İkiz Nehirler-25



Genç kadın, adamın bir anda acı içinde yaşaran gözlerine, düşürdüğü omuzlarına baktı merakla. Kendini bir çuval gibi koltuğa bıraktığında kendisi de hızla yanına gitmişti.
-Kerem ne oldu?
Adam kafasını ellerinin arasına alıp öfkeyle sıkıştırırken sıkıntılı bir soluğu da dudaklarından koyvermişti.
-Ben yoruldum artık! Bize yeterince zarar verdi zaten, başkalarına neden zarar veriyor?!
Zeynep onun söylediklerinden bir şey anlamazken Kerem'in bir anda yerinden doğrulmasıyla ne olduğunu anlayamadı. Onun hızla evden çıkmasının ardından O da evden çıkıp kapıyı kapatmış sonra da onun peşinden gitmişti. Son anda arabaya bindiğinde adam ona sorgular gözle baksa da O bu bakışa aldırış etmedi. Bir şeyler olduğunun farkındaydı ve bu Kerem’i bir hayli etkilemişti. Hızla ana caddeye çıkıp aynı hızla yollarına devam etmişler trafik olmamasından dolayı kısa sürede bir evin bahçesine giriş yapmışlardı. Zeynep bu evin Keremlerin evi olabileceğini düşünmüş onunla beraber kendisi de arabadan inmişti. Kerem ise hızla arabadan indiğinde evin kapısını kırarcasına yumruklamaya başladı. Evin çalışanı olduğu belli olan genç bir kadın kapıyı açtığında Kerem’de sinirle bağırdı.
-Nerede O?
Genç kadın korkudan dolayı kısık çıkan sesiyle cevap verdi;
-Kendi odasında ama iyi değil şu an Kerem Bey.
Adam onun söylediklerine aldırış etmeden aynı öfkeyle kadının odasına çıktı, Zeynep ise konunun annesiyle ilgili olabileceğini fark ettiğinde sinirle merdivenleri çıkan adamın peşinden gitmişti hızla. Kerem kapıyı yerinden sökmek istermişçesine açtığında yatakta yatan kadında korkuyla yerinden sıçramıştı. Yatakta iki büklüm olmuş kollarını kendine sararken gözlerini de sımsıkı yummuştu. Oğlunun sesindeki öfke ve nefret canını o kadar çok yakıyordu ki gözlerine bakmaya cesaret edemiyordu artık. Bu kendi eseriydi, ona kızamazdı. Yıllarca onlardan nefret etmiş, onları asla sahiplenmek ya da onlara ufacık da olsa bir şefkat göstermek istememişti. Onları hep suçlamış, hayatını mahvedenler olarak görmüştü. Defne ölene kadar bu değişmemişti. Kızı öldükten sonra onun kendi rezilliklerine şahit olmasından dolayı böyle bir bataklığa girdiğini fark etmiş, pişmanlığın o kor gibi yakan yıkıp yok eden ateşini yüreğinde hissetmişti. Ancak bazı şeylerin ne telafisi olabiliyordu ne de açılan yaralar kapanabiliyordu. Kerem’in dinmeyen öfkesi, suçlayan bakışları o pişmanlık ateşinin daha da harlanmasına kendisini yakıp yok etmesine neden oluyordu. Bugün o kızı gördüğünde o hiç unutmadığı mavi gözleriyle karşılaştığında geçmişindeki bir hatanın daha yüzüne bir kez daha tokat gibi çarpılmasına neden olmuştu. Yıllar önce yaptığı kötülükler artık kendisine o kadar ağır geliyordu ki bu vicdan yükünü taşıyamadığını hissediyordu. Günden güne daha da artan yakıp kavuran bir yangın vardı içinde Nergis’in.
-Sen nasıl bir insansın! Senden nefret ediyorum, iğreniyorum! Bizim hayatımızı mahvettiğin yetmezmiş gibi bir de o insanların hayatını nasıl mahvedebildin. Küçücük çocuğa çarpıp kaçmak, onu ölüme terk etmek hangi vicdana sığar! Sen benim annem falan değilsin, senden her gün daha fazla nefret ediyorum! Duydun mu beni daha fazla, hiç azalmıyor! Derin’in abisine çarpıp kaçtın, küçücük çocuğun gözleri önünde abisini ölüme terk ettin! Kim kurtardı seni o zaman o aşığın olacak şerefsiz mi, kim?
Genç adam içinde duyduğu öfkeden dolayı evi inleten ses tonuyla bağırırken Zeynep’te şaşkınlıkla, ne yapacağını bilmeden onları izliyordu. Derin’in abisine vurup kaçan kadının Kerem’in annesi olduğunu öğrenmeyi hiç beklemiyordu. Nasıl bu kadar kötü olabilmişti? Kerem gibi bir adamın annesi gerçekten bu kadar vicdansız olabilir miydi? Adamın hep benim annem değil o, varlığı ya da yokluğu benim için bir anlam ifade etmiyor deyişinin nedenini şimdi daha iyi anlayabilmişti genç kadın. Yatakta iki büklüm cenin pozisyonunda bacaklarını karnına çekmiş ellerini de sıkıca kendisine sarmış kadını izledi bir müddet. Gözlerini sıkıca yummuş kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. Onun acı çektiğinin farkındaydı ama bunca kötülükten sonra bu ne işe yarardı ki?
Hemşire olduğunu anladığı kadının hızla adamın yanına gidip konuşmaya başlamasıyla düşüncelerinden sıyrılabilmişti.
-Kerem Bey yapmayın yeterince üzüldü ve yorgun Nergis Hanım.
Kerem kafasını iki yana sallayıp ateş saçan gözlerle hemşireye bakarken;
-Üzgün öyle mi? Onda vicdan var mı ki üzgün olsun? O ancak bizim hayatımızı mahveder, insanların hayatının içine sıçar başka bir bok bilmez! Dedi.
Aynı anda odada daha önce kadının duymadığı bir ses doldu kulaklarına.
-Kerem yeter! Seni aradığıma pişman etme beni.
Dün akşam Nergis, Derin’i yıllar sonra tekrar görünce onların apar topar gitmesinin ardından kriz geçirmiş sakinleştiricilerden sonra ancak yatıştırabilmişlerdi. Ekrem durumdan oğlunun haberdar olması gerektiğini düşünmüş sabah onu aramış, durumu anlatmıştı. Bir müddet müdahale etmemiş ancak onun öfkesinin dinmeyeceğini anlayınca artık onu durdurma gereği hissetmişti. İlk an kendisi de durumu kavrayamadığı için Selim’i aramış ondan konuyu öğrendiğinde bir süre ne tepki vereceğini bilemeden boş gözlerle bakmıştı etrafına. Nergis ile hiçbir zaman sağlıklı bir diyalogları olmamıştı, ona ne kadar ılımlı yaklaşsa da kadın daima kendisinden nefret etmişti bunu hep hissetmişti. Bir müddet sonra çocuklarım için varlığına katlanabilirim demiş onun ile asla bir arpa boyu yol kat edemeyen ilişkilerini artık iyileştirebilmek için bir çaba göstermemişti. Defne için varlığına katlanmış, kızının kalbinin kırılmaması için karısının ihanetine rağmen boşanmayı ertelemişti. Defne’nin ölümünden sonra ise boşanmış olsalar da onun günden güne daha da kötüye giden psikolojisi adamın ona sırt çevirmesine engel olmuştu. Kendi ailesi kesinlikle kadını kabul etmezken kendisinin de onu yalnız bırakması vicdanını sızlatmıştı. Aynı evin içerisinde yıllarca onu görmemeye sesini duymamaya özen göstermiş ama başka bir yere de gönderilmesine müsaade etmemişti. Kerem hep onu yanında tutma başka bir eve gönder dese de bunu yapmamıştı. Kendi içinde bunun sebebini çok sorgulamıştı Ekrem, “Onu görmek dahi istemezken neden yanında tutuyorsun?” sorusunu çok sormuştu kendi kendine. Bu evlilikte kendisi de babasının kurbanı olmuştu ama karısına bunu hiç anlatamamıştı. Yıllarca onun suçlayan, nefret dolu bakışlarına maruz kalmıştı. Kendisi alışmıştı belki ama bunu çocuklarına da yapıyor olması içinde tarifi zor acılar hissetmesine neden olmuştu. Kendi ailesinin ya da o zamanki sevgilisinin kendisini istemiyor oluşuna şaşırmamış eğer kendisi de sırt çevirirse onlardan bir farkının olmayacağını anlamıştı. Ona en büyük cezanın yanında tutmak olduğunu anladığında gitmesine izin vermemeye karar vermişti. O acıyı pişmanlığı hep yaşasın, her gün daha fazla acı çeksin istemişti içten içe. Kendisine karşı gaddar olmasına tahammül edebilirdi ama çocuklarına karşı böyle bir tutum sergilemiş olmasına asla anlayışlı kalamamıştı. Kendi başına onlara hem anne hem baba olmaya çalışmış bundan asla şikayet etmemişti. Defne öldükten sonra artık ona karşı içinde ufacık da olsa merhamet kırıntısı kalmamıştı, bunu oğluna yansıtmamıştı belki ama bu kendisi için inkar edilemez bir gerçekti. Dün Selim’den duydukları canını o kadar çok yakmıştı ki böyle bir kadın ile evlenmesine neden olduğu için hem babasına mümkünmüş gibi daha çok öfke duymuş hem de babasına boyun eğdiği için kendisinden bir kez daha nefret etmişti.
Kerem babasının sesi ile bakışlarını hızla ona çevirirken Zeynep’te bir Kerem’e bir de ilk kez gördüğü bu adama bakıyordu. Duyduklarının şaşkınlığını hâlâ üzerinden atabilmiş değildi. Kerem’in öfkeden kızarmış yüzü ve hissettiği acıdan dolayı yaşaran gözleri kısa bir an kadının gözleriyle buluşmuş ardından hızla Ekrem’e dönmüştü.
-Bu kadın artık burada kalmayacak, nereye giderse gitsin umurumda değil ama artık senin yanında kalmayacak! Sakın bana o senin annen deme bu kadın benim hiçbir şeyim değil baba!
Ekrem oğlunun aksine sakin çıkan ses tonuyla konuşmuştu.
-Yarın sabah gidecek.
Kerem böyle bir cevap beklemediği için şaşkınlık yaşarken yatakta hâlâ aynı şekilde yatan kadın da bu cevapla mırıltılarına son vermiş gözlerini yavaşça aralamıştı. Zeynep’in gözleri Nergis’inkilerle buluştuğunda acı çeken, pişmanlık duyan bir çift gözle karşılaştı. Kendisi ise boş gözlerle bakmıştı, bu kadına acıyamıyordu. Zaten kendisi de kendine acınmasını istemiyordu farkındaydı. Kerem’in odadan çıktığını fark etmesiyle o da hızla peşinden gitti. Aşağıda kapının önünde babasıyla bir şeyler konuştuğunu fark ettiğinde ise az önce hızla çıktığı merdivenleri yavaşça inmişti.
-Söylediğim gibi yarın bu evden gidecek oğlum, merak etme. Lütfen sen Derin ve Selim ile ilgilen, onlara çok mahcubum. Bazı şeyleri değiştiremiyoruz maalesef onun hataları bizim kamburumuz olacak daima, keşke o kızcağızın acısını dindirebilsem abisini geri getirebilsem ama yapamıyorum oğlum elimden hiçbir şey gelmiyor.
Zeynep onların yanına gitmekte acele etmese de adamın söylediklerini duymuş mümkünmüş gibi daha çok üzülmüştü. Kerem’in kime benzediğini şimdi daha iyi anlıyordu, fiziki olarak saçları dışında babasının bir kopyası gibiydi ve düşünceli olması, davranışları da ona benziyordu. Ekrem genç kadını fark ettiğinde yüzünde mahcup bir gülümseme oluşmuştu.
