sayesinde içinde filizlendiğine şahit oluyordu. Kerem ise yanlış
bir şey yapmaktan korkuyor, kendi içinde sürekli kendine telkinlerde
bulunuyordu. Dudaklarını zorlukla genç kadınınkilerden ayırabildiğinde ikisi de
bir müddet konuşmamış odada sadece nefes alışveriş sesleri duyulmuştu. Genç
adam az önce dudaklarını ayırdığı dudaklara küçük bir öpücük daha bıraktıktan
sonra kadının elinden tutup onun yatağa yatmasını sağlamış ardından kendisi de
yanına yattığında bir süre birbirlerine dönük bir şekilde konuşmadan
birbirlerini izlemişlerdi. Zeynep, Kerem’in davranışlarından, kendisine olan
yaklaşımından dolayı daha da rahatlarken yavaşça ona doğru yaklaşıp başını
göğsüne yaslamıştı. Genç adam bunu bekliyormuş gibi kollarını ona sararken
kadında ona biraz daha sokulup parmak uçlarını çıplak göğsünde gezdirmeye
başlamıştı. Bir müddet daha sessiz kaldıktan sonra sessizliği bozan kendisi
olmuştu.
-Sen neden sürekli üzerin çıplak yatıyorsun?
Kerem onun bu sorusuyla kıkırdarken kısa sürede onu
cevaplamıştı.
-Bilmem böyle uyumayı seviyorum, hiç nedenini düşünmedim
güzelim. Az önce bir anlık kararla yataktan kalkıp kapına geldiğim için tişörtü
giymeyi unutmuşum.
-Fadime babaannem görse böbreklerin üşür hasta olursun
uşağım derdi.
Kadının dudaklarından dökülen kıkırtı kendisini de
güldürürken onu daha sıkı sarıp;
-Sen böyle sarılınca ısınıyorum ben dedi.
Genç kadın adamın konuşmasıyla gülümseyip derin bir nefes
aldıktan sonra onun çıplak göğsüne bir öpücük bırakıp gözlerini huzurla
kapatmıştı.
…
Çalan kapı ile gözlerini aralayan genç kadın kolunu yan
tarafa attığında boş olduğunu fark etti. Çatılan kaşları ile yatakta oturup
etrafına bakınırken yeniden çalan kapı onu düşüncelerinden sıyırdı. Yataktan
kalkıp çıplak ayaklarıyla hızla merdivenlerden indikten sonra etrafı yeniden
kolaçan etmeyi de ihmal etmemişti. Dışarı çıkmış olabileceğini düşünüp gülerek
az önce çalan kapıyı açtığında karşısında gördüğü kişi kısa bir an hayal
kırıklı yaşamasına neden oldu.
-Zeynepçiğim uyandırdım mı? Sen erkenden gel demiştin ben
de o yüzden bu saatte geldim.
Karşısındaki kadının mahcup bir şekilde konuşması onun hızla
yanıt vermesine neden olmuştu.
-Yok Çiğdem abla olur mu öyle şey, ben uyanmıştım zaten.
Yalnız bugün bizim ev değil yan komşumuzun evi için yardım isteyeceğim senden.
Onlar şehir dışındalar evde kimse yok.
Kadın onu onaylarken o da konsolun üzerinden kendi evinin
ve yan dairenin anahtarlarını almış onunla diğer eve geçmişti. Ona malzemeleri
verip kendisi yeniden eve geldiğinde etrafta Kerem’i aramış ancak bulamamıştı.
Telefonundan aradığındaysa cevap veren olmamıştı. Aklına kötü bir şey
getirmeyecekti, işi olabilirdi. Yeniden odaya çıkıp duş aldıktan sonra yatağını
kapatıp aşağı indi ve kahvaltı hazırladı. Yan daireden Çiğdem’i de çağırmış o
geldikten sonra birlikte kahvaltı yapmışlardı. Zeynep’in zaman geçtikçe
endişesi artıyor başına bir şey gelmiş olmasından korkuyordu. Selim’i de aramış
ancak ona da ulaşamamıştı. Kapı çaldığında heyecanla koşsa da açtığında
kapıdaki kişinin Çiğdem olduğunu görmüş yeniden hayal kırıklığına uğramıştı.
Kadın işleri bitirdiğini söylediğinde teşekkür edip emeğinin karşılığını
verdikten sonra kapıyı kapatıp bir süre sırtı kapıya yaslı bir şekilde öylece
kalmıştı. Son arayışlarında Kerem’in de telefonu kapanmış, o lanet bant kaydı
ile karşılaşmıştı. Dudaklarından fısıltı halinde “Neredesin Kerem?” cümlesi
dökülürken duyduğu kapı zili hızla kapıyı açmasına, açarken de endişesi ve
merakını aleni bir şekilde belli eden “Kerem” isminin dökülmesine neden oldu.
Karşılaştığı kişiler ona üzgün gözlerle bakarken o da
titreyen dudaklarıyla “Kerem’e bir şey mi oldu?” diye sormuştu.
Burçin kollarını arkadaşının boynuna dolayıp onu
rahatlatmak istediğini belli eden ses tonuyla konuşmaya başladı.
-Hayır canım o iyi merak etme ama annesi sabaha karşı
ölmüş. Seni ona götürmeye geldik.
Zeynep arkadaşına şaşkınlık ve korkuyla bakarken bir müddet
sonra kendisine gelebilmiş çanta, hırka ve anahtarlarını aldıktan sonra onlarla
beraber evden çıkmıştı. Bir süre sonra hafta sonu ve havanın güzel olması
nedeniyle arada duraksayan trafikte sahil kenarında bir yere gelmişlerdi.
Zeynep soran gözlerle onlara bakarken Tuna gözleriyle ona onay verdiğinde kadın
aldığı onay ile hızla arabadan inip barakaya doğru gitmişti. Açık olan kapıdan
içeri girdiğinde yaşlı bir adam mutfak tezgahının önünde bir şeyler yapıyordu.
-Merhaba
Yaşlı adam elindeki demliği kenara bırakıp sesin geldiği
yöne döndüğünde genç kadını görünce gülümsemiş onun kim olduğunu bildiği için
fazla bir şey söylememişti.
-Hoş geldin kızım, Kerem dışarıda şu kapıdan çıkabilirsin
yanına.
Zeynep hızla kafasını aşağı yukarı sallayıp diğer kapıdan
dışarı çıktığında artık akşam olmak üzereydi. Genç kadın etrafa bakındığında
kumsalda oturmuş denizi izleyen adamı görmüş, ilk adımları hızlı olsa da
sonrasında adımlarını yavaşlatmıştı. Sonunda yanına ulaştığında sessizce yanına
oturmuş bir müddet ne söylemesi gerektiğini bilememişti. Uzanıp elini
tuttuğunda adam da bir şey söylememiş başını onun omzuna yaslamıştı. Dakikalar
sonra kadının dudaklarından bir mırıltı halinde çıkmıştı kelimeler.
-Ben çok üzgünüm.
Zeynep kurduğu cümlenin saçmalığını düşünüp kendine kızdı.
-Neden?
-Yani annen...
Ne demesi gerektiğini bilemedi. Nasıl teselli edebilirdi
ki? Dün olanlardan sonra onun söyledikleri yüzünden kendini suçlamasından
korkuyordu. Titrek bir nefesi dışarı bırakıp konuşmaya devam etti;
-Kendini suçlama.
-Ben ne hissetmem gerektiğini bilmiyorum, bu çok garip.
Bugün annemim öldüğünü öğrendim ama ben üzülemiyorum, bu beni daha çok üzüyor
galiba… Bir insanın annesi öldüğünde canından can gitmiş olması gerekir ama ben
böyle hissedemiyorum Zeynep.
Gözünden bir damla yaş süzülürken bakışlarını da genç
kadına çevirmişti. Kadın onun bu haline dayanamazken uzanıp kollarını boynuna
sarmış adamın başını göğsüne yaslamasını sağlamıştı. Kerem mümkünmüş gibi ona
daha çok sokulurken kollarını da sıkıca kadının beline sarmıştı.
-Hiçbir şey için kendini suçlama, senin böyle hissediyor
olman senin suçun değil Kerem. Hangi evlat böyle bir şey yaşamayı ister ki?
Annenin hatalarının bedelini sen ödeyemezsin, onun yanlışları senin vicdan
yükün olamaz. Sen o değilsin ki sen Keremsin ve benim tanıdığım Kerem harika
bir insan.
Bir müddet ikisi de sessiz kaldı, dalga seslerini ve
martıları dinlediler. Akşam çöktükçe serinleyen hava Kerem’in doğrulmasına
neden olurken kadının da kalkmasına yardımcı oldu. Birlikte barakaya
döndüklerinde yaşlı adamda bardaklara çay dolduruyordu.
-Geldiniz mi çocuklar, ben de sizi çağıracaktım. Hadi taze
çay var yiyecek bir şeyler de hazırladım, oturun yahu davet mi bekliyorsunuz?!
Yaşlı adamın sakince konuşmaya başlayıp sonunda huysuzca
bitirmesi Kerem’in alışık olduğu bir şeydi ve onun huysuzca söylenmesi
dudaklarından bir kıkırtı dökülmesini sağlamıştı.
-Zeynep sen henüz Sadık baba ile tanışmadın değil mi?
Genç kadın kafasını olumsuz anlamda salarken yaşlı adamla
tanışmışlar sohbet eşliğinde bir şeyler atıştırıp çaylarını içmişlerdi. Kerem
telefonunun çalmasıyla dışarı çıkarken kadın da arkasından üzgün gözlerle
bakmıştı bir müddet.
-Siz Kerem’in annesini tanıyordunuz değil mi?
Yaşlı adam sakince başını sallayıp “Tanırdım” demişti
sadece. Bir müddet sonra sesli bir soluk verip yeniden konuşmaya başlamıştı.
-Çok garip kadındı, kendi dahil hiç kimseyi sevmedi bana
göre. Ekrem Bey kötü bir adam değildi, o da babasının kurbanı oldu ama Nergis
Hanım çok bencil yaklaştı bu duruma. Ben hiç çocuklarla ilgilendiğini, onlara
şefkat gösterdiğini görmedim. Bizim Melek Hanım ile çocuğumuz olmadı ama biz
Kerem ve Defne’yi evlat bildik, elimizde büyüdü ikisi de. Ekrem Bey ilgilenirdi
çocukların her şeyiyle çocuklara hem ana hem baba oldu. Melek Hanım çok
hayıflanırdı Nergis Hanım’ın böyle davranmasına “İnsan evladına hiç nefretle
bakar mı bey, bu kadına bu sabiler n’aptı?” derdi hep. Babasına olan öfkesini
nefretini çocuklarından, Ekrem Beyden çıkarmaya çalıştı ama o da Defne öldükten
sonra yaptığı yanlışın farkına vardı. Kendisi de Defne öldükten sonra o evde
cezalandırıldığının farkındaydı, Ekrem Bey onu iyiliğiyle, merhametiyle
cezalandırdı. Bana bir keresinde “Kendimden geçtim ama çocuklarımıza bir defa
şefkat göstermedi buna dayanamıyorum Sadık, affedemiyorum” demişti. Kerem onun
ölümüne üzülemediği için bugün böyle durgundu, söylemedi bana ama ben
biliyorum. Defne’nin ölümü onu o kadar hırçınlaştırdı ki annesine her gün daha
çok öfke ve nefret hissetti, senin karşına çıkmasının altında bile öfkesi var.
Senin Sedef’in ikizi olduğunu öğrendiğinde bana gelmişti. Ne yapacağını
bilemiyordu “Ben şimdi kimden hesap soracağım” demişti. Yıllarca Sedef’e
ulaşacağı günü bekledi, dillendirmedi belki ama bunu hissettirdi. Ekrem Bey
İstanbul’dan giderse belki unutur, biraz olsun yumuşar dedi ama olmadı. Sonunda
onu bulduğunu sanırken seninle karşılaştı. Bana senin için “Ona her baktığımda
Defne’yi görüyorum, Sedef’e olan nefretimi hatırlıyorum” demişti. O zaman ona
“Gönlün nasıl bakıyor bir de ona sor” demiştim. Bir müddet gelmedi buraya
sonunda bir gün geldiğinde “Gönlüm gözlerimi kör ediyor” demişti. Sen şifası
oldun onun kızım, Defne’nin kaybını da annesinin yanlışlarını da seninle
atlatabildi, huzurlu bir adam oldu senin yanında.
Kadın karşısındaki adamı sessizce dinlerken titrek bir
nefesi dışarı bırakıp onun ela gözlerine baktı bir müddet. Sonunda yüzünde
oluşan buruk gülümseme ile konuşmaya başladı.
-Biz birbirimizin şifası olduk, kendi küçük
kıyametlerimizin ortasında birbirimizi bulduk, iyileştirdik.
…
Zeynep ve Kerem eve geldiklerinde her zamanki gibi
odalarında duşlarını almışlar sonra tekrar bir süre salonda oturmuşlardı.
-Sabah Burçin ve Tuna gelecek.
Genç adam onu biliyorum der gibi onaylarken kadın az
öncekine nazaran daha da kısılan sesiyle konuşmaya devam etti.
-Selim ve Derin’de gelmek istiyor.
Adam bakışlarını hızla yanında oturan kadına çevirdiğinde
“Şu an hazır değilim” der gibi bakıyordu.
-Sürekli kaçamazsın biliyorsun değil mi?
-Kaçmıyorum sadece şu an Derin ile karşılaşmaya hazır
değilim.
Zeynep onun huysuzca itiraz edişine burukça gülümserken
oturduğu kanepeden kalkmış adamın da elini tutup kendisini takip etmesi için
yönlendirmişti. Salonun ışıklarını kapatırken bir yandan da konuşuyordu.
-Tamam canım, şimdilik bunu kabul ediyorum ve bir şey
demiyorum o halde.
Zeynep onun odasını geçip onunla merdivenleri tırmanırken
adamın da yüzünde geniş bir gülümseme oluşmuştu, yine beraber uyuyacaklardı.
Birlikte odaya geldiklerinde Kerem yine tişörtünü çıkarmış birbirlerine dönük
bir şekilde yatağa yatmışlardı. Birkaç dakikalık sessizlikten sonra adam
aklındakini sormuştu muzipçe.
-Gerçekten senin canın mıyım?
Genç kadın gülümseyerek adamın çıplak omzunda parmak
uçlarını dolaştırırken ona biraz daha sokulmuş çenesine ufak bir öpücük
bırakmıştı.
“Ben senin; sevgilin, eşin, baban, ağabeyin, arkadaşınım.
Biri gitse biri kalır. Seni hiç bırakmayacağım.”*(1)
Kerem ondan böyle bir şey beklemediği için şaşkınlıkla ona
bakarken Zeynep onun bu haline kıkırdayarak yeniden konuşmaya başladı.
-Bence sadece erkeklerin kadınlara şiir okuması çok saçma,
bu düşünce, böyle bir beklenti içinde olmak çok yanlış. Ben çok sevdiğim o
şairlerin şiirlerini, ezberlediklerimi kime okuyacağım? İçimde tutmak için
ezberlemedim herhalde onları.