-Merhaba kızım sen Zeynep olmalısın, Kerem’in anlattığı kadar güzelsin.
Zeynep utangaç bir gülümseme ile karşısındaki adama bakarken kısık çıkan sesiyle;
-Merhaba, iltifatınız için teşekkür ederim demişti.
Kerem öfkesini onların bu diyaloğu ile kısa bir an da olsa unutmuş yüzünde oluşan tebessümle onlara bakmıştı. Bir müddet daha sohbet ettikten sonra vedalaşıp ikisi adamın yanından ayrıldığında arabada uzun süre sessizlik hakim olmuştu. Zeynep ne söylemesi gerektiğini bilemiyor hem Kerem adına hem de Derin adına üzülüyordu. Derin’i de çok merak ediyordu ama arayıp ne söyleyecekti bilemiyordu.
Aslında Derin’i o andan beri bir saniye olsun yalnız bırakmayan Selim’de onu nasıl teselli edeceğini bilemiyordu. Dün hızla oradan çıktıktan sonra Selim onu kendi evine getirmiş, gece eve dönmesine izin vermemişti. Derin sanki o anları tekrar yaşamış gibi acı duyarken Selim’de elinden bir şey gelmiyor oluşuna lanet etmişti. Ona daha öncesinde olanları anlattığı için adam onun neden bir anda bu kadar kötü olduğunu kavramakta zorlanmamıştı. Kadının “Bu o kadın” dediğini duyduğunda aklına gelen şeyin olmamasını dilemiş olsa da kısa sürede bunun doğru olduğunu fark etmişti. Eve geldiklerinde genç kadın saatlerce koltukta ağlamış sonunda uyuyakalmıştı. Derin o günü ilk anlattığında onları orada bırakıp giden kadının vicdansızlığına lanet etmiş, öfke duymuştu. Bunun Kerem’in annesi olabileceği ise hiç aklına gelmemişti. Annesini Kerem’in anlattığı kadarıyla tanıyordu, onun sevgisizliği, merhametsizliği adamı çok etkilemişti ilk anlattığında. Kendi annesi o kadar sevgi dolu bir kadındı ki bir anne bu kadar gaddar olamaz demişti içinden. Fakat şahit olduğu şey bunun annelikten ziyade insan olmakla ilgili olduğunu anlamasını sağlamıştı. Hani her doğuran anne olamaz savı vardı ya bu da herkesin insan olamayacağının göstergesiydi sanki. Genç adam tüm gece sevgilisinin başında beklemiş onun sayıklamalarını, iç çekişlerini üzüntüyle dinlemişti. Uzandıkları yatakta Selim onu kollarıyla sıkıca sararken kadın da sevgilisine sığınmış, uyumasa da onun sabaha kadar kendisine fısıltı halinde anlattıklarının ve dokunuşlarının rahatlatıcı etkisini hissetmişti. Sabah uyandıklarında Derin bir önceki güne göre dahi iyiydi. Selim ise kadının bu durumla ilgili Kerem’i sorumlu tutmasından korkuyordu. Genç kadın onun kaçamak bakışlarının farkındaydı ve bu yüzden tabağındaki peyniri çatalının ucuyla didiklerken bakışlarını tabağından kaldırmadan konuşmaya başlamıştı.
-Bu durumdan Kerem’i sorumlu tutamam, eminim o da böyle bir anneden doğmak istemezdi. Maalesef bazı şeyleri seçemiyoruz, kaderimiz deyip razı oluyoruz. Abimin gözlerimin önünde can vermesi benim en büyük travmam oldu, ona çarpıp kaçan o kadına çocukken her gece rüyalarımda nefretimi kustum ben. Benden ailemi, hafta sonu pikniklerimizi, abimi, annem ve babamın içten gülüşlerini almıştı o kadın… Dün onu o halde görünce nefretimin dipdiri o günkü gibi olduğunu fark ettim ama o kadınla sadece bakışları benziyordu. Acınacak haldeydi ama etrafında zaten ona acıyan kimse yoktu, o zaten cezasını daha ölmeden çekmeye başlamış… Ben Kerem’i hiçbir günahı olmadığı bir suça ortak edemem, ailemin de aynı şeyleri tekrar yaşamasına dayanamam. Annemler bunu asla öğrenmeyecek, Kerem kendini suçlamayacak ve bu konu kapanacak. Ben bunu tek başıma atlatabilirim, abim de bunu isterdi.
Selim üzüntülü gözlerle sevgilisini izlerlerken onun söyledikleriyle yerinden kalkıp kadının yanındaki sandalyeye oturdu. Onu kendisine çekip sıkıca sarıldı önce, sonrasında da dudaklarını başının üzerine bastırıp konuştu.
-Sen yalnız değilsin, ben her zaman yanındayım.
Derin kollarını sıkıca adamın beline dolarken mırıldanır gibi konuşmuştu.
-İyi ki varsın, beni asla bırakma.
Kerem ve Selim telefonda konuşmuşlar aslında Kerem konuşamamış arkadaşına ne söylemesi gerektiğini bilememişti. Selim ise onu çok iyi anlamış, kendisini suçlamaması gerektiği konusunda dakikalarca dil döküp Derin’in de iyi olduğuna onu inandırmaya çalışmıştı. Zaman her şeyin ilacı olacaktı, Selim buna inanmak istiyordu.
Zeynep ve Kerem eve geldikten sonra adam hiçbir şey söylemeden artık bu evde kaldığı zamanlardaki odasına gitmiş odadaki banyoya girmişti. Bir yanı yalnız kalmak isterken diğer yanı Zeynep’i tek başına bırakmak istemiyordu. Hâlâ olanlara inanamıyordu, bir insan bu kadar kötü olabilir miydi gerçekten? Nasıl bu kadar taş kalpli olabilmişti, bu kadar mı nefret doluydu bu kadın? Derin’in abisine olanları Selim’den öğrenmiş ilk duyduğunda çok üzülmüştü bunun annesi olabileceğiyse aklına dahi gelmezdi. Akan suyun altında dudaklarından fısıltı halinde “Neden?!” kelimesi dökülürken yumruk yaptığı elini de banyo duvarına vurmuştu hırsla. “O kızın yüzüne nasıl bakarım ben?” diye geçirdi içinden. Selim ona Derin’in iyi olduğunu kendisini suçlamadığını söylemişti belki ama bunu kendi yapabilir miydi emin olamıyordu. Bir müddet sonra banyodan çıktığında altına eşofman giyip üzerine hiçbir şey giymeden yatağa uzanmış, bakışlarını da tavana dikmişti. Zeynep ise onu merak ediyor odaya girip girmeme konusunda kararsız kalıyordu. Bir süre sonra daha fazla dayanamayıp yavaşça kapının kulpunu kavradığında derin bir nefes almış kapıyı açmıştı. Yatakta sırtüstü yatan adam açılan kapı ile gözlerini kapatmış, genç kadın ise çekingen adımlarla yatağa doğru yaklaşmıştı. Yatağın ucuna oturduğunda birkaç dakika üzgün gözlerle onu izlemiş sonrasında ise içinden gelen isteğe engel olamayıp onun yanına uzanmıştı. Ona dönük bir şekilde bacaklarını karnına çekip ellerini de başının altına koymuş sessizce adamı izlemeye başlamıştı. Kerem yanında yatan kadına doğru dönüp yavaşça gözlerini araladığında onun kendisine üzgün bakan gözleriyle karşılaşmıştı. Bu hamlesi onu şaşırtsa da tepkisiz kalmayı tercih etmişti. Zeynep’te kendisine kızarmış gözleriyle bakan adamı izledi bir müddet, onun bu hali canını çok yakıyordu. Onun üzülmesini istemiyor, üzüldüğünü görünce kendisi de acı çekiyordu. Bugün yaşananlar kendisini de çok üzmüş, etkilemişti. Onun acısını dindirememek, hayal kırıklıklarına şahit olmak kendisini kötü hissetmesine neden oluyordu. Onu tanıdığından beri kendini kötü hissettiği her anda genç adam yanında olmuş, onu yalnız bırakmamıştı. Son günlerde daha da yakınlaşmışlardı ve kendi açısından aradaki duvarın yavaş yavaş yıkıldığını görüyordu. Ondan asla rahatsız olmuyor, onunla konuşmayı, gülmeyi, onun kendisine olan yaklaşımını, dokunuşlarını seviyordu. Onunla birçok duygu keşfetmişti, sevgisini o kadar güzel hissettiriyordu ki ona karşı koyamıyordu bazen. Bakışları kısa bir an çıplak göğsüne kaysa da yeniden yeşil gözlerle buluşturmuştu gözlerini.
-Lütfen kendini suçlama.
Kelimeler dudaklarından fısıltı halinde dökülürken Kerem’de onun gibi ona dönük bir şekilde kadının gözlerine baktı bir müddet konuşmadan. Canı çok yanıyordu ve bunu gizleyemiyordu.
-Yapamıyorum.
Karşısındaki adamın kendisi gibi fısıltı halinde konuşması mümkünmüş gibi daha çok üzülmesine neden olurken yeniden konuşmaya başladı.
-Kerem başkasının günahını asla bir başkası üstlenmemeli diyen, Sedef ile beni ayrı tutan sendin. Neden şimdi kendine bu haksızlığı yapıyorsun? Annenin günahını sen çekmeyeceksin Kerem, buna izin vermem.
-Derin’e her baktığımda onun ve ailesinin hayatını mahvedenin annem olduğunu hatırlayacağım, onun yüzüne tekrar bakamam. Kendimi çok çaresiz hissediyorum.
Derin’in onu suçlamayacağını biliyordu Zeynep, eve geldikten sonra Derin onu aramıştı. Aslında onun aramasına şaşırmıştı, kendisi yüz yüze konuşmanın daha iyi olacağını düşünüp Selim’den genç kadının iyi olduğunu öğrendikten sonra onu aramamış yarın yanına giderim diye düşünmüştü. Fakat Derin aradığında kendisinin iyi olduğunu, bunu atlatacağını söylemiş Kerem’in kendisini suçlamasına izin verme ben onu suçlamıyorum demişti. Zeynep hem şaşırmış hem de onun böyle düşünmesinden dolayı mutlu olmuştu.
-Derin seni suçlamıyor Kerem.
Sesi az öncekine nazaran daha yüksek çıkmıştı. Sesli bir nefesi dışarı bırakıp birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra yeniden konuşmaya başladı.
-Eğer kendini suçlamaya devam edersen seni asla affetmem, bu belki kendime de ceza olacak ama bunu yaparım Kerem.
Karşısındaki adam ona şaşkınlıkla bakarken kadın da ne kadar ciddi olduğunu belli eder bir şekilde onun gözlerine bakıyordu. Son cümlesinde onun da kendisinden uzak kalmak istemediğini, bunu ceza olarak gördüğünü dillendirmişti resmen. Az önceki çaresizliği kısa bir an da olsa kendisini unuttururken gözlerinden geçen o ışıltı kadının gözünden kaçmamıştı. Bunu bilerek yapmıştı başka türlü onun kendisini suçlamasına engel olamazdı. Aslında haksız da sayılmazdı, yeni yeni de olsa kendine itiraf edebiliyordu. Ondan ayrılmak ya da uzaklaşmak istemiyor daima yanı başında olsun istiyordu. Bir müddet ikisi de konuşmadılar, Zeynep onun tepkisini anlamaya çalışırken Kerem’de kendi içinde bir karara varmaya çalıştı. Belki de Zeynep haklıydı… Annesinin günahını kendi çekemezdi ama Derin’in yüzüne bakabilir miydi bilmiyordu. Selim’in dediği gibi zaman gerçekten ilaç olabilir miydi?