Kerem kısık sesli bir kahkaha atıp onu kollarının arasına
çekerken Zeynep son sözünü söylemeyi ihmal etmemişti.
-Bu senin artık bana şiir okumayacağın anlamına gelmiyor,
eğer öyle bir hata yaparsan canına okurum Kerem.
*
Genç kadın nefesini düzenlemeye çalışırken göğsünde yatan
onun gibi nefesini düzenlemeye çalışan adamın saçlarını okşadı bir müddet. Az
önce yaşadıkları, hissettikleri aklına geldikçe hem utanıyor hem de içinde yeni
tanıştığı o duygunun yeniden baş göstermesine neden oluyordu. Tutkuyu hiç
böylesine yoğun hissetmemiş daha öncesinde hiç böyle bir şey yaşamamıştı
Burçin. Bu yaptığı belki de yanlıştı, ondan ayrılması gerektiğini düşünürken
onunla sevişmesi aptallıktı ama biliyordu bu hayatında ilk ve sondu. Bir ömür
kalbinde taşıyacaktı onu ve bunu onunla yaşamak istemesi kadar doğal bir şey
yoktu. Gözünden bir damla yaş kayıp saç diplerine karışırken kendisini hızla
toparlamış onu dikkatle izleyen adama bakmıştı yüzüne yerleştirdiği gülümseme
ile.
-İyi misin?
-Çok iyiyim, sen nasılsın?
Genç adam yüzüne yerleşen geniş bir gülümseme ile onu
kollarının arasına alıp dudaklarına kısa ama etkili bir öpücük bıraktıktan
sonra “Harikayım, muhteşemim, bomba gibiyim” demişti.
Kadın onun neşe ile şakımasına kıkırdarken kafasını iki
yana sallayıp “Edepsiz imalar seziyorum” dediğinde adamda hızla onu altına alıp
“O zaman biraz daha edepsiz olabilirim” diyerek yeniden dudaklarına kapanmıştı.
*
-Kerem nasıl?
-İyi yani annesi ile olan ilişkisini biliyorsun zaten
yokluğu bir acı vermiyor ama bunun farkında olmak daha çok acı veriyor. Zamanla
atlatacak…
-Onu görmek istiyorum.
-Bana kalsa görmelisin ama bu ona hazır değil Derin, ona
biraz zaman ver… Annesinin yaptığına hazmedemiyor, sana karşı mahcup
hissediyor.
-Annesinin günahını o çekemez, böyle sağlıksız bir düşünce
olamaz.
-Canım kendisi de farkında bunun zaten, ki böyle bir
düşüncesi olsa Zeynep ile şu an oldukları gibi olamazlardı. Sadece zamanla bazı
şeyleri kabullenecek, belki bugün değil ama mutlaka bir gün kabullenecek zaman
ver lütfen ona.
Kadın kafasını tamam anlamında sallayıp daha fazla bir şey
söylemeden başını yeniden adamın omzuna yaslamıştı. O günden beri Selim’in
evinde kalıyorlardı. Selim bu evi yalnız kalmak istediği zamanlarda
kullanıyordu genelde. Son birkaç gündür de annesine eve gelmeyeceğini
arkadaşlarıyla plan yaptığını söylemiş, olanlardan bahsetmemişti. Genç kadına
yakın olmak, ona aynı anda uzak kalmaya çalışmak genç adam için bir hayli zor
oluyordu. Aralarındaki sorun tamamen düzelmeden başlamak istemiyordu, onu çok
özlemiş olsa da bunu başarabilirdi. Derin bunun farkında olduğu için onun
yanında rahat davranmaya çalışıyor, elindeki tüm kozları kullanıyordu ama
karşısındaki adamda resmen demirden bir irade vardı ve onun bir türlü inadını
kıramıyordu. Aslında bu genç adam için kolay olmuyor kendi içinde fırtınalar
yaşayıp, duygularını belli etmemeye çaba gösteriyordu. Derin düne göre bugün
iyi olduğunu söyleyip spor yapmak istemiş adam da evindeki spor odasında
bulunan aletlerle yapabileceğini söylemişti. Kadının beraber yapma teklifini
kabul etmek hatası, onu spor yaparken izlemek ise daha büyük hatası olmuştu
genç adamın. Bir ara nefesinin kesileceğini hissetmiş kendisini yeni yetme
ergen gibi görmüştü. Sonunda kendisi için zulme dönen bu spor bittiğinde
kendini soğuk duşa atmıştı genç adam.
Derin ise yaptığı bu hamlelerin adam tarafından geri
püskürtülmesine sinir oluyor, inadına bu hamlelerini sürdürüyordu. Selim’in
inadını kıracak hatasını anladığına bir gün mutlaka ikna edecekti.
*
Genç kadın yüzünde oluşan gülümseme ile kollarını iki yana
açarken beline sarılan kollar ve göğsünün üzerinde olan baş gülümsemesinin daha
da genişlemesini sağlamıştı. Kerem ise kollarının arasındaki kadını daha sıkı
sararken pijamasının açıkta bıraktığı kadarıyla omzuna ve boynuna ufak ufak
öpücükler bırakmıştı. Sonunda dudakları tekrar boynuna ulaştığında derin bir
nefes alıp önce dilini dokundurmuş ardından diliyle ıslattığı dudaklarını
yeniden kadının boynuyla buluşturmuştu. Zeynep onun bu hamlesiyle sesli bir
şekilde yutkunurken kendini yatağa bastırma gereği hissetmiş farkında olmadan
genç adamın ensesinde duran eliyle saçlarını çekmişti. Ufacık bir dokunuş nasıl
bu kadar yoğun hissettirebilirdi anlamıyordu. Öncesinde yaşadığı şey kendisi
için acı ve utançtan ibaretken Kerem ile yaşadığı küçücük bir an onu bambaşka
boyutlara taşıyor, ona inanılmaz bir haz veriyordu. Ondan korkmuyor, daha önce
yaşadıklarının tekrarı olmayacağını artık biliyordu. Adam kollarının arasındaki
kadının tepkisini anlamak için kafasını kaldırıp onun gözlerine bakarken genç
kadının cevabı onu kendisine çekip dudaklarını birleştirmek olmuştu. Kerem onun
bu hamlesine karşılık vermiş olsa da onun hâlâ hazır olmadığını düşünüyordu, ne
olursa olsun onu incitecek bir şey yapmamaya özen gösterecekti. Dudaklarını
yavaşça onun dudaklarından ayırdığında aynı yavaşlıkta kadının askılı pijama
üstünü çıkarmış bir köşeye fırlatmıştı. Kadının çıplak dolgun göğüsleri adama
titrek bir nefes aldırırken ağır ağır ona yaklaşıp bir göğsünü dudaklarıyla
diğerini ise eli ile kavramış usul usul okşayıp emmişti. Adamın ağır ağır
hareket etmesi kadını hem çileden çıkarıyor hem de farklı bir boyuta sürüklüyor
bir eliyle onu kendisine daha çok bastırırken diğer eliyle de yorganı
sıkıyordu. Bir müddet sonra adam boşta kalan elini Zeynep’in alt pijamasının
içine sokup ona yavaşça dokunduğunda kadının da dudaklarından kısık sesli bir
inleme dökülmüştü. Genç adam hamlelerine usul usul devam ederken bir süre sonra
dudakları aynı yavaşlıkta kadının az önce pijamasını çıkarıp bir köşeye attığı
ve artık çıplak olan bacak arasını bulduğunda elleriyle de onun göğüslerini
kavramıştı. Genç kadın ise bir eli adamın başında diğeri göğüslerinin üzerinde
gezinen ellerinde onunla gidip geliyordu. Tutkunun daha önce hiç tatmadığı,
asla tahmin etmediği bir boyutunu yaşarken dakikalar sonra doygunluğa ulaşıp
kendini bıraktığında dudaklarından haz dolu bir inleme olarak dökülmüştü genç
adamın adı.
Zeynep nefes alışverişlerini düzene sokmaya çalışırken
Kerem’de çıplak göbeğine bir öpücük bırakıp başını göğsüne yaslamıştı.
“Sen esirliğim ve hürriyetimsin,
Çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin,
Sen memleketimsin.
Sen ela gözlerinde yeşil hareler,
Sen büyük, güzel ve muzaffer
Ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan hasretimsin…” *(2)
Adam az önce yaşadığı hazdan dolayı boğuklaşan sesi ile
okuduğu şiirin ardından başını kadının göğsünden kaldırmış onun kendisine
gülümseyerek bakan yüzüne birkaç öpücük bıraktıktan sonra kollarıyla sıkıca
sarmıştı
…
Zeynep ve Kerem beraber kahvaltı hazırlarlarken her zaman
olduğu gibi yine uyum içinde yapmışlardı işleri. Zeynep belli etmese de bunu
çok seviyordu, onun düşünceli yaklaşımları sanki mümkünmüş gibi ona daha çok
yakınlaştırıyordu. Sabah aralarında yaşananlar o kadar farklı ve güzeldi ki
onun için aklına geldikçe hem utanıyor hem de o yoğun duyguları yeniden
yaşıyormuş gibi kalbi yerinden çıkacakmışçasına çarpıyordu. Kerem her zaman,
her yerde olduğu gibi yine düşünceli olmuştu. Yüzünde oluşan gülümsemenin
kendisi farkında değildi belki ama yanında fırından çıkardığı börekleri tabağa
alan adam farkındaydı.
-Neye gülüyorsun?
Önündeki küçük kaselere ev yapımı reçellerden koyan genç
kadın onun sorusuyla düşüncelerinden sıyrılmıştı. Kısa bir an kendisine kıstığı
gözleriyle bakan genç adama boş bir şekilde bakmış sonrasında yeniden yüzüne
bir gülümseme yerleştirmişti.
-Hiç aklıma bir şey geldi.
Kerem börekleri yerleştirdiği tabağı tezgahta bir kenara
alıp ona yeniden döndüğünde aralarındaki mesafeyi biraz kapatarak konuşmaya
başladı.
-Ne geldi?
Zeynep onun kendisini sıkıştırmasına kıkırdarken “Sen işini
yapsana birazdan Burçinler gelecek” demişti. Kaselerden birine de vişne
reçelinden ekledikten sonra kavanozun kenarını parmağıyla temizleyip
dudaklarına götürmüştü. Onun için alışılagelmiş bir hareket olduğu için farkında
olmadan bu hareketi yaparken gözlerini kapatmış beğenisini belli edecek şekilde
“Çok güzel olmuş” diye mırıldanmıştı. Kavanozların ağızlarını kapattıktan sonra
bakışları kendisini izleyen genç adam ile karşılaştığında kısa bir duraksama
yaşamıştı.
-Neden bana öyle bakıyorsun?
Adam titrek bir nefesi dudaklarından bırakıp ona doğru bir
adım attığındaki mesafede neredeyse kapanmıştı. Genç kadın bir anda dibine
giren adamla derin bir nefes alma gereği duyarken adam da aklındakini sormuştu.
-Nasıl bakıyorum? Ayrıca az önceki sorumun cevabını hâlâ
alamadım.
Kadın onun bu haline gülerken kollarını boynuna dolayı;
-Her alanda her koşulda düşünceli olmanı düşünüyordum o
sırada demişti.
Adam onun üzerindeki tişörtten yavaşça elini sokup belini
okşarken;
-Mesela hangi koşullarda demişti muzipçe.
Zeynep yüzünde beliren geniş bir gülümsemeyle bir müddet
onun kendisini izleyen yeşil gözlerine bakmış ardından dudaklarına dudaklarını
bastırmadan önce mırıldanır gibi konuşmuştu.
-Hangisinden başlasam acaba?
Kerem hâlâ onunla böyle bir noktaya gelmiş olmalarına
inanamıyordu. O kadar netti ki ilk zamanlar, kendisi hakkında asla fikirleri
değişmeyeceğini düşünüyordu. Aslında yaşanan olaylar da biraz etkilemiş bu
yakınlığın vesilesi olmuştu. Aynı evde kalmaları yakınlaşmalarında büyük etken
olmuştu farkındaydı. Eğer yan yana olma imkanları olmasaydı kadının kendisinden
sürekli kaçacağından emindi. Sabah yaşadıkları kadının artık kendisi hakkında
olumsuz bir düşüncesinin olmadığının kanıtı olmuştu. Yine de dikkatli olmuş kadının
daha öncesinde yaşadığı kötü anıları silebilmek için onu rahatlamak adına
hamleler yapmıştı, başarmıştı da. Kollarının arasındaki kadını mümkünmüş gibi
kendisine daha çok çekip onu tezgahla arasına sıkıştırırken çalan kapı onları
durdurmuştu. Adam zorlukla dudaklarını kadınınkilerden ayırabildiğinde huysuzca
mırıldanarak “Geldiler” demişti. Genç kadın onun bu huysuz söylenişine
kıkırdarken yanağına sesli bir öpücük bırakıp onun kollarının arasından
çıktıktan sonra otomatiğe basmaya gitmişti. Birkaç dakika sonra gelen
arkadaşlarını karşılamışlar birlikte hazırlanan kahvaltı masasına oturmuşlardı.
Burçin dün gece yaşananlardan sonra hem çok mutlu hissediyor hem de içinde
gideremediği bir hüzün duyuyordu. Tuna ile yaşadığı hiçbir şey için pişmanlık
duymuyor sadece bunun kısa bir süre sonra tamamen biteceği için derin bir
üzüntü hissediyordu. Bir anda durgunlaşan arkadaşını kıstığı gözleriyle izleyen
Zeynep ondaki bu durgunluğun nedenini anlamaya çalışıyordu.
-Değil mi sevgilim?
Burçin yanındaki adamın kendisine yönelttiği onay
cümlesiyle düşüncelerinden sıyrılmış kısa bir an ona boş gözlerle bakmıştı.
-Ne dedin ben anlamadım dalmışım canım.
-Diyorum ki kahvaltıdan sonra Umay’ı arayalım, bugün
konuşamadık küçük arkadaşımla.
Burçin her gün babaannesi de orada olduğu için onlarla
görüntülü konuşurken Umay’da oluyor Tuna ile uzun uzun sohbet ediyorlardı.
Onların aralarındaki diyaloglar, Tuna’nın küçük kıza olan yaklaşımı o kadar
güzeldi ki genç kadın onları hayranlıkla izliyordu. Bunun farkında olan biri
daha vardı, babaannesi. Yaşlı kadın onları izlerken torununun neler
hissettiğinin farkındaydı, Burçin’in inadının onunla konuşmakla kırılmayacağını
anladığı günden beri bu konu hakkında konuşmamaya karar vermişti.
Burçin sevgilisine gülümserken “Kahvaltıdan sonra ararız”
demişti. Adam onun bu durgunluğuna anlam veremezken çattığı kaşlarıyla “İyi
misin sen?” diye sormuştu sessizce. Burçin yüzüne yerleştirdiği geniş gülümseme
ile “Evet, çok iyiyim” deyip önündeki börekten bir ısırık almıştı. Zeynep
karşısındaki kadının durgunluğunun sebebini tahmin ettiği için bu durumu
sorgulamamış.