Genç kadına biraz daha yaklaşırken derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.
-İlk defa bu kadar çok adımı tekrar ettin.
Zeynep böyle bir çıkış beklemediği için şaşkınlıkla ona bakarken Kerem burukça gülümseyip onu kendisine çekmiş başını çıplak göğsüne yaslamasını sağlamıştı.
-Senin için çabalayacağım.
Zeynep adamın cevabı ile rahat bir nefes alırken uzanıp kendisi de onun çıplak beline sarmıştı kollarını. Şu an bu yakınlıklarını düşündüğünde asla rahatsız hissetmiyor aksine bu yakınlık ona huzur veriyordu. Yüzünü adamın göğsüne sürtüp derin bir nefes aldığında adamda kollarıyla onu daha sıkı sarıp başının üzerine bir öpücük bırakmıştı.
Birkaç saat sonra yataktan kalktıklarında beraber yemek hazırlamışlar, yemişler bunların hepsini uyumlu bir şekilde yapmışlardı. Zeynep onun kafasının dağılması için günlük şeylerden, okuldan konuşurken Kerem’de ona ayak uydurmaya çalışmış kafasındaki düşüncelerden başarabildiği kadarıyla uzaklaşmıştı. Onun çabasının farkındaydı ve bu onu inanılmaz bir şekilde mutlu ediyordu. Onun gözünde, kalbinde bir yer edinebilmişti bunu hissedebiliyordu artık. Şimdiyse birlikte salonda oturmuşlar bir dizi izliyorlardı. Belgesel tarzında çekilmiş toplumsal analizlere yer veren bir yapımdı ve ikisi de merakla takip ediyordu. Genç kadın elindeki elma dilimini kemirirken gözlerini ekrandan ayırmadan konuşmuştu.
-Burçin olsa şu an neler neler söylerdi, hiç gelemez böyle şeylere.
-Acı ama maalesef gerçek bunlar, hayatın her alanında adaletsiz davranan diğer tarafı ezen, halkın zaaflarından faydalanan bir kitle oluyor.
-Resmen dünyanın her yerindeler. Bazıları mensubu olduğu dini kullanarak yapıyor bazıları da toplumsal zaafları kullanıyor. Hak ya da eşitlik kavramı sadece kendileri için geçerli, kendi tekellerinde olan kavramlar haline geliyor.
-Kesinlikle öyle, bugün senin ülkeni yönetenler eline kutsal kitabı alır onu ideolojisine alet eder yarın başka bir ülkenin başkanı yapar bunu. Ülkeler ya da isimler değişir ama bu hep aynıdır, hastalıklı fikirleri ve dayatmaları devam eder. Eğitim seviyeleri yüksek toplumlarda daha azdır bu her zaman. Yani onlar demokrasi ve adalet kavramını somutlaştırabilirler bu kavramların ne anlama geldiğini çok iyi bilirler ama az gelişmiş ülkelerde seçmen seçtiği kişiyi oraya kendinin çıkardığının indirme gücünün de kendinde olduğunu dahi bilmez, aslında savunabileceği sağlıklı bir ideolojisinin olmaması bir boşluktur ve yönetenler bu boşluktan yararlanır. Onların dini duygularını ya da toplumsal açıdan yumuşak karınlarını saptayıp ona göre yaklaşırlar. Bugün bu ülkede bir yönetici 14 – 15 yaşındaki kızlar evlenebilirler dediğinde toplumun bir kısmı bunu olağan karşılıyor, biz bunu kabul etmeyip bu fikrin yanlışlığını savunuyoruz ama buna sıcak bakanlar var hem de azımsanamayacak kadar çoklar. Dini, kutsal kitabı bu hastalıklı fikirlere alet edip bunun toplum tarafından kabul görmesini sağlıyorlar. Emin ol hiçbir yönetici diline doladığı dinin ya da elinde tuttuğu kutsal kitabın asıl meramını görerek, bunun bilinciyle konuşmaz kendi hastalıklı fikirlerini halka bu şekilde empoze ederler. Düşünmeyi kendine yük görmüş insanlarda onlara inanıp daima itaat ederler. Aslında Kuran-ı Kerim’de Âl-i İmrân Suresi 78. Ayette bu istismarcılar için şöyle buyrulmuş;
“Onlardan bir zümre vardır, aslında Kitap'tan olmayan bir şeyi siz Kitap'tan sanasınız diye, dillerini Kitap'la eğip bükerler. O, Allah katında olmadığı halde, "Bu, Allah katındandır." derler. Bilip durdukları halde, Allah hakkında yalan söylerler.”
Kadın bölümün bittiğini belli eden jenerikle bakışlarını yanındaki adama çevirmiş kafasını onaylar bir şekilde sallamıştı.
-Haklısın, hayatımızın her alanında ve dünyanın her yerinde karşılaşılabilecek bir durum bu. Yüksek lisansta bir hocamız anket yapmamızı istemişti, İstanbul’da çeşitli semtlerde yapılacaktı. Sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan verilen cevaplar tasnif edilip yorumlanacaktı. Yöneticilerle ilgili sorular sorduğumuzda bazı kesim rahatsızlıklarını dile getiriyor mevcut durumun düzelmesi iyileştirilmesi için yöntem geliştirilmesi gerektiğini savunuyordu, ki bu en mantıklı olandı. Seçimle gelen eğer başaramazsa bir sonrakinde giderdi… Fakat bazıları öylesine fanatik olmuş ki artık körü körüne bir fikri, kişiyi savunmaya dönmüş iş. Bunların içerisinde ekonomik durumu iyi olanlar var ama sosyal ve kültürel açıdan çok zayıflardı mesela. Eğitim seviyesi yüksek olup kendi çıkarı uğruna yapılan yanlışları sineye çekenler de yok sayılamaz tabii. Bir arkadaş o zaman yaşlı bir adama demişti ki “Böyle yanlış şeyler de yaptılar bunların affı olabilir mi?” Adam direkt “Neden olmasın ki namaz kılıyorlar” cevabını vermişti. Bu ve benzeri kişilerde, toplumlarda din çok farklı algılanıyor göz önünde yaşanması, her şeyin halkın gözüne sokularak yapılması olağan görülüyor, takdire şayan olarak nitelendiriliyor. Bir de dini kullanarak terör örgütleri kurup hastalıklı ideolojilerini ortaya atarak bu düşüncelere ortak arayanlar var ki haberlerde görüyoruz dünyanın her yerinden bu oluşumlara insanlar katılıyor. Ataol Behramoğlu da bu durumu güzel özetlemiş;
‘Emeksiz zengin olanın
Kitapsız bilgin olanın
Sermayesi din olanın
Rehberi şeytan olmuştur’
Son mısrayı adam mırıldanırken genç kadın da derin bir nefes alıp kumandaya uzanmış, televizyonu kapatmıştı. Saatin geç olduğunu fark ederken yerinden kalkıp sehpanın üzerinde olan tabak ve bardakları aldıktan sonra mutfağa gitmiş bulaşıkları makineye dizmişti. Kerem onu kapı pervazına yaslanmış izlerken Zeynep’te işleri bitirmiş onun tarafına dönmüştü. Kendini garip bir şekilde çok huzurlu ve hep ait olduğu yeri sonunda bulmuş gibi hissediyordu genç adam. Çocukken kendi ailesinde anne ve babasını hiç sağlıklı bir diyalog kurarlarken görmemiş uzun süre evliliği böyle bir şey sanmıştı ancak sonrasında yakın arkadaşlarının anne babası arasındaki bağı görünce onları kıskandığını fark etmişti. Çocukken onlarla ilgilenen Melek annesi ve Sadık babası vardı ve onların arasında o kadar güzel ve güçlü bir bağ vardı ki onların yanında kendini çok mutlu ve huzurlu hissediyordu. Babası hep yanlarında olmuş onları asla yalnız bırakmamıştı belki ama o eksikliği hep hissetmiş bir yanı boş kalmıştı. Şimdi burada Zeynep’in yanındayken, az önce içeride onunla sohbet ederken yan yana oldukları her an tamamlandığını hissediyordu. Bugün olanlardan sonra onun çabası, yanında olduğunu hissettirmesi ona o kadar iyi gelmişti ki o olmasaydı bugünkü olanları tek başına kaldıramayacağını fark etmişti. Yüzüne yerleşmiş huzurlu bir gülümseme ile kadını izlerken Zeynep’te aynı gülümseme ile ona bakmıştı bir müddet. Işıkları kapatırken “Hadi yatalım artık” demişti mırıldanarak. Kerem onu onaylarken onun peşinden mutfaktan çıkmıştı. “İyi geceler” deyip odalarına gittiklerinde Kerem lavaboda işlerini hallettikten sonra tişörtünü çıkarıp bir köşeye atmış yatağına uzanmıştı. Zeynep’te kendi odasında lavaboda işlerini hallettikten sonra pijamalarını giymiş yatağına uzanmıştı. Bir müddet yatakta sağa sola dönmüş içindeki o sese kulak tıkamaya çalışsa da başaramamıştı. Bir yanı onun yanına gitmek istiyor ancak diğer yanı ona engel oluyordu. Sesli bir nefesi dışarı bırakıp yatakta oturur pozisyona geçtiğinde saçlarını karıştırıp üzerindeki yorganı hızla kenara attı. Yataktan kalkıp odadan çıktığında genç adamla burun buruna kalmayı hiç beklemiyordu. Kısa bir an ikisi de şaşkınlık yaşasa da adam durumu idrak edebildiğinde yüzünde oluşan gülümsemeyi gizleyememişti, demek o da yanına gelmek istemişti. Genç kadın karşısındaki adamın gülmeye başlamasıyla kendisi de gülümsemesine engel olamamış bir anlık cesaretle dudaklarını adamın dudaklarıyla buluşturmuştu. Kerem ondan böyle bir hamle beklemediği için kısa bir an şaşkınlık yaşamış ancak kendini toparladığında kadının dudaklarını şefkatle kavrayıp kollarını beline sarmıştı. Genç kadın dudaklarını kavrayan dudakların ve vücudunu saran kolların etkisiyle titrek bir nefes alırken onun kollarını sıkıca kavrama gereği hissetmişti. Adam dudaklarını kadının dudaklarından ayırmadan ellerini onun askılı pijamasından içeri sokup çıplak teniyle buluştururken Zeynep’te heyecanla titremişti. Genç kadının kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarparken adamın da ondan farkı yoktu. Kadın şu an ne hissettiğini tam olarak adlandıramıyor, daha önce keşfetmediği duyguların yine onunla, onun sayesinde içinde filizlendiğine şahit oluyordu. Kerem ise yanlış bir şey yapmaktan korkuyor, kendi içinde sürekli kendine telkinlerde bulunuyordu. Dudaklarını zorlukla genç kadınınkilerden ayırabildiğinde ikisi de bir müddet konuşmamış odada sadece nefes alışveriş sesleri duyulmuştu. Genç adam az önce dudaklarını ayırdığı dudaklara küçük bir öpücük daha bıraktıktan sonra kadının elinden tutup onun yatağa yatmasını sağlamış ardından kendisi de yanına yattığında bir süre birbirlerine dönük bir şekilde konuşmadan birbirlerini izlemişlerdi. Zeynep, Kerem’in davranışlarından, kendisine olan yaklaşımından dolayı daha da rahatlarken yavaşça ona doğru yaklaşıp başını göğsüne yaslamıştı. Genç adam bunu bekliyormuş gibi kollarını ona sararken kadında ona biraz daha sokulup parmak uçlarını çıplak göğsünde gezdirmeye başlamıştı. Bir müddet daha sessiz kaldıktan sonra sessizliği bozan kendisi olmuştu.
-Sen neden sürekli üzerin çıplak yatıyorsun?
Kerem onun bu sorusuyla kıkırdarken kısa sürede onu cevaplamıştı.
-Bilmem böyle uyumayı seviyorum, hiç nedenini düşünmedim güzelim. Az önce bir anlık kararla yataktan kalkıp kapına geldiğim için tişörtü giymeyi unutmuşum.
-Fadime babaannem görse böbreklerin üşür hasta olursun uşağım derdi.
Kadının dudaklarından dökülen kıkırtı kendisini de güldürürken onu daha sıkı sarıp;
-Sen böyle sarılınca ısınıyorum ben dedi.
Genç kadın adamın konuşmasıyla gülümseyip derin bir nefes aldıktan sonra onun çıplak göğsüne bir öpücük bırakıp gözlerini huzurla kapatmıştı.
Çalan kapı ile gözlerini aralayan genç kadın kolunu yan tarafa attığında boş olduğunu fark etti. Çatılan kaşları ile yatakta oturup etrafına bakınırken yeniden çalan kapı onu düşüncelerinden sıyırdı. Yataktan kalkıp çıplak ayaklarıyla hızla merdivenlerden indikten sonra etrafı yeniden kolaçan etmeyi de ihmal etmemişti. Dışarı çıkmış olabileceğini düşünüp gülerek az önce çalan kapıyı açtığında karşısında gördüğü kişi kısa bir an hayal kırıklı yaşamasına neden oldu.
-Zeynepçiğim uyandırdım mı? Sen erkenden gel demiştin ben de o yüzden bu saatte geldim.
Karşısındaki kadının mahcup bir şekilde konuşması onun hızla yanıt vermesine neden olmuştu.
-Yok Çiğdem abla olur mu öyle şey, ben uyanmıştım zaten. Yalnız bugün bizim ev değil yan komşumuzun evi için yardım isteyeceğim senden. Onlar şehir dışındalar evde kimse yok.
Kadın onu onaylarken o da konsolun üzerinden kendi evinin ve yan dairenin anahtarlarını almış onunla diğer eve geçmişti. Ona malzemeleri verip kendisi yeniden eve geldiğinde etrafta Kerem’i aramış ancak bulamamıştı. Telefonundan aradığındaysa cevap veren olmamıştı. Aklına kötü bir şey getirmeyecekti, işi olabilirdi. Yeniden odaya çıkıp duş aldıktan sonra yatağını kapatıp aşağı indi ve kahvaltı hazırladı. Yan daireden Çiğdem’i de çağırmış o geldikten sonra birlikte kahvaltı yapmışlardı. Zeynep’in zaman geçtikçe endişesi artıyor başına bir şey gelmiş olmasından korkuyordu. Selim’i de aramış ancak ona da ulaşamamıştı. Kapı çaldığında heyecanla koşsa da açtığında kapıdaki kişinin Çiğdem olduğunu görmüş yeniden hayal kırıklığına uğramıştı. Kadın işleri bitirdiğini söylediğinde teşekkür edip emeğinin karşılığını verdikten sonra kapıyı kapatıp bir süre sırtı kapıya yaslı bir şekilde öylece kalmıştı. Son arayışlarında Kerem’in de telefonu kapanmış, o lanet bant kaydı ile karşılaşmıştı. Dudaklarından fısıltı halinde “Neredesin Kerem?” cümlesi dökülürken duyduğu kapı zili hızla kapıyı açmasına, açarken de endişesi ve merakını aleni bir şekilde belli eden “Kerem” isminin dökülmesine neden oldu.
Karşılaştığı kişiler ona üzgün gözlerle bakarken o da titreyen dudaklarıyla “Kerem’e bir şey mi oldu?” diye sormuştu.
Burçin kollarını arkadaşının boynuna dolayıp onu rahatlatmak istediğini belli eden ses tonuyla konuşmaya başladı.
-Hayır canım o iyi merak etme ama annesi sabaha karşı ölmüş. Seni ona götürmeye geldik.
Zeynep arkadaşına şaşkınlık ve korkuyla bakarken bir müddet sonra kendisine gelebilmiş çanta, hırka ve anahtarlarını aldıktan sonra onlarla beraber evden çıkmıştı. Bir süre sonra hafta sonu ve havanın güzel olması nedeniyle arada duraksayan trafikte sahil kenarında bir yere gelmişlerdi. Zeynep soran gözlerle onlara bakarken Tuna gözleriyle ona onay verdiğinde kadın aldığı onay ile hızla arabadan inip barakaya doğru gitmişti. Açık olan kapıdan içeri girdiğinde yaşlı bir adam mutfak tezgahının önünde bir şeyler yapıyordu.
-Merhaba
Yaşlı adam elindeki demliği kenara bırakıp sesin geldiği yöne döndüğünde genç kadını görünce gülümsemiş onun kim olduğunu bildiği için fazla bir şey söylememişti.
-Hoş geldin kızım, Kerem dışarıda şu kapıdan çıkabilirsin yanına.
Zeynep hızla kafasını aşağı yukarı sallayıp diğer kapıdan dışarı çıktığında artık akşam olmak üzereydi. Genç kadın etrafa bakındığında kumsalda oturmuş denizi izleyen adamı görmüş, ilk adımları hızlı olsa da sonrasında adımlarını yavaşlatmıştı. Sonunda yanına ulaştığında sessizce yanına oturmuş bir müddet ne söylemesi gerektiğini bilememişti. Uzanıp elini tuttuğunda adam da bir şey söylememiş başını onun omzuna yaslamıştı. Dakikalar sonra kadının dudaklarından bir mırıltı halinde çıkmıştı kelimeler.
-Ben çok üzgünüm.
Zeynep kurduğu cümlenin saçmalığını düşünüp kendine kızdı.
-Neden?
-Yani annen...
Ne demesi gerektiğini bilemedi. Nasıl teselli edebilirdi ki? Dün olanlardan sonra onun söyledikleri yüzünden kendini suçlamasından korkuyordu. Titrek bir nefesi dışarı bırakıp konuşmaya devam etti;
-Kendini suçlama.
-Ben ne hissetmem gerektiğini bilmiyorum, bu çok garip. Bugün annemim öldüğünü öğrendim ama ben üzülemiyorum, bu beni daha çok üzüyor galiba… Bir insanın annesi öldüğünde canından can gitmiş olması gerekir ama ben böyle hissedemiyorum Zeynep.
Gözünden bir damla yaş süzülürken bakışlarını da genç kadına çevirmişti. Kadın onun bu haline dayanamazken uzanıp kollarını boynuna sarmış adamın başını göğsüne yaslamasını sağlamıştı. Kerem mümkünmüş gibi ona daha çok sokulurken kollarını da sıkıca kadının beline sarmıştı.
-Hiçbir şey için kendini suçlama, senin böyle hissediyor olman senin suçun değil Kerem. Hangi evlat böyle bir şey yaşamayı ister ki? Annenin hatalarının bedelini sen ödeyemezsin, onun yanlışları senin vicdan yükün olamaz. Sen o değilsin ki sen Keremsin ve benim tanıdığım Kerem harika bir insan.
Bir müddet ikisi de sessiz kaldı, dalga seslerini ve martıları dinlediler. Akşam çöktükçe serinleyen hava Kerem’in doğrulmasına neden olurken kadının da kalkmasına yardımcı oldu. Birlikte barakaya döndüklerinde yaşlı adamda bardaklara çay dolduruyordu.
-Geldiniz mi çocuklar, ben de sizi çağıracaktım. Hadi taze çay var yiyecek bir şeyler de hazırladım, oturun yahu davet mi bekliyorsunuz?!
Yaşlı adamın sakince konuşmaya başlayıp sonunda huysuzca bitirmesi Kerem’in alışık olduğu bir şeydi ve onun huysuzca söylenmesi dudaklarından bir kıkırtı dökülmesini sağlamıştı.
-Zeynep sen henüz Sadık baba ile tanışmadın değil mi?
Genç kadın kafasını olumsuz anlamda salarken yaşlı adamla tanışmışlar sohbet eşliğinde bir şeyler atıştırıp çaylarını içmişlerdi. Kerem telefonunun çalmasıyla dışarı çıkarken kadın da arkasından üzgün gözlerle bakmıştı bir müddet.
-Siz Kerem’in annesini tanıyordunuz değil mi?
Yaşlı adam sakince başını sallayıp “Tanırdım” demişti sadece. Bir müddet sonra sesli bir soluk verip yeniden konuşmaya başlamıştı.
-Çok garip kadındı, kendi dahil hiç kimseyi sevmedi bana göre. Ekrem Bey kötü bir adam değildi, o da babasının kurbanı oldu ama Nergis Hanım çok bencil yaklaştı bu duruma. Ben hiç çocuklarla ilgilendiğini, onlara şefkat gösterdiğini görmedim. Bizim Melek Hanım ile çocuğumuz olmadı ama biz Kerem ve Defne’yi evlat bildik, elimizde büyüdü ikisi de. Ekrem Bey ilgilenirdi çocukların her şeyiyle çocuklara hem ana hem baba oldu. Melek Hanım çok hayıflanırdı Nergis Hanım’ın böyle davranmasına “İnsan evladına hiç nefretle bakar mı bey, bu kadına bu sabiler n’aptı?” derdi hep. Babasına olan öfkesini nefretini çocuklarından, Ekrem Beyden çıkarmaya çalıştı ama o da Defne öldükten sonra yaptığı yanlışın farkına vardı. Kendisi de Defne öldükten sonra o evde cezalandırıldığının farkındaydı, Ekrem Bey onu iyiliğiyle, merhametiyle cezalandırdı. Bana bir keresinde “Kendimden geçtim ama çocuklarımıza bir defa şefkat göstermedi buna dayanamıyorum Sadık, affedemiyorum” demişti. Kerem onun ölümüne üzülemediği için bugün böyle durgundu, söylemedi bana ama ben biliyorum. Defne’nin ölümü onu o kadar hırçınlaştırdı ki annesine her gün daha çok öfke ve nefret hissetti, senin karşına çıkmasının altında bile öfkesi var. Senin Sedef’in ikizi olduğunu öğrendiğinde bana gelmişti. Ne yapacağını bilemiyordu “Ben şimdi kimden hesap soracağım” demişti. Yıllarca Sedef’e ulaşacağı günü bekledi, dillendirmedi belki ama bunu hissettirdi. Ekrem Bey İstanbul’dan giderse belki unutur, biraz olsun yumuşar dedi ama olmadı. Sonunda onu bulduğunu sanırken seninle karşılaştı. Bana senin için “Ona her baktığımda Defne’yi görüyorum, Sedef’e olan nefretimi hatırlıyorum” demişti. O zaman ona “Gönlün nasıl bakıyor bir de ona sor” demiştim. Bir müddet gelmedi buraya sonunda bir gün geldiğinde “Gönlüm gözlerimi kör ediyor” demişti. Sen şifası oldun onun kızım, Defne’nin kaybını da annesinin yanlışlarını da seninle atlatabildi, huzurlu bir adam oldu senin yanında.
Kadın karşısındaki adamı sessizce dinlerken titrek bir nefesi dışarı bırakıp onun ela gözlerine baktı bir müddet. Sonunda yüzünde oluşan buruk gülümseme ile konuşmaya başladı.
-Biz birbirimizin şifası olduk, kendi küçük kıyametlerimizin ortasında birbirimizi bulduk, iyileştirdik.
Zeynep ve Kerem eve geldiklerinde her zamanki gibi odalarında duşlarını almışlar sonra tekrar bir süre salonda oturmuşlardı.