-Zeynep yan daireyi temizlettirmeniz ne kadar doğru? Yani
şikayetçi olunsaydı belki lehimize kullanabilirdik.
Burçin’in konuşmasıyla Zeynep sandalyesinde rahatsızca
kıpırdanırken bir süre sonra arkadaşına açıklama yapmıştı.
-Belki de bilerek yaptı, ondan her şey beklenir. Lehimize
sanacağımız o hamle aleyhimize sonuçlanırsa ne yapacağız? Bu riski alamazdım
Kerem’de söyledi bunu ama olmaz, hem zaten o belgelerde her şey yazıyormuş
onlar yeterli olacak bence.
-Arkadaşım güzel söylüyorsun ama o belgeleri de almaya
yanaşmadın ki henüz, onlarda ne yazıyor onu da tam olarak bilmiyoruz. Gökşen
‘Zeynep belgeleri şu an alma konusuna yanaşmıyor henüz belgelerde ne yazdığını
bilmiyoruz’ dedi. Nereye kadar kaçacaksın?
Burçin, Zeynep’in kaygılarının farkındaydı ama bu şekilde
yapması sadece endişesini artırıyordu. Aslında genç kadın geçmişiyle, kendisi
için koca bir kara delik olan o geçmişle yüzleşmeye hazır değildi. Sedef’in
kendisine iyilik yapmış olabileceğine inanmıyordu, o asla ona karşı iyi
olmamıştı ki? ‘Şimdi neden iyi olsun, neden bana bu iyiliği yapsın?’ deyip bu
süreç olabildiğince ötelemeye çalışıyordu. Kerem’de, Burçin’de onun bu
kaçışının farkındaydı ama bununla bir an önce yüzleşmesi gerekiyordu. Kerem
kaçamak bakışlarla yanındaki oturan kadına bakarken Zeynep’te sıkıntılı bir
soluk verip konuşmaya başladı.
-Kaçmıyorum Burçin, zaten kaçsam da en fazla o polise
gidene kadar kaçabilirim. Benim tek korkum Umay’ı kaybetmek, onu kaybetmeyi
göze alamam.
-Öyle bir şey olmayacak.
Kerem sakin ama net bir ses tonuyla söylemişti bunu.
Yanındaki kadın ise onun aksine daha yüksek bir tonda karşılık vermişti ona.
-Nereden biliyorsun?!
-Çünkü buna izin vermem! O lanet belgelerde ne olduğunu
öğrenebilsek belki daha kolay olacak ama sen şu an onlarla yüzleşmeyi
istemiyorsun. Senin korktuğun şey olmayacak, sana yeniden zarar veremeyecekler.
Genç adam hâlâ aynı ses tonuyla konuşurken bakışları da
aynı şekilde sakin ve güven vericiydi. Onun sakinliği karşısındaki kadının daha
da sinirini bozarken öfkeyle dudaklarından dökülen kelimeler sonrasında pişman
olmasına sebep olmuştu.
-Sana ne! Sen kim olarak izin vermiyorsun?! Hem neye
güveniyorsun ki, sen de onlar yüzünden çıkmadın mı benim karşıma? Senin bizim
hayatımıza girmenin altında bile onlar yatıyor! Ayrıca senin bir şey yapmana
gerek yok ben hallederim zaten.
Konuşmasını bitirdiğinde yaptığı yanlışın farkına varmıştı
genç kadın. Kerem ise her ne kadar onun söylediklerinden dolayı kalbi kırılsa
da bunu belli etmemeye çalışıp burukça gülümseyerek “Evet biliyorum zaten
yapabileceğini” demişti.
Zeynep onun bu cevabından sonra daha fazla konuşamazken
gözlerini kaçırmış, bir müddet tabağındakileri didiklemişti. Burçin masada bir
anda oluşan gerginliği dağıtabilmek için;
-Hayatım hadi siz Kerem ile terasa çıkın, biz de burayı
toplayıp kahve yapalım dediğinde Tuna onaylar bir şekilde kafasını sallamış
ardından iki adam mutfaktan çıkmışlardı.
Zeynep sıkıntılı bir nefesi dışarı bırakıp elleriyle yüzünü
kapatırken öfkeyle “Başkasına gerek yok ben kendi huzurumu tek başıma bozuyorum
zaten!” derken karşısında oturan arkadaşı da bir müddet konuşmamış onun kendi
kendine söylenmelerinin bitmesini beklemişti. Sonunda genç kadın kendi kendine
söylenmelerini bitirebildiğinde Burçin’de konuşmaya başlamıştı.
-Babaannem hep; ‘Boğazın dokuz boğum olmasının nedeni
konuşmadan önce dokuz kere düşün diyedir, ağzından çıkacak kelam düşünmeden
dökülmesin o dudaklarından’ der ama işte arada kaçıyor istemeden de olsa. Kerem
kötü niyetli söylemediğinin farkında, bu belirsizlik seni yoruyor biliyorum ama
en kısa zamanda bitecek inan buna. Tabii senin de bir adım atman şart bu konuda
yoksa bu belirsizlik uzayıp gider.
-Ya o belgeler benim aleyhime olursa ya Umay’ı bizden
alırlarsa o zaman ne yapacağım ben Burçin?
Burçin uzanıp arkadaşının elini güven vermek istercesine
sıkarken;
-Biliyorum ondan asla iyi bir şey yapmış olmasını
beklemiyorsun ama ben inanıyorum Zeynep. Sedef çok kötü şeyler yaptı, başta sen
olmak üzere ulaşabildiği herkese zarar verdi ama öleceğini bile bile böyle bir
şey yapmış olamaz. O gün Sacide Ebenin söylediklerini sen de dinledin halamdan
sence böyle söyleyip buna rağmen o belgeleri aleyhine hazırlatabilir mi? Dedi.
Zeynep artık hiçbir şey bilmiyordu o kadar karışmıştı ki
kafası bu kafa karışıklığı ona yanlış şeyler yaptırıyordu artık. Az önce
Kerem’e söylediklerinden dolayı çok pişmandı ama söylemişti bir kere. Tek
temennisi Burçin’in haklı çıkması ve genç adamın kendisini yanlış
anlamamasıydı.
Diğer taraftan Kerem ise genç kadının kendisine
söylediklerini isteyerek söylemediğini biliyor o kelimeleri şu an hissettiği
endişeden dolayı sarf ettiğini kendine sürekli hatırlatıyordu. Bahçe
salıncağında oturmuş dalgın gözlerle önündeki manzarayı izlerken sol çaprazında
oturan arkadaşı da onu izliyordu üzgün gözlerle.
-Kerem iyi misin?
Adam bakışlarını önünde görünen deniz ve adaların
manzarasından ayırmadan evet anlamında sallamış birkaç saniye konuşmamıştı.
-O şerefsizi bulmam lazım Tuna, hangi deliğe girdi
bilmiyorum ama bulmam lazım artık. Selim’in amcasının bulduğu adreslerde yok
adam sürekli yer değiştiriyor, Zeynep’i endişelendiren de bu belirsizlik zaten.
Burçin ve Zeynep’te masayı toplamışlar, kahve yapıyorlardı.
Zeynep arkadaşının dalgın gözlerle ocaktaki bakır cezveyi karıştırmasını izledi
bir süre.
-Niye kendine bunu yapıyorsun?
Burçin arkadaşının konuşmasıyla kendisine gelirken
bakışlarını ona çevirmiş ancak sonrasında neden böyle bir şey söylediğini idrak
edebildiğinde tekrar bakışlarını önündeki cezveye çevirmişti.
-Nedenini biliyorsun bence bir şey konuşmaya gerek yok.