-Sabah Burçin ve Tuna gelecek.
Genç adam onu biliyorum der gibi onaylarken kadın az öncekine nazaran daha da kısılan sesiyle konuşmaya devam etti.
-Selim ve Derin’de gelmek istiyor.
Adam bakışlarını hızla yanında oturan kadına çevirdiğinde “Şu an hazır değilim” der gibi bakıyordu.
-Sürekli kaçamazsın biliyorsun değil mi?
-Kaçmıyorum sadece şu an Derin ile karşılaşmaya hazır değilim.
Zeynep onun huysuzca itiraz edişine burukça gülümserken oturduğu kanepeden kalkmış adamın da elini tutup kendisini takip etmesi için yönlendirmişti. Salonun ışıklarını kapatırken bir yandan da konuşuyordu.
-Tamam canım, şimdilik bunu kabul ediyorum ve bir şey demiyorum o halde.
Zeynep onun odasını geçip onunla merdivenleri tırmanırken adamın da yüzünde geniş bir gülümseme oluşmuştu, yine beraber uyuyacaklardı. Birlikte odaya geldiklerinde Kerem yine tişörtünü çıkarmış birbirlerine dönük bir şekilde yatağa yatmışlardı. Birkaç dakikalık sessizlikten sonra adam aklındakini sormuştu muzipçe.
-Gerçekten senin canın mıyım?
Genç kadın gülümseyerek adamın çıplak omzunda parmak uçlarını dolaştırırken ona biraz daha sokulmuş çenesine ufak bir öpücük bırakmıştı.
“Ben senin; sevgilin, eşin, baban, ağabeyin, arkadaşınım. Biri gitse biri kalır. Seni hiç bırakmayacağım.”*(1)
Kerem ondan böyle bir şey beklemediği için şaşkınlıkla ona bakarken Zeynep onun bu haline kıkırdayarak yeniden konuşmaya başladı.
-Bence sadece erkeklerin kadınlara şiir okuması çok saçma, bu düşünce, böyle bir beklenti içinde olmak çok yanlış. Ben çok sevdiğim o şairlerin şiirlerini, ezberlediklerimi kime okuyacağım? İçimde tutmak için ezberlemedim herhalde onları.
Kerem kısık sesli bir kahkaha atıp onu kollarının arasına çekerken Zeynep son sözünü söylemeyi ihmal etmemişti.
-Bu senin artık bana şiir okumayacağın anlamına gelmiyor, eğer öyle bir hata yaparsan canına okurum Kerem.
*
Genç kadın nefesini düzenlemeye çalışırken göğsünde yatan onun gibi nefesini düzenlemeye çalışan adamın saçlarını okşadı bir müddet. Az önce yaşadıkları, hissettikleri aklına geldikçe hem utanıyor hem de içinde yeni tanıştığı o duygunun yeniden baş göstermesine neden oluyordu. Tutkuyu hiç böylesine yoğun hissetmemiş daha öncesinde hiç böyle bir şey yaşamamıştı Burçin. Bu yaptığı belki de yanlıştı, ondan ayrılması gerektiğini düşünürken onunla sevişmesi aptallıktı ama biliyordu bu hayatında ilk ve sondu. Bir ömür kalbinde taşıyacaktı onu ve bunu onunla yaşamak istemesi kadar doğal bir şey yoktu. Gözünden bir damla yaş kayıp saç diplerine karışırken kendisini hızla toparlamış onu dikkatle izleyen adama bakmıştı yüzüne yerleştirdiği gülümseme ile.
-İyi misin?
-Çok iyiyim, sen nasılsın?
Genç adam yüzüne yerleşen geniş bir gülümseme ile onu kollarının arasına alıp dudaklarına kısa ama etkili bir öpücük bıraktıktan sonra “Harikayım, muhteşemim, bomba gibiyim” demişti.
Kadın onun neşe ile şakımasına kıkırdarken kafasını iki yana sallayıp “Edepsiz imalar seziyorum” dediğinde adamda hızla onu altına alıp “O zaman biraz daha edepsiz olabilirim” diyerek yeniden dudaklarına kapanmıştı.
*
-Kerem nasıl?
-İyi yani annesi ile olan ilişkisini biliyorsun zaten yokluğu bir acı vermiyor ama bunun farkında olmak daha çok acı veriyor. Zamanla atlatacak…
-Onu görmek istiyorum.
-Bana kalsa görmelisin ama bu ona hazır değil Derin, ona biraz zaman ver… Annesinin yaptığına hazmedemiyor, sana karşı mahcup hissediyor.
-Annesinin günahını o çekemez, böyle sağlıksız bir düşünce olamaz.
-Canım kendisi de farkında bunun zaten, ki böyle bir düşüncesi olsa Zeynep ile şu an oldukları gibi olamazlardı. Sadece zamanla bazı şeyleri kabullenecek, belki bugün değil ama mutlaka bir gün kabullenecek zaman ver lütfen ona.
Kadın kafasını tamam anlamında sallayıp daha fazla bir şey söylemeden başını yeniden adamın omzuna yaslamıştı. O günden beri Selim’in evinde kalıyorlardı. Selim bu evi yalnız kalmak istediği zamanlarda kullanıyordu genelde. Son birkaç gündür de annesine eve gelmeyeceğini arkadaşlarıyla plan yaptığını söylemiş, olanlardan bahsetmemişti. Genç kadına yakın olmak, ona aynı anda uzak kalmaya çalışmak genç adam için bir hayli zor oluyordu. Aralarındaki sorun tamamen düzelmeden başlamak istemiyordu, onu çok özlemiş olsa da bunu başarabilirdi. Derin bunun farkında olduğu için onun yanında rahat davranmaya çalışıyor, elindeki tüm kozları kullanıyordu ama karşısındaki adamda resmen demirden bir irade vardı ve onun bir türlü inadını kıramıyordu. Aslında bu genç adam için kolay olmuyor kendi içinde fırtınalar yaşayıp, duygularını belli etmemeye çaba gösteriyordu. Derin düne göre bugün iyi olduğunu söyleyip spor yapmak istemiş adam da evindeki spor odasında bulunan aletlerle yapabileceğini söylemişti. Kadının beraber yapma teklifini kabul etmek hatası, onu spor yaparken izlemek ise daha büyük hatası olmuştu genç adamın. Bir ara nefesinin kesileceğini hissetmiş kendisini yeni yetme ergen gibi görmüştü. Sonunda kendisi için zulme dönen bu spor bittiğinde kendini soğuk duşa atmıştı genç adam.
Derin ise yaptığı bu hamlelerin adam tarafından geri püskürtülmesine sinir oluyor, inadına bu hamlelerini sürdürüyordu. Selim’in inadını kıracak hatasını anladığına bir gün mutlaka ikna edecekti.
*
Genç kadın yüzünde oluşan gülümseme ile kollarını iki yana açarken beline sarılan kollar ve göğsünün üzerinde olan baş gülümsemesinin daha da genişlemesini sağlamıştı. Kerem ise kollarının arasındaki kadını daha sıkı sararken pijamasının açıkta bıraktığı kadarıyla omzuna ve boynuna ufak ufak öpücükler bırakmıştı. Sonunda dudakları tekrar boynuna ulaştığında derin bir nefes alıp önce dilini dokundurmuş ardından diliyle ıslattığı dudaklarını yeniden kadının boynuyla buluşturmuştu. Zeynep onun bu hamlesiyle sesli bir şekilde yutkunurken kendini yatağa bastırma gereği hissetmiş farkında olmadan genç adamın ensesinde duran eliyle saçlarını çekmişti. Ufacık bir dokunuş nasıl bu kadar yoğun hissettirebilirdi anlamıyordu. Öncesinde yaşadığı şey kendisi için acı ve utançtan ibaretken Kerem ile yaşadığı küçücük bir an onu bambaşka boyutlara taşıyor, ona inanılmaz bir haz veriyordu. Ondan korkmuyor, daha önce yaşadıklarının tekrarı olmayacağını artık biliyordu. Adam kollarının arasındaki kadının tepkisini anlamak için kafasını kaldırıp onun gözlerine bakarken genç kadının cevabı onu kendisine çekip dudaklarını birleştirmek olmuştu. Kerem onun bu hamlesine karşılık vermiş olsa da onun hâlâ hazır olmadığını düşünüyordu, ne olursa olsun onu incitecek bir şey yapmamaya özen gösterecekti. Dudaklarını yavaşça onun dudaklarından ayırdığında aynı yavaşlıkta kadının askılı pijama üstünü çıkarmış bir köşeye fırlatmıştı. Kadının çıplak dolgun göğüsleri adama titrek bir nefes aldırırken ağır ağır ona yaklaşıp bir göğsünü dudaklarıyla diğerini ise eli ile kavramış usul usul okşayıp emmişti. Adamın ağır ağır hareket etmesi kadını hem çileden çıkarıyor hem de farklı bir boyuta sürüklüyor bir eliyle onu kendisine daha çok bastırırken diğer eliyle de yorganı sıkıyordu. Bir müddet sonra adam boşta kalan elini Zeynep’in alt pijamasının içine sokup ona yavaşça dokunduğunda kadının da dudaklarından kısık sesli bir inleme dökülmüştü. Genç adam hamlelerine usul usul devam ederken bir süre sonra dudakları aynı yavaşlıkta kadının az önce pijamasını çıkarıp bir köşeye attığı ve artık çıplak olan bacak arasını bulduğunda elleriyle de onun göğüslerini kavramıştı. Genç kadın ise bir eli adamın başında diğeri göğüslerinin üzerinde gezinen ellerinde onunla gidip geliyordu. Tutkunun daha önce hiç tatmadığı, asla tahmin etmediği bir boyutunu yaşarken dakikalar sonra doygunluğa ulaşıp kendini bıraktığında dudaklarından haz dolu bir inleme olarak dökülmüştü genç adamın adı.
Zeynep nefes alışverişlerini düzene sokmaya çalışırken Kerem’de çıplak göbeğine bir öpücük bırakıp başını göğsüne yaslamıştı.
“Sen esirliğim ve hürriyetimsin,
Çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin,
Sen memleketimsin.
Sen ela gözlerinde yeşil hareler,
Sen büyük, güzel ve muzaffer
Ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan hasretimsin…” *(2)
Adam az önce yaşadığı hazdan dolayı boğuklaşan sesi ile okuduğu şiirin ardından başını kadının göğsünden kaldırmış onun kendisine gülümseyerek bakan yüzüne birkaç öpücük bıraktıktan sonra kollarıyla sıkıca sarmıştı
Zeynep ve Kerem beraber kahvaltı hazırlarlarken her zaman olduğu gibi yine uyum içinde yapmışlardı işleri. Zeynep belli etmese de bunu çok seviyordu, onun düşünceli yaklaşımları sanki mümkünmüş gibi ona daha çok yakınlaştırıyordu. Sabah aralarında yaşananlar o kadar farklı ve güzeldi ki onun için aklına geldikçe hem utanıyor hem de o yoğun duyguları yeniden yaşıyormuş gibi kalbi yerinden çıkacakmışçasına çarpıyordu. Kerem her zaman, her yerde olduğu gibi yine düşünceli olmuştu. Yüzünde oluşan gülümsemenin kendisi farkında değildi belki ama yanında fırından çıkardığı börekleri tabağa alan adam farkındaydı.
-Neye gülüyorsun?
Önündeki küçük kaselere ev yapımı reçellerden koyan genç kadın onun sorusuyla düşüncelerinden sıyrılmıştı. Kısa bir an kendisine kıstığı gözleriyle bakan genç adama boş bir şekilde bakmış sonrasında yeniden yüzüne bir gülümseme yerleştirmişti.