-Gerçekten şu tavrın çok saçma hayatında ilk kez bir adama
aşık oldun, tamamlandın şimdi de saçma bir korku yüzünden onu nasıl terk
edeceğini mi düşünüyorsun. Hani nerede o mantık abidesi Burçin, ne yaptın ona?
Burçin yanında ona onaylamayan gözlerle bakan kadına kısa
bir bakış attıktan sonra;
-Mantığım bunu yapmamı söylüyor zaten Zeynep, ona bunu
yapmaya hakkım yok. Benim asla çocuğum olmayacak ve onun çocuklar için nasıl
çıldırdığını Umay ile olan iletişiminden sen biliyorsun. Adam daha sevişmemizin
ertesi günü ‘Sence ne zaman çocuğumuz olur?’ dedi. Ben bu adama bu kötülüğü
yapamam, evet çok seviyorum, hayatımda ilk kez aşık oldum ayrıldığımda
kahrolacağım, üzüleceğim ama bunu ona yapmayacağım dedi.
-Bencilce düşünüyorsun arkadaşım, bunu onunla da
paylaşmalısın. Hem anne olmak için doğurmana gerek yok, dışarıda binlerce çocuk
var bakıma muhtaç olan, kurumlarda bir aile sahibi olabilmek için gözü kapıda
yaşayan kaç çocuk var. Yapma lütfen Burçin, onun o cümleyi art niyetle
kurmadığını sen de biliyorsun.
Burçin sıkıntıyla solurken kahveleri de fincanlara
paylaştırmış cezveye musluktan su akıtmıştı. Bunları yaparken bir yandan da
Zeynep’e savunmasını yapmaya devam ediyordu.
-Onun kötü niyeti olmadığını biliyorum zaten. Ayrıca evet
ben de doğurmadan da anne olunabileceğine inanıyorum ama o inanıyor mu Zeynep?
Asıl mesele bu işte benim yüzümden belki de istemediği bir şeyi kabullenecek,
kendi çocuğu gibi göremeyecek belki de.
Zeynep kafasını iki yana sallayıp onun bu düşüncesine
katılmadığını belli ederken uzanıp tepsiyi aldıktan sonra mutfaktan çıkmadan
önce son sözlerini söylemişti.
-Çok pişman olacaksın Burçin. Eğer onunla bunu paylaşmazsan,
ona fikrini sormazsan o zaman daha büyük bir yanlış yapmış olacaksın. Tuna seni
böyle bir şey için asla bırakmaz bunu sen de biliyorsun. Sen bunu gurur
meselesi haline getirmişsin farkında değilsin, kalbine danışsan o sana doğru
yolu gösterecek aslında ama sen inatla onun söylediklerine kulağını tıkıyorsun
bu konuda.
Zeynep elindeki tepsiyle terasa çıktığında Burçin’de elinde
tatlı atıştırmalıkların olduğu tabakla peşinden gitmişti. Tuna ve Burçin’in
kahvelerini yan yana ortadaki geniş sehpanın üzerine bıraktıktan sonra kendi
fincanını da bırakıp diğer fincanı kendisini izleyen adama uzatmıştı. Az önceki
çıkışının pişmanlığı gözlerinden belli oluyordu genç kadının, o mahcup bir
halde kahveyi adama uzatırken Kerem’de onun bu haline burukça gülümsemişti. Ona
kahvesini verdikten sonra kendi kahvesini de alıp adamın yanına oturduğunda bir
müddet yanındaki adama kaçamak bakışlar atmıştı. Tuna’nın sorusu bakışlarını
ondan çekmesine neden olmuştu.
-Bu yaz İtalya’ya gidelim mi?
Kerem fikri beğendiğini belli eden bir sesle “Bence harika
olur, tekneyle gidebiliriz. Selimlere de söyleriz” dedi, sonrasında da ekledi
“Derin’den bir ömür boyu kaçamayacağımın ben de farkındayım o zamana kadar bunu
atlatabileceğimi düşünüyorum”
Zeynep kahvesinden bir yudum aldıktan sonra “Başımızdaki
belayı savmayı başarabilirsek güzel bir tatil olabilir. Hem Burçin ile gitmeyi
istiyorduk biz de, hatta geçen yıl her şeyi ayarladık ama son dakika benim bir
seminere katılmam istendiği için gidememiştik.”
-Özellikle üzüm bağlarının olduğu bölgeyi merak ediyorum
ben, şarapları çok güzel.
-Söyleseydin hayatım benim evde var üç şişe Chianti şarabı.
Genç kadın ışıldayan gözlerle yanındaki adama dönerken;
-Gerçekten mi! Buradan çıktıktan sonra sana gidip şarapları
alacağız o zaman. Onu Mert getirmişti bana iki yıl önce oradan biliyorum
aslında Fransa’da tattığımız şarapların yerini hiçbiri tutamaz. Zeynep ile
gittiğimizde ikişer şişe almıştık o zaman, üç yıl olacak neredeyse. Bu Chianti şaraplarında
üzümler elle toplanıyormuş tek tek, o zaman Mert sırf bunun için Floransa’ya
gitmişti dedi.
Tuna, Mert’in adını duyunca yüzünü buruşturmaktan kendini
alıkoyamamış sevgilisi onun bu haline göz devirmişti.
-Sen yeter ki iste hayatım gideriz, ayrıca Fransız
şaraplarımızda mevcut. Annem ve babam sağ olsun kan yapar niyetine içtikleri
için hiç ekşimiyor şarabımız. Ayrıca Kapadokya ve Süryani şaraplarının da
hakkını yemeyelim lütfen.
Zeynep ve Kerem aynı anda “Kesinlikle katılıyorum” derken
Zeynep bu duruma kıkırdamadan edememişti.
-Bu yılda İran’a gidecektik. Verzene çölünde yıldızları
izleyecektik. İsfahan, Tahran, Kashan’da ki
camiler, tarihi yapılar ve çarşıları gezecektik.
-Ben gittim ama seninle yine giderim hayatım.
Genç kadın bakışlarını hızla yanındaki adama çevirirken o
da kadının bu haline gülüp “Tüm Ortadoğu ülkelerini gezmiştim. Sadece
Amerika’dan ibaret değil gezilerim yani.” demişti.
“Bizim hep Zeynep ile yurtdışı maceralarımız, hele bir
Hollanda anımız var ki…“ O sırada karşısında oturan arkadaşı ona uyaran
gözlerle bakarken genç kadın ona aldırış etmeyip konuşmaya devam etmişti
“Herkes gibi bizde Amsterdam’a gidince Red Light District’i merak
ettik ama biz bir yanlış yaptık sadece ikimiz gece gittik, zaten Dam
Meydanı’na yakın bir yerdeydi. Öncesinde biraz magic
mushroom da yemiş olabiliriz tabi, aslında çok yemedik ama bünyeler
alışkın olmayınca tabiri caizse çarptı galiba. Zeynep en son bana vitrindeki
kızlardan biri için ‘Bu kız beni çağırıyor, sence içeri gideyim mi?’ diye
soruyordu. O gece orada nasıl vazgeçtik hâlâ tam olarak hatırlamıyoruz ikimiz
de ama neyse ki otele dönmüşüz, sabah odamızda uyanmıştık.”
Zeynep utançla yüzünü kapatırken Kerem onun bu haline
kıkırdayıp “İçeri girmediğine emin misin? Oradaki kızlar fazla davetkar
oluyorlar” demişti. Tuna ve Burçin kahkaha atarken Zeynep’te sinirden kızaran
yüzüyle “Sen o davetlere karşılıksız kalamadın galiba?!” diyerek karşılık
vermişti adama.
Kerem dayanamayıp kahkaha atarken onu göğsüne çekip başının
üzerine de bir öpücük bırakmış, genç kadın da az önceki sinirini çoktan
unutmuştu.