-Hiç aklıma bir şey geldi.
Kerem börekleri yerleştirdiği tabağı tezgahta bir kenara alıp ona yeniden döndüğünde aralarındaki mesafeyi biraz kapatarak konuşmaya başladı.
-Ne geldi?
Zeynep onun kendisini sıkıştırmasına kıkırdarken “Sen işini yapsana birazdan Burçinler gelecek” demişti. Kaselerden birine de vişne reçelinden ekledikten sonra kavanozun kenarını parmağıyla temizleyip dudaklarına götürmüştü. Onun için alışılagelmiş bir hareket olduğu için farkında olmadan bu hareketi yaparken gözlerini kapatmış beğenisini belli edecek şekilde “Çok güzel olmuş” diye mırıldanmıştı. Kavanozların ağızlarını kapattıktan sonra bakışları kendisini izleyen genç adam ile karşılaştığında kısa bir duraksama yaşamıştı.
-Neden bana öyle bakıyorsun?
Adam titrek bir nefesi dudaklarından bırakıp ona doğru bir adım attığındaki mesafede neredeyse kapanmıştı. Genç kadın bir anda dibine giren adamla derin bir nefes alma gereği duyarken adam da aklındakini sormuştu.
-Nasıl bakıyorum? Ayrıca az önceki sorumun cevabını hâlâ alamadım.
Kadın onun bu haline gülerken kollarını boynuna dolayı;
-Her alanda her koşulda düşünceli olmanı düşünüyordum o sırada demişti.
Adam onun üzerindeki tişörtten yavaşça elini sokup belini okşarken;
-Mesela hangi koşullarda demişti muzipçe.
Zeynep yüzünde beliren geniş bir gülümsemeyle bir müddet onun kendisini izleyen yeşil gözlerine bakmış ardından dudaklarına dudaklarını bastırmadan önce mırıldanır gibi konuşmuştu.
-Hangisinden başlasam acaba?
Kerem hâlâ onunla böyle bir noktaya gelmiş olmalarına inanamıyordu. O kadar netti ki ilk zamanlar, kendisi hakkında asla fikirleri değişmeyeceğini düşünüyordu. Aslında yaşanan olaylar da biraz etkilemiş bu yakınlığın vesilesi olmuştu. Aynı evde kalmaları yakınlaşmalarında büyük etken olmuştu farkındaydı. Eğer yan yana olma imkanları olmasaydı kadının kendisinden sürekli kaçacağından emindi. Sabah yaşadıkları kadının artık kendisi hakkında olumsuz bir düşüncesinin olmadığının kanıtı olmuştu. Yine de dikkatli olmuş kadının daha öncesinde yaşadığı kötü anıları silebilmek için onu rahatlamak adına hamleler yapmıştı, başarmıştı da. Kollarının arasındaki kadını mümkünmüş gibi kendisine daha çok çekip onu tezgahla arasına sıkıştırırken çalan kapı onları durdurmuştu. Adam zorlukla dudaklarını kadınınkilerden ayırabildiğinde huysuzca mırıldanarak “Geldiler” demişti. Genç kadın onun bu huysuz söylenişine kıkırdarken yanağına sesli bir öpücük bırakıp onun kollarının arasından çıktıktan sonra otomatiğe basmaya gitmişti. Birkaç dakika sonra gelen arkadaşlarını karşılamışlar birlikte hazırlanan kahvaltı masasına oturmuşlardı. Burçin dün gece yaşananlardan sonra hem çok mutlu hissediyor hem de içinde gideremediği bir hüzün duyuyordu. Tuna ile yaşadığı hiçbir şey için pişmanlık duymuyor sadece bunun kısa bir süre sonra tamamen biteceği için derin bir üzüntü hissediyordu. Bir anda durgunlaşan arkadaşını kıstığı gözleriyle izleyen Zeynep ondaki bu durgunluğun nedenini anlamaya çalışıyordu.
-Değil mi sevgilim?
Burçin yanındaki adamın kendisine yönelttiği onay cümlesiyle düşüncelerinden sıyrılmış kısa bir an ona boş gözlerle bakmıştı.
-Ne dedin ben anlamadım dalmışım canım.
-Diyorum ki kahvaltıdan sonra Umay’ı arayalım, bugün konuşamadık küçük arkadaşımla.
Burçin her gün babaannesi de orada olduğu için onlarla görüntülü konuşurken Umay’da oluyor Tuna ile uzun uzun sohbet ediyorlardı. Onların aralarındaki diyaloglar, Tuna’nın küçük kıza olan yaklaşımı o kadar güzeldi ki genç kadın onları hayranlıkla izliyordu. Bunun farkında olan biri daha vardı, babaannesi. Yaşlı kadın onları izlerken torununun neler hissettiğinin farkındaydı, Burçin’in inadının onunla konuşmakla kırılmayacağını anladığı günden beri bu konu hakkında konuşmamaya karar vermişti.
Burçin sevgilisine gülümserken “Kahvaltıdan sonra ararız” demişti. Adam onun bu durgunluğuna anlam veremezken çattığı kaşlarıyla “İyi misin sen?” diye sormuştu sessizce. Burçin yüzüne yerleştirdiği geniş gülümseme ile “Evet, çok iyiyim” deyip önündeki börekten bir ısırık almıştı. Zeynep karşısındaki kadının durgunluğunun sebebini tahmin ettiği için bu durumu sorgulamamış.
-Zeynep yan daireyi temizlettirmeniz ne kadar doğru? Yani şikayetçi olunsaydı belki lehimize kullanabilirdik.
Burçin’in konuşmasıyla Zeynep sandalyesinde rahatsızca kıpırdanırken bir süre sonra arkadaşına açıklama yapmıştı.
-Belki de bilerek yaptı, ondan her şey beklenir. Lehimize sanacağımız o hamle aleyhimize sonuçlanırsa ne yapacağız? Bu riski alamazdım Kerem’de söyledi bunu ama olmaz, hem zaten o belgelerde her şey yazıyormuş onlar yeterli olacak bence.
-Arkadaşım güzel söylüyorsun ama o belgeleri de almaya yanaşmadın ki henüz, onlarda ne yazıyor onu da tam olarak bilmiyoruz. Gökşen ‘Zeynep belgeleri şu an alma konusuna yanaşmıyor henüz belgelerde ne yazdığını bilmiyoruz’ dedi. Nereye kadar kaçacaksın?
Burçin, Zeynep’in kaygılarının farkındaydı ama bu şekilde yapması sadece endişesini artırıyordu. Aslında genç kadın geçmişiyle, kendisi için koca bir kara delik olan o geçmişle yüzleşmeye hazır değildi. Sedef’in kendisine iyilik yapmış olabileceğine inanmıyordu, o asla ona karşı iyi olmamıştı ki? ‘Şimdi neden iyi olsun, neden bana bu iyiliği yapsın?’ deyip bu süreç olabildiğince ötelemeye çalışıyordu. Kerem’de, Burçin’de onun bu kaçışının farkındaydı ama bununla bir an önce yüzleşmesi gerekiyordu. Kerem kaçamak bakışlarla yanındaki oturan kadına bakarken Zeynep’te sıkıntılı bir soluk verip konuşmaya başladı.
-Kaçmıyorum Burçin, zaten kaçsam da en fazla o polise gidene kadar kaçabilirim. Benim tek korkum Umay’ı kaybetmek, onu kaybetmeyi göze alamam.
-Öyle bir şey olmayacak.
Kerem sakin ama net bir ses tonuyla söylemişti bunu. Yanındaki kadın ise onun aksine daha yüksek bir tonda karşılık vermişti ona.
-Nereden biliyorsun?!
-Çünkü buna izin vermem! O lanet belgelerde ne olduğunu öğrenebilsek belki daha kolay olacak ama sen şu an onlarla yüzleşmeyi istemiyorsun. Senin korktuğun şey olmayacak, sana yeniden zarar veremeyecekler.
Genç adam hâlâ aynı ses tonuyla konuşurken bakışları da aynı şekilde sakin ve güven vericiydi. Onun sakinliği karşısındaki kadının daha da sinirini bozarken öfkeyle dudaklarından dökülen kelimeler sonrasında pişman olmasına sebep olmuştu.
-Sana ne! Sen kim olarak izin vermiyorsun?! Hem neye güveniyorsun ki, sen de onlar yüzünden çıkmadın mı benim karşıma? Senin bizim hayatımıza girmenin altında bile onlar yatıyor! Ayrıca senin bir şey yapmana gerek yok ben hallederim zaten.
Konuşmasını bitirdiğinde yaptığı yanlışın farkına varmıştı genç kadın. Kerem ise her ne kadar onun söylediklerinden dolayı kalbi kırılsa da bunu belli etmemeye çalışıp burukça gülümseyerek “Evet biliyorum zaten yapabileceğini” demişti.
Zeynep onun bu cevabından sonra daha fazla konuşamazken gözlerini kaçırmış, bir müddet tabağındakileri didiklemişti. Burçin masada bir anda oluşan gerginliği dağıtabilmek için;
-Hayatım hadi siz Kerem ile terasa çıkın, biz de burayı toplayıp kahve yapalım dediğinde Tuna onaylar bir şekilde kafasını sallamış ardından iki adam mutfaktan çıkmışlardı.
Zeynep sıkıntılı bir nefesi dışarı bırakıp elleriyle yüzünü kapatırken öfkeyle “Başkasına gerek yok ben kendi huzurumu tek başıma bozuyorum zaten!” derken karşısında oturan arkadaşı da bir müddet konuşmamış onun kendi kendine söylenmelerinin bitmesini beklemişti. Sonunda genç kadın kendi kendine söylenmelerini bitirebildiğinde Burçin’de konuşmaya başlamıştı.
-Babaannem hep; ‘Boğazın dokuz boğum olmasının nedeni konuşmadan önce dokuz kere düşün diyedir, ağzından çıkacak kelam düşünmeden dökülmesin o dudaklarından’ der ama işte arada kaçıyor istemeden de olsa. Kerem kötü niyetli söylemediğinin farkında, bu belirsizlik seni yoruyor biliyorum ama en kısa zamanda bitecek inan buna. Tabii senin de bir adım atman şart bu konuda yoksa bu belirsizlik uzayıp gider.
-Ya o belgeler benim aleyhime olursa ya Umay’ı bizden alırlarsa o zaman ne yapacağım ben Burçin?
Burçin uzanıp arkadaşının elini güven vermek istercesine sıkarken;
-Biliyorum ondan asla iyi bir şey yapmış olmasını beklemiyorsun ama ben inanıyorum Zeynep. Sedef çok kötü şeyler yaptı, başta sen olmak üzere ulaşabildiği herkese zarar verdi ama öleceğini bile bile böyle bir şey yapmış olamaz. O gün Sacide Ebenin söylediklerini sen de dinledin halamdan sence böyle söyleyip buna rağmen o belgeleri aleyhine hazırlatabilir mi? Dedi.
Zeynep artık hiçbir şey bilmiyordu o kadar karışmıştı ki kafası bu kafa karışıklığı ona yanlış şeyler yaptırıyordu artık. Az önce Kerem’e söylediklerinden dolayı çok pişmandı ama söylemişti bir kere. Tek temennisi Burçin’in haklı çıkması ve genç adamın kendisini yanlış anlamamasıydı.
Diğer taraftan Kerem ise genç kadının kendisine söylediklerini isteyerek söylemediğini biliyor o kelimeleri şu an hissettiği endişeden dolayı sarf ettiğini kendine sürekli hatırlatıyordu. Bahçe salıncağında oturmuş dalgın gözlerle önündeki manzarayı izlerken sol çaprazında oturan arkadaşı da onu izliyordu üzgün gözlerle.