…
Tuna ve Burçin Zeyneplerden çıktıktan sonra önce Tuna’nın
evine gitmişler şarapları almışlardı. Tuna yanına birkaç kıyafet de aldıktan
sonra tekrar Burçinlere dönmüşlerdi. Burçin yol boyunca Zeyneplerde yaptıkları
görüntülü görüşmeyi düşünmüştü. Umay onlara Keremlerin atı Rüzgâr’ı anlatmış
Tuna ve Kerem ile uzun uzun konuşmuştu. Tuna çocukları bu kadar severken ona bu
haksızlığı yapabilir miydi gerçekten? Zeynep’te babaannesi de aynı şeyleri
söylüyorlardı ama bu ona bencillik gibi geliyordu. Babaannesi ona bir keresinde
“Tuna’nın eğer böyle bir sorunu olsa o sana böyle bir şeyle gelse tepkin ne
olurdu?” diye sormuştu. Genç kadın anında “Bu benim ona olan sevgimi azaltamaz
ki bu bir sorun değil” demişti. Şimdi bunları düşününce yanlış mı yapıyorum
acaba diye sormadan edemiyordu. Belki de Tuna’nın bu gerçeği öğrenince
kendisine olan sevgisinin biteceğinden korkuyordu.
Tuna ise sevgilisinin durgunluğunu fark etmiş ancak bir
müddet bu duruma sessiz kalmıştı. Eve geldiklerinde ikisi de banyo yapmış
Burçin odasında giyindikten sonra mutfağa gitmişti. Şarabın yanına atıştırmalık
bir şeyler hazırlarken adam da yanına gelmiş arkadan beline sarıldıktan sonra
kadının yanağına dudaklarını bastırıp derin bir nefes almıştı.
-Şarabı aç istersen, havalansın biraz.
Burçin hem bir an önce konuşup bitirmek hem de bunu
uzatabildiği kadar uzatmak, ondan ayrılmamak istiyordu. İçi öyle bir düğüm
olmuştu ki hiçbir türlü çözemiyordu. Bu konuda hiç böyle bir çaresizliğe
düşebileceğini düşünmemişti. Aslında kısa bir süreye kadar aşık olabileceğine
inanmıyor, hayatının hep aynı şekilde gideceğine inanıyordu. Kafasını hafifçe
iki yana sallayıp düşüncelerinden sıyrılırken yüzüne yerleştirdiği gülümsemeyle
sevgilisine dönüp kollarını boynuna doladıktan sonra dudaklarına bir öpücük
bırakıp “Çok iyiyim hayatım, hadi şimdi tirbuşonun yerini biliyorsun” demişti.
Tuna emredersiniz der gibi kafasını hafif sallarken uzanıp kadının dudaklarına
az öncekine nazaran daha uzun bir öpücük bırakmış ardından kendisine verilen
görevi yerine getirmeye gitmişti.
…
Zeynep arkadaşları gittikten sonra çalışma odasında sınav
haftasına girdikleri için soru hazırlarken Kerem’de bilgisayarından onun
yanında kendi işlerini hallediyordu. Genç adam çalan telefonundan dolayı onu
rahatsız etmemek için dışarı çıkarken o da bir müddet arkasından bakmıştı.
Sabah yaptığı için pişman olmuş ancak bunu onunla henüz konuşma fırsatı
bulamamıştı. Bu belirsizlik onu çok yoruyor, endişelendiriyordu. Sorularını
hazırlamaya devam ederken bir müddet sonra adam da tekrar odaya girmişti, bu
defa elinde iki tane kahve fincanı da vardı. Birini kadının önünde bıraktığında
yüzünde oluşan gülümseme ile adama teşekkür etmişti. Kerem ise az önce kalktığı
kadının çalışma masasının sol çaprazında kalan üçlü bordo koltuğa oturduğunda
pufun üzerinde duran bilgisayarını da yeniden kucağına almıştı. Genç kadın
fincanını alıp onun yanına gittiğinde onun işle ilgili bir şeyler incelediğini
görmüş ona dönük olacak şekilde bağdaş kurup oturmuştu. Genç adam bir müddet
daha bilgisayarda işlerini hallederken Zeynep’te bu sürede onu izlemişti. Bir
müddet sonra yarısından fazlasını içtiği kahve fincanını yere bıraktığı sırada
Kerem’de işinin bir kısmını halletmiş bilgisayarın kapağını kapatıp pufun
üzerinde bırakmıştı. Bakışları buluştuğunda genç adam kendisine bakan kadına
gülerek göz kırparken Zeynep’te ona doğru kaykılıp elini onun yanağına
yerleştirmişti.
“Söylediğim o sözlerin hiçbiri doğru değildi, özür dilerim”
Genç adam yüzünü yan çevirip kadının avucuna bir öpücük
bıraktıktan sonra onun elini kendi avucuna hapsetmiş bir süre onun biçimli
yüzünü izlemişti.
“Biliyorum, bu yüzden unuttum bile”
Genç kadın onun mırıldanarak söylediği bu cümleyle burukça
gülümserken uzanıp dudaklarını dudaklarına bastırmıştı. Onun geri çekilmesine
izin vermeyen adam ise öpüşlerini derinleştirmiş kadının kanepede uzanmasını
sağlamıştı. Dudaklarını yavaşça kadının dudaklarından ayırabildiğinde aynı
yavaşlıkta kendini kanepe ve Zeynep’in arasındaki boşluğa bırakıp onu hafif
üzerine çekmişti. Genç kadın da dudaklarını adamın dövmesine bastırdıktan sonra
derin bir nefes alıp son birkaç günü düşünmüştü. Daha önce hiç ihtimal
vermediği şeyleri yaşıyor, kendini inanılmaz huzurlu hissediyordu. Kerem’in de
ondan farkı yoktu. Kollarının arasındaki kadını daha sıkı sararken derin bir
nefes alıp yaşadığı anın tadını çıkarmıştı.
*
-Aklından geçenleri neden benimle paylaşmıyorsun?
Genç kadın elindeki şarap kadehine bakmaya devam ederken
son yudumu da alıp sırtını göğsüne yasladığı adamın bacak arasına iyice
yerleşmiş “Bence sana öyle geliyor“ diye mırıldanmıştı. Tuna onun son
zamanlarda sürekli değişen ruh halinin farkındaydı, kendisine söylemediği bir
şey vardı ama genç kadın bunu paylaşmamakta ısrarcıydı. Uzanıp kenardaki şişeyi
aldıktan sonra önce genç kadının sonra kendisinin kadehlerini dikkatlice
doldurduktan sonra şişeyi yerine geri bırakmış ardından genç kadını yeniden tek
koluyla sarmıştı. Dudaklarını kadının ince boynuna bastırdığında derin bir
nefes almış “Yarın iş için Ankara’ya gideceğim muhtemelen” demişti mırıltıyla.
Burçin sırtını genç adamın göğsüne daha çok yaslarken adamın kendisini saran
kolunu okşayıp “Ne zaman döneceksin?” diye sormuştu. Adam yüzünü genç kadının
boynundan kaldırmadan boğuk çıkan sesiyle “İki en fazla üç güne dönebilirim”
diye düşünüyorum. Burçin anladım der gibi kafasını sallarken adam da kafasını
yavaşça kaldırmış çenesini kadının omzuna dayayıp bir müddet sessiz kalmıştı.
Koltuğun kenarında olan cepte gördüğü kitap onu gülümsetirken uzanıp aldıktan
sonra başını yukarı kaldırarak gözlerini kısarak bir şeyleri hatırlamaya
çalışır gibi kaldı bir an.