-Kerem iyi misin?
Adam bakışlarını önünde görünen deniz ve adaların manzarasından ayırmadan evet anlamında sallamış birkaç saniye konuşmamıştı.
-O şerefsizi bulmam lazım Tuna, hangi deliğe girdi bilmiyorum ama bulmam lazım artık. Selim’in amcasının bulduğu adreslerde yok adam sürekli yer değiştiriyor, Zeynep’i endişelendiren de bu belirsizlik zaten.
Burçin ve Zeynep’te masayı toplamışlar, kahve yapıyorlardı. Zeynep arkadaşının dalgın gözlerle ocaktaki bakır cezveyi karıştırmasını izledi bir süre.
-Niye kendine bunu yapıyorsun?
Burçin arkadaşının konuşmasıyla kendisine gelirken bakışlarını ona çevirmiş ancak sonrasında neden böyle bir şey söylediğini idrak edebildiğinde tekrar bakışlarını önündeki cezveye çevirmişti.
-Nedenini biliyorsun bence bir şey konuşmaya gerek yok.
-Gerçekten şu tavrın çok saçma hayatında ilk kez bir adama aşık oldun, tamamlandın şimdi de saçma bir korku yüzünden onu nasıl terk edeceğini mi düşünüyorsun. Hani nerede o mantık abidesi Burçin, ne yaptın ona?
Burçin yanında ona onaylamayan gözlerle bakan kadına kısa bir bakış attıktan sonra;
-Mantığım bunu yapmamı söylüyor zaten Zeynep, ona bunu yapmaya hakkım yok. Benim asla çocuğum olmayacak ve onun çocuklar için nasıl çıldırdığını Umay ile olan iletişiminden sen biliyorsun. Adam daha sevişmemizin ertesi günü ‘Sence ne zaman çocuğumuz olur?’ dedi. Ben bu adama bu kötülüğü yapamam, evet çok seviyorum, hayatımda ilk kez aşık oldum ayrıldığımda kahrolacağım, üzüleceğim ama bunu ona yapmayacağım dedi.
-Bencilce düşünüyorsun arkadaşım, bunu onunla da paylaşmalısın. Hem anne olmak için doğurmana gerek yok, dışarıda binlerce çocuk var bakıma muhtaç olan, kurumlarda bir aile sahibi olabilmek için gözü kapıda yaşayan kaç çocuk var. Yapma lütfen Burçin, onun o cümleyi art niyetle kurmadığını sen de biliyorsun.
Burçin sıkıntıyla solurken kahveleri de fincanlara paylaştırmış cezveye musluktan su akıtmıştı. Bunları yaparken bir yandan da Zeynep’e savunmasını yapmaya devam ediyordu.
-Onun kötü niyeti olmadığını biliyorum zaten. Ayrıca evet ben de doğurmadan da anne olunabileceğine inanıyorum ama o inanıyor mu Zeynep? Asıl mesele bu işte benim yüzümden belki de istemediği bir şeyi kabullenecek, kendi çocuğu gibi göremeyecek belki de.
Zeynep kafasını iki yana sallayıp onun bu düşüncesine katılmadığını belli ederken uzanıp tepsiyi aldıktan sonra mutfaktan çıkmadan önce son sözlerini söylemişti.
-Çok pişman olacaksın Burçin. Eğer onunla bunu paylaşmazsan, ona fikrini sormazsan o zaman daha büyük bir yanlış yapmış olacaksın. Tuna seni böyle bir şey için asla bırakmaz bunu sen de biliyorsun. Sen bunu gurur meselesi haline getirmişsin farkında değilsin, kalbine danışsan o sana doğru yolu gösterecek aslında ama sen inatla onun söylediklerine kulağını tıkıyorsun bu konuda.
Zeynep elindeki tepsiyle terasa çıktığında Burçin’de elinde tatlı atıştırmalıkların olduğu tabakla peşinden gitmişti. Tuna ve Burçin’in kahvelerini yan yana ortadaki geniş sehpanın üzerine bıraktıktan sonra kendi fincanını da bırakıp diğer fincanı kendisini izleyen adama uzatmıştı. Az önceki çıkışının pişmanlığı gözlerinden belli oluyordu genç kadının, o mahcup bir halde kahveyi adama uzatırken Kerem’de onun bu haline burukça gülümsemişti. Ona kahvesini verdikten sonra kendi kahvesini de alıp adamın yanına oturduğunda bir müddet yanındaki adama kaçamak bakışlar atmıştı. Tuna’nın sorusu bakışlarını ondan çekmesine neden olmuştu.
-Bu yaz İtalya’ya gidelim mi?
Kerem fikri beğendiğini belli eden bir sesle “Bence harika olur, tekneyle gidebiliriz. Selimlere de söyleriz” dedi, sonrasında da ekledi “Derin’den bir ömür boyu kaçamayacağımın ben de farkındayım o zamana kadar bunu atlatabileceğimi düşünüyorum”
Zeynep kahvesinden bir yudum aldıktan sonra “Başımızdaki belayı savmayı başarabilirsek güzel bir tatil olabilir. Hem Burçin ile gitmeyi istiyorduk biz de, hatta geçen yıl her şeyi ayarladık ama son dakika benim bir seminere katılmam istendiği için gidememiştik.”
-Özellikle üzüm bağlarının olduğu bölgeyi merak ediyorum ben, şarapları çok güzel.
-Söyleseydin hayatım benim evde var üç şişe Chianti şarabı.
Genç kadın ışıldayan gözlerle yanındaki adama dönerken;
-Gerçekten mi! Buradan çıktıktan sonra sana gidip şarapları alacağız o zaman. Onu Mert getirmişti bana iki yıl önce oradan biliyorum aslında Fransa’da tattığımız şarapların yerini hiçbiri tutamaz. Zeynep ile gittiğimizde ikişer şişe almıştık o zaman, üç yıl olacak neredeyse. Bu Chianti şaraplarında üzümler elle toplanıyormuş tek tek, o zaman Mert sırf bunun için Floransa’ya gitmişti dedi.
Tuna, Mert’in adını duyunca yüzünü buruşturmaktan kendini alıkoyamamış sevgilisi onun bu haline göz devirmişti.
-Sen yeter ki iste hayatım gideriz, ayrıca Fransız şaraplarımızda mevcut. Annem ve babam sağ olsun kan yapar niyetine içtikleri için hiç ekşimiyor şarabımız. Ayrıca Kapadokya ve Süryani şaraplarının da hakkını yemeyelim lütfen.
Zeynep ve Kerem aynı anda “Kesinlikle katılıyorum” derken Zeynep bu duruma kıkırdamadan edememişti.
-Bu yılda İran’a gidecektik. Verzene çölünde yıldızları izleyecektik. İsfahanTahranKashan’da ki camiler, tarihi yapılar ve çarşıları gezecektik.
-Ben gittim ama seninle yine giderim hayatım.
Genç kadın bakışlarını hızla yanındaki adama çevirirken o da kadının bu haline gülüp “Tüm Ortadoğu ülkelerini gezmiştim. Sadece Amerika’dan ibaret değil gezilerim yani.” demişti.
“Bizim hep Zeynep ile yurtdışı maceralarımız, hele bir Hollanda anımız var ki…“ O sırada karşısında oturan arkadaşı ona uyaran gözlerle bakarken genç kadın ona aldırış etmeyip konuşmaya devam etmişti “Herkes gibi bizde Amsterdam’a gidince Red Light District’i merak ettik ama biz bir yanlış yaptık sadece ikimiz gece gittik, zaten Dam Meydanı’na yakın bir yerdeydi. Öncesinde biraz magic mushroom da yemiş olabiliriz tabi, aslında çok yemedik ama bünyeler alışkın olmayınca tabiri caizse çarptı galiba. Zeynep en son bana vitrindeki kızlardan biri için ‘Bu kız beni çağırıyor, sence içeri gideyim mi?’ diye soruyordu. O gece orada nasıl vazgeçtik hâlâ tam olarak hatırlamıyoruz ikimiz de ama neyse ki otele dönmüşüz, sabah odamızda uyanmıştık.”
Zeynep utançla yüzünü kapatırken Kerem onun bu haline kıkırdayıp “İçeri girmediğine emin misin? Oradaki kızlar fazla davetkar oluyorlar” demişti. Tuna ve Burçin kahkaha atarken Zeynep’te sinirden kızaran yüzüyle “Sen o davetlere karşılıksız kalamadın galiba?!” diyerek karşılık vermişti adama.
Kerem dayanamayıp kahkaha atarken onu göğsüne çekip başının üzerine de bir öpücük bırakmış, genç kadın da az önceki sinirini çoktan unutmuştu.
Tuna ve Burçin Zeyneplerden çıktıktan sonra önce Tuna’nın evine gitmişler şarapları almışlardı. Tuna yanına birkaç kıyafet de aldıktan sonra tekrar Burçinlere dönmüşlerdi. Burçin yol boyunca Zeyneplerde yaptıkları görüntülü görüşmeyi düşünmüştü. Umay onlara Keremlerin atı Rüzgâr’ı anlatmış Tuna ve Kerem ile uzun uzun konuşmuştu. Tuna çocukları bu kadar severken ona bu haksızlığı yapabilir miydi gerçekten? Zeynep’te babaannesi de aynı şeyleri söylüyorlardı ama bu ona bencillik gibi geliyordu. Babaannesi ona bir keresinde “Tuna’nın eğer böyle bir sorunu olsa o sana böyle bir şeyle gelse tepkin ne olurdu?” diye sormuştu. Genç kadın anında “Bu benim ona olan sevgimi azaltamaz ki bu bir sorun değil” demişti. Şimdi bunları düşününce yanlış mı yapıyorum acaba diye sormadan edemiyordu. Belki de Tuna’nın bu gerçeği öğrenince kendisine olan sevgisinin biteceğinden korkuyordu.
Tuna ise sevgilisinin durgunluğunu fark etmiş ancak bir müddet bu duruma sessiz kalmıştı. Eve geldiklerinde ikisi de banyo yapmış Burçin odasında giyindikten sonra mutfağa gitmişti. Şarabın yanına atıştırmalık bir şeyler hazırlarken adam da yanına gelmiş arkadan beline sarıldıktan sonra kadının yanağına dudaklarını bastırıp derin bir nefes almıştı.
-Şarabı aç istersen, havalansın biraz.
Burçin hem bir an önce konuşup bitirmek hem de bunu uzatabildiği kadar uzatmak, ondan ayrılmamak istiyordu. İçi öyle bir düğüm olmuştu ki hiçbir türlü çözemiyordu. Bu konuda hiç böyle bir çaresizliğe düşebileceğini düşünmemişti. Aslında kısa bir süreye kadar aşık olabileceğine inanmıyor, hayatının hep aynı şekilde gideceğine inanıyordu. Kafasını hafifçe iki yana sallayıp düşüncelerinden sıyrılırken yüzüne yerleştirdiği gülümsemeyle sevgilisine dönüp kollarını boynuna doladıktan sonra dudaklarına bir öpücük bırakıp “Çok iyiyim hayatım, hadi şimdi tirbuşonun yerini biliyorsun” demişti. Tuna emredersiniz der gibi kafasını hafif sallarken uzanıp kadının dudaklarına az öncekine nazaran daha uzun bir öpücük bırakmış ardından kendisine verilen görevi yerine getirmeye gitmişti.
Zeynep arkadaşları gittikten sonra çalışma odasında sınav haftasına girdikleri için soru hazırlarken Kerem’de bilgisayarından onun yanında kendi işlerini hallediyordu. Genç adam çalan telefonundan dolayı onu rahatsız etmemek için dışarı çıkarken o da bir müddet arkasından bakmıştı. Sabah yaptığı için pişman olmuş ancak bunu onunla henüz konuşma fırsatı bulamamıştı. Bu belirsizlik onu çok yoruyor, endişelendiriyordu. Sorularını hazırlamaya devam ederken bir müddet sonra adam da tekrar odaya girmişti, bu defa elinde iki tane kahve fincanı da vardı. Birini kadının önünde bıraktığında yüzünde oluşan gülümseme ile adama teşekkür etmişti. Kerem ise az önce kalktığı kadının çalışma masasının sol çaprazında kalan üçlü bordo koltuğa oturduğunda pufun üzerinde duran bilgisayarını da yeniden kucağına almıştı. Genç kadın fincanını alıp onun yanına gittiğinde onun işle ilgili bir şeyler incelediğini görmüş ona dönük olacak şekilde bağdaş kurup oturmuştu. Genç adam bir müddet daha bilgisayarda işlerini hallederken Zeynep’te bu sürede onu izlemişti. Bir müddet sonra yarısından fazlasını içtiği kahve fincanını yere bıraktığı sırada Kerem’de işinin bir kısmını halletmiş bilgisayarın kapağını kapatıp pufun üzerinde bırakmıştı. Bakışları buluştuğunda genç adam kendisine bakan kadına gülerek göz kırparken Zeynep’te ona doğru kaykılıp elini onun yanağına yerleştirmişti.
“Söylediğim o sözlerin hiçbiri doğru değildi, özür dilerim”
Genç adam yüzünü yan çevirip kadının avucuna bir öpücük bıraktıktan sonra onun elini kendi avucuna hapsetmiş bir süre onun biçimli yüzünü izlemişti.
“Biliyorum, bu yüzden unuttum bile”
Genç kadın onun mırıldanarak söylediği bu cümleyle burukça gülümserken uzanıp dudaklarını dudaklarına bastırmıştı. Onun geri çekilmesine izin vermeyen adam ise öpüşlerini derinleştirmiş kadının kanepede uzanmasını sağlamıştı. Dudaklarını yavaşça kadının dudaklarından ayırabildiğinde aynı yavaşlıkta kendini kanepe ve Zeynep’in arasındaki boşluğa bırakıp onu hafif üzerine çekmişti. Genç kadın da dudaklarını adamın dövmesine bastırdıktan sonra derin bir nefes alıp son birkaç günü düşünmüştü. Daha önce hiç ihtimal vermediği şeyleri yaşıyor, kendini inanılmaz huzurlu hissediyordu. Kerem’in de ondan farkı yoktu. Kollarının arasındaki kadını daha sıkı sararken derin bir nefes alıp yaşadığı anın tadını çıkarmıştı.
*
-Aklından geçenleri neden benimle paylaşmıyorsun?
Genç kadın elindeki şarap kadehine bakmaya devam ederken son yudumu da alıp sırtını göğsüne yasladığı adamın bacak arasına iyice yerleşmiş “Bence sana öyle geliyor“ diye mırıldanmıştı. Tuna onun son zamanlarda sürekli değişen ruh halinin farkındaydı, kendisine söylemediği bir şey vardı ama genç kadın bunu paylaşmamakta ısrarcıydı. Uzanıp kenardaki şişeyi aldıktan sonra önce genç kadının sonra kendisinin kadehlerini dikkatlice doldurduktan sonra şişeyi yerine geri bırakmış ardından genç kadını yeniden tek koluyla sarmıştı. Dudaklarını kadının ince boynuna bastırdığında derin bir nefes almış “Yarın iş için Ankara’ya gideceğim muhtemelen” demişti mırıltıyla. Burçin sırtını genç adamın göğsüne daha çok yaslarken adamın kendisini saran kolunu okşayıp “Ne zaman döneceksin?” diye sormuştu. Adam yüzünü genç kadının boynundan kaldırmadan boğuk çıkan sesiyle “İki en fazla üç güne dönebilirim” diye düşünüyorum. Burçin anladım der gibi kafasını sallarken adam da kafasını yavaşça kaldırmış çenesini kadının omzuna dayayıp bir müddet sessiz kalmıştı. Koltuğun kenarında olan cepte gördüğü kitap onu gülümsetirken uzanıp aldıktan sonra başını yukarı kaldırarak gözlerini kısarak bir şeyleri hatırlamaya çalışır gibi kaldı bir an.
“Yeme beni, yerim seni. Çörekotu, çömlek ötü. Manda, kuğu… Küt pat, geber yat. Aman etme darılırım… Gıdıklama bayılırım… Dayanamam sarılırım…”*(3)
Genç kadın onun söylediği alıntıyla kıkırdarken sonlarında o da mırıldanarak eşlik etmişti.
-Babaannem çok sever.
-Annem de öyle, çocukken beraber okurduk. İlk okuduğumuzda biraz ürkmüştüm aslında korkmuştum.
Kadın onun bu itirafı ile gülmeye başlarken kafasını çevirip sevgilisinin yanağına bir öpücük bıraktıktan sonra;
“Özüm doğru, sözüm doğru, korkutma bizi gözümün nuru.”*(4) demişti korkuyormuş gibi yaparak.
Tuna gülerek onu kollarının arasında daha çok sıkıştırırken boynuna birkaç öpücük bırakıp;
-Seni çok özleyeceğim demişti.
Burçin buruk bir gülümsemeyle ona dönüp bacaklarının arasında adamı aldıktan sonra kollarını boynuna dolayıp dudaklarını genç adamın dudaklarını yaklaştırırken;
“Özlediğin, gidip göremediğindir;
ama, gidip görmek istediğin
Özlem, gidip görememendir; ama
gidip görmek istemen
Özlediğin, gidip görmek istediğin-
ama gidip göremediğin
Özlem, gidip görmek istemen-
ama, gidememen, görememen;
gene de, istemen”*(5)
Burçin şiiri bir müddet sonra kalbinde hissedeceği özlemi düşünerek okurken Tuna o an bunu fark etmemişti.
*
Tüm hafta herkes için yoğun ve yorucu geçmişti. Bu arada Cuma akşam iş çıkışında Burçin, Zeynep ve Derin buluşmuşlar uzun uzun sohbet etmişlerdi. Derin o olayı atlattığını iyi olduğunu, ailesine öğrendikleriyle ilgili bir şey anlatmayacağını söylemişti. Artık eve geçtiği için Selim ile aynı evde kalamıyorlardı belki ama ufak tacizlerine devam etmeyi ihmal etmiyordu genç kadın. Fırsat buldukça ona gitmiş yeniden eskisi gibi olmaları için çabalamıştı, pek başarılı olmamıştı belki ama pes etmeyecekti. Onun bu çabası Selim’i memnun ediyor, bazen eğlendiğini bile hissediyordu. Tabii ki bunu genç kadınla paylaşmayacaktı, bir süre daha bu şekilde devam edebilirlerdi. Derin bazen bu işi eziyete çeviriyor, onu bir hayli zorluyordu ama bir müddet daha dişini sıkabileceğine emindi.
Konu Burçin’e geldiğinde onun yine değişmemiş fikirleri iki kadını sinirlendirirken Zeynep sonunda “Sende katır inadı var, ben yoruldum kendin sonunda hatanı anlayacaksın zaten” demiş konuyu kapatmıştı.
En son Zeynep’e geldiklerinde ise genç kadın Kerem ile aralarında olanlardan bahsetmiş eski kaygılarının artık kalmadığını anlatmıştı arkadaşlarına. İki kadın bu duruma sevinirken onun artık duygularını kabullenmiş olmasından da memnun olmuşlardı. Genç kadının yaşadıklarının kolay olmadığının farkındaydılar ve bu kaygıları ancak Kerem gibi bir adam yok edebilirdi, başarmıştı da. Ona yaklaşımı, düşünceli tavırları ile Zeynep’le arasında oluşan bağı ilmek ilmek işlemişti.
O akşam pazar sabahı kahvaltıda Zeyneplerde buluşmak üzere sözleşip ayrılmışlardı. Şimdi ise genç kadın uyanmış arkadaşları geleceği için mutfakta kahvaltı hazırlıyordu. Tepsiye dizdiği mahlepli poğaçaların üzerine bıçakla küçük çizikler atarken beline sarılan kollar yüzünde geniş bir gülümseme oluşturmuştu.
-Günaydın
-Günaydın güzelim, uyandırsaydın keşke yardım ederdim sana.
Genç kadın son poğaçanın üzerine de hafif çizikler attıktan sonra elindeki bıçağı kenara bırakıp yüzündeki gülümseme silinmeden ona dönmüş kollarını boynuna doladıktan sonra dudaklarına bir öpücük kondurmuştu.
-Bunları terasa taşımama yardım edersin sen de, hava çok güzel tam bahar havası.
-Tabii ki her zaman emrinize amadeyim.
Zeynep onun söylediğine kıkırdarken kolları arasından çıkıp önce poğaçaları fırına artmış ardından diğer işlerini yapmaya başlamıştı. Beraber kahvaltı masasını terasa hazırladıkları sırada kapı çalmış arkadaşları da gelmişti. Kerem ve Derin günler sonra karşı karşıya gelmişler genç adam ilk an ne demesi gerektiğini bilemeden mahcup ara ara kaçırdığı gözleriyle bakmıştı karşısındaki kadına. Derin onun bu haline dayanamayıp onun boynuna sarıldıktan sonra bir müddet öyle kalmış ardından mırıldanarak konuşmaya başlamıştı.
-Lütfen kendini suçlama, en iyi sen biliyorsun bir başkasının günahını suçu olmayana yıkmamak gerektiğini. Bunu kendine yapma sakın arkadaşım. Sen kendini suçlarsan, kaçarsan ben asıl o zaman üzülürüm.
Sanki günlerdir Zeynep ve Selim bunu ona söylememiş gibi bu cümleleri genç kadından duymak onun biraz olsun kendini iyi hissetmesini sağlamıştı. Kollarını ona sarıp onun gibi mırıldanarak “Çok teşekkür ederim” diyebilmişti sadece.
Hep birlikte terastaki masaya oturduklarında keyifli bir sohbet eşliğinde kahvaltılarını yapmışlar Umay’dan konuşmuşlardı. Zeynep kızını çok özlemişti ama sınav haftası olması dolayısıyla fırsat bulup gidememişlerdi. Hafta sonu için de cumartesi günü öğrencileri ile tüm gün ders çalışmış, onların yardım çağrısını kırmamıştı. Tabii yaşanan bir diğer gelişme banka kasasına gidilmesi ve Sacide Ebeden emanetlerin alınmasıydı. Zeynep cesaret edip içeriğine bakamasa da sonunda onları alabilmeyi başarmıştı. O pisliğin bir hamle yapmasını beklemek artık onu çok fazla yormuş ve engel olunamaz bir şekilde gerginleştirmişti. Bu konu açıldığında genç kadın mümkünmüş gibi daha fazla geriliyor, öfkeleniyordu. Onlar bu konulardan konuşup ne yapılabileceği konusunda Gökşen’e danışmakta fayda görürken çalan kapı zili Zeynep’in kaşlarının çatılmasına neden olmuştu. Genç kadın masadan kalkıp aşağı inerken Kerem’de dayanamamış merakından peşinden gitmişti. Kadın kapıyı açtığında kısa süreli bir şaşkınlık yaşarken hemen yanında duran adam da ona varlığını hissettirebilmek için uzanıp elini sıkıca tutmuştu.
*(1) Cemal Süreya
*(2) Nazım Hikmet
*(3) / *(4) Hüseyin Rahmi Gürpınar - Gulyabani Kitabı / Ben yazarın kitaplarını çok severek okudum, hâlâ arada okurum :)
*(5) Oruç Aruoba

Yorumlar