“Yeme beni, yerim seni. Çörekotu, çömlek ötü. Manda, kuğu…
Küt pat, geber yat. Aman etme darılırım… Gıdıklama bayılırım… Dayanamam sarılırım…”*(3)
Genç kadın onun söylediği alıntıyla kıkırdarken sonlarında
o da mırıldanarak eşlik etmişti.
-Babaannem çok sever.
-Annem de öyle, çocukken beraber okurduk. İlk okuduğumuzda
biraz ürkmüştüm aslında korkmuştum.
Kadın onun bu itirafı ile gülmeye başlarken kafasını
çevirip sevgilisinin yanağına bir öpücük bıraktıktan sonra;
“Özüm doğru, sözüm doğru, korkutma bizi gözümün nuru.”*(4) demişti korkuyormuş gibi yaparak.
Tuna gülerek onu kollarının arasında daha çok sıkıştırırken
boynuna birkaç öpücük bırakıp;
-Seni çok özleyeceğim demişti.
Burçin buruk bir gülümsemeyle ona dönüp bacaklarının
arasında adamı aldıktan sonra kollarını boynuna dolayıp dudaklarını genç adamın
dudaklarını yaklaştırırken;
“Özlediğin, gidip göremediğindir;
ama, gidip görmek istediğin
Özlem, gidip görememendir; ama
gidip görmek istemen
Özlediğin, gidip görmek istediğin-
ama gidip göremediğin
Özlem, gidip görmek istemen-
ama, gidememen, görememen;
gene de, istemen”*(5)
Burçin şiiri bir müddet sonra kalbinde hissedeceği özlemi
düşünerek okurken Tuna o an bunu fark etmemişti.
*
Tüm hafta herkes için yoğun ve yorucu geçmişti. Bu arada
Cuma akşam iş çıkışında Burçin, Zeynep ve Derin buluşmuşlar uzun uzun sohbet
etmişlerdi. Derin o olayı atlattığını iyi olduğunu, ailesine öğrendikleriyle
ilgili bir şey anlatmayacağını söylemişti. Artık eve geçtiği için Selim ile
aynı evde kalamıyorlardı belki ama ufak tacizlerine devam etmeyi ihmal
etmiyordu genç kadın. Fırsat buldukça ona gitmiş yeniden eskisi gibi olmaları
için çabalamıştı, pek başarılı olmamıştı belki ama pes etmeyecekti. Onun bu
çabası Selim’i memnun ediyor, bazen eğlendiğini bile hissediyordu. Tabii ki
bunu genç kadınla paylaşmayacaktı, bir süre daha bu şekilde devam
edebilirlerdi. Derin bazen bu işi eziyete çeviriyor, onu bir hayli zorluyordu
ama bir müddet daha dişini sıkabileceğine emindi.
Konu Burçin’e geldiğinde onun yine değişmemiş fikirleri iki
kadını sinirlendirirken Zeynep sonunda “Sende katır inadı var, ben yoruldum
kendin sonunda hatanı anlayacaksın zaten” demiş konuyu kapatmıştı.
En son Zeynep’e geldiklerinde ise genç kadın Kerem ile
aralarında olanlardan bahsetmiş eski kaygılarının artık kalmadığını anlatmıştı
arkadaşlarına. İki kadın bu duruma sevinirken onun artık duygularını
kabullenmiş olmasından da memnun olmuşlardı. Genç kadının yaşadıklarının kolay
olmadığının farkındaydılar ve bu kaygıları ancak Kerem gibi bir adam yok
edebilirdi, başarmıştı da. Ona yaklaşımı, düşünceli tavırları ile Zeynep’le
arasında oluşan bağı ilmek ilmek işlemişti.
O akşam pazar sabahı kahvaltıda Zeyneplerde buluşmak üzere
sözleşip ayrılmışlardı. Şimdi ise genç kadın uyanmış arkadaşları geleceği için
mutfakta kahvaltı hazırlıyordu. Tepsiye dizdiği mahlepli poğaçaların üzerine
bıçakla küçük çizikler atarken beline sarılan kollar yüzünde geniş bir gülümseme
oluşturmuştu.
-Günaydın
-Günaydın güzelim, uyandırsaydın keşke yardım ederdim sana.
Genç kadın son poğaçanın üzerine de hafif çizikler attıktan
sonra elindeki bıçağı kenara bırakıp yüzündeki gülümseme silinmeden ona dönmüş
kollarını boynuna doladıktan sonra dudaklarına bir öpücük kondurmuştu.
-Bunları terasa taşımama yardım edersin sen de, hava çok
güzel tam bahar havası.
-Tabii ki her zaman emrinize amadeyim.
Zeynep onun söylediğine kıkırdarken kolları arasından çıkıp
önce poğaçaları fırına artmış ardından diğer işlerini yapmaya başlamıştı.
Beraber kahvaltı masasını terasa hazırladıkları sırada kapı çalmış arkadaşları
da gelmişti. Kerem ve Derin günler sonra karşı karşıya gelmişler genç adam ilk
an ne demesi gerektiğini bilemeden mahcup ara ara kaçırdığı gözleriyle bakmıştı
karşısındaki kadına. Derin onun bu haline dayanamayıp onun boynuna sarıldıktan
sonra bir müddet öyle kalmış ardından mırıldanarak konuşmaya başlamıştı.
-Lütfen kendini suçlama, en iyi sen biliyorsun bir
başkasının günahını suçu olmayana yıkmamak gerektiğini. Bunu kendine yapma
sakın arkadaşım. Sen kendini suçlarsan, kaçarsan ben asıl o zaman üzülürüm.
Sanki günlerdir Zeynep ve Selim bunu ona söylememiş gibi bu
cümleleri genç kadından duymak onun biraz olsun kendini iyi hissetmesini sağlamıştı.
Kollarını ona sarıp onun gibi mırıldanarak “Çok teşekkür ederim” diyebilmişti
sadece.
Hep birlikte terastaki masaya oturduklarında keyifli bir
sohbet eşliğinde kahvaltılarını yapmışlar Umay’dan konuşmuşlardı. Zeynep kızını
çok özlemişti ama sınav haftası olması dolayısıyla fırsat bulup gidememişlerdi.
Hafta sonu için de cumartesi günü öğrencileri ile tüm gün ders çalışmış,
onların yardım çağrısını kırmamıştı. Tabii yaşanan bir diğer gelişme banka
kasasına gidilmesi ve Sacide Ebeden emanetlerin alınmasıydı. Zeynep cesaret
edip içeriğine bakamasa da sonunda onları alabilmeyi başarmıştı. O pisliğin bir
hamle yapmasını beklemek artık onu çok fazla yormuş ve engel olunamaz bir
şekilde gerginleştirmişti. Bu konu açıldığında genç kadın mümkünmüş gibi daha
fazla geriliyor, öfkeleniyordu. Onlar bu konulardan konuşup ne yapılabileceği
konusunda Gökşen’e danışmakta fayda görürken çalan kapı zili Zeynep’in
kaşlarının çatılmasına neden olmuştu. Genç kadın masadan kalkıp aşağı inerken
Kerem’de dayanamamış merakından peşinden gitmişti. Kadın kapıyı açtığında kısa
süreli bir şaşkınlık yaşarken hemen yanında duran adam da ona varlığını
hissettirebilmek için uzanıp elini sıkıca tutmuştu.
*(1) Cemal Süreya
*(2) Nazım Hikmet
*(3) / *(4) Hüseyin Rahmi Gürpınar - Gulyabani Kitabı / Ben
yazarın kitaplarını çok severek okudum, hâlâ arada okurum :)
*(5) Oruç Aruoba

Yorumlar
Yorum Gönder