İkiz Nehirler-16
-Neden ikiniz
birden bana öyle bakıyorsunuz?
Zeynep elindeki
bardağı mutfak masasının üzerine bırakıp karşısında oturan Burçin ve Derin’e
baktı gözlerini kaçırarak.
-Bence sen bizim
neden baktığımızı biliyorsun. Hiç öyle bilmiyormuş numarası yapma dedi Burçin
ona sorgular gözlerle bakarken.
-Kerem ile ne
konuştunuz?
Derin’in sorduğu
soru ile yerinde rahatsızca kıpırdanırken;
-Hiçbir şey,
saçmaladı sadece dedi.
-Sana sevdiğini
söylemesi saçmalama değildir bence.
Derin’in söylediği
şey ile ne söylemesi gerektiğini bilemedi.
-Devrim hoca neden
geldi?
-Ben davet ettim.
-Neden peki? Ben
sana onunla ilgili bir şey söylediğimde lafı ağzıma tıkıyordun, ne değişti?
Burçin'in sorusu
ile derin bir nefes alıp;
-Ona hiçbir zaman
ümit vermediğimi biliyorsun bugün Karamel'i almaya gelince davet ettim sadece.
Onunla ilgili hiçbir şey değişmedi dedi.
-Peki Kerem?
Bu soru onun
yutkunmasına neden olmuştu. Kerem onun için koca bir düğümdü, çözülmesi
imkansız kocaman bir düğüm. Sıkıntılı bir nefes verirken önündeki çay
bardağıyla oynadı bir süre.
-Ona karşı hiçbir
şey hissetmediğine emin misin?
Burçin'in sorduğu
soru ile genç kadın kısa bir an başını kaldırmış olsa da şimdi yeniden eğmişti.
Kabullenemediği bir şeyi nasıl dillendirebilirdi ki insan? Kerem yine aynı şeyi
söylemiş, vazgeçmeyeceğim demişti. İçinde sanki hiç bitmeyecekmiş gibi
hissettiren bir şüphe vardı genç kadının ve ona sürekli ya bunları intikam için
yapıyorsa deyip ona güvenmesine engel oluyordu. Fakat aynı zamanda ona karşı
olan merakını, kabullenmek istemese de içinde filizlenen bu duygularını da
dizginleyemiyordu. Arkadaşları onun bu karmaşık duygularının farkında oldukları
için onun daha fazla üzerine gitmemişler konuyu değiştirip başka şeylerden
bahsetmişlerdi.
Diğer tarafta aynı şekilde
Selim ve Tuna'da Kerem'i sıkıştırıyordu.
-Zeynep'e ne dedin?
Geldiğinde yüzü kireç gibiydi.
-Onu sevdiğimi
söyledim.
Selim, Kerem'in
omuzuna gelişigüzel vurup;
-Heyt be! O ne
yaptı? Dedi.
Adam arkadaşının bu
haline göz devirirken;
-Kollarıma atladı
dedi.
-O da olacak
kardeşim biraz sabır sadece.
-Şimdi ne yapmayı
düşünüyorsun peki?
Tuna'nın sorduğu
soru ile derin bir nefes alıp;
-Teklifi kabul
edeceğim dedi.
Tuna ona
gülümserken;
-En doğrusu emin
ol, ilk başlarda pek kolay olmaz ama zamanla aranıza örmeye çalıştığı o
duvardan sızan ışık olacaksın emin ol dedi.
*
-Burası çok güzel!
-Seveceğini
biliyordum.
-Daha önce hiç
lunaparka gelmedim ki, ilk kez.
Burak bunu bildiği
için genç kızı buraya getirmişti. Onu mutlu edebileceği bir yerdi burası.
-Önce hangisine
binelim?
Burak’ın sorduğu
soruya Ahu sevinç ve şaşkınlıkla yanıt vermişti.
-Bilmem yani
hangisine binelim ki ben bilemedim.
Genç kızın bu
haline gülerken onun elini tuttuktan sonra;
-Gel hadi deyip
çekiştirdi.
Birlikte ilk
çarpışan arabalara sonrasında atlıkarıncalara dönme dolaba sırasıyla hepsine
tek tek bindiler. Genç kızın ise gözü hâlâ dönme dolaptaydı. Burak onun bu
haline gülerken elini daha sıkı kavrayıp;
-Hadi son kez dönme
dolaba binelim dedi.
Genç kız onun elini
tutuşu ufak bir dokunuşuyla nasıl da heyecanlanıyordu. Daha önce hiç tatmadığı
hisleri, hiç görmediği sevgiyi tecrübe ediyordu onunla. Erkeklerin kadınları
hep itip kakarak aşağılayarak bahsettiği bir evde büyümüş, daima değersiz
olduğunu hissetmişti. Fakat Burak ona her defasında ne kadar değerli olduğunu
hissettirmiş, ona önem vermişti. Sadece o değil ki, buraya geldikten sonra
tanıştığı tüm o güzel insanlar yapmışlardı bunu. Zaten bundan değil miydi onun
korkusu da? Onlara zarar gelir korkusuyla endişe etmiyor muydu? Herkes ona artık
zarar veremezler, güvendesiniz diyordu ama o inanamıyordu, içindeki bu korku
gitmiyordu. Ömrü boyunca onlardan korkmuştu, baba ve abi kelimeleri onun için
sadece korku ve nefretten ibaretti. Korkusu kendisinden çok bu insanların zarar
görme düşüncesindendi. Yanındaki gencin elini daha sıkı kavramasıyla
düşüncelerinden sıyrılırken kalbinin yine sanki birazdan çıkıp gidecekmiş gibi
attığını hissetti. Birlikte son kez dönme dolaba bindiklerinde en tepeye
çıkınca Ahu uzaktan görünen denize ve akşam olmaya başladığı için yanmaya
başlayan sokak lambalarının ışıltılarına baktı. Burak uzanıp onun dizinin
üzerinde duran elini kavrayıp parmaklarını genç kızın parmaklarına
kenetlediğinde Ahu ona heyecanını ele veren mavi gözleriyle baktı.
-Sana bir şey
soracağım.
Genç kız ona
merakla bakarken Burak’ta ona biraz daha yaklaşmış boşta olan elini kaldırıp
kızın uzun saçlarını parmaklarıyla hafifçe taramıştı.
-Biliyorum her şey
çok hızlı gelişiyor yani bu yaptığımla öyle olacak. Ben seni ilk gördüğüm
günden beri çok seviyorum Ahu. Ben... Yani sen...
Heyecanla sesli bir
nefesi dışarı bırakıp Ahu’nun gözlerinin içine baktı bir süre, o gözlerden güç
almak istedi.
-Gözleri ile bir
rüya yaşatan güzel kız... Benimle evlenir misin?
Genç kız
karşısındaki gence şaşkınlıkla bakarken O da alacağı cevabın merakı biraz da
kaygısıyla bakıyordu onun mavi gözlerine.
*
-Aldın mı tatlıyı?
-Aldım babacığım.
-Çiçek?
-O da tamam.
-Sen?
-Ben de tamamım.
-Annen?
-Hâlâ hazırlanıyor
babacığım.
Salim ağzının
içerisinde bir şeyler homurdanırken merdivenlerin oraya gidip üst kata doğru
bağırdı.
-Canımın hepsi bir
gel artık yola çıkalım.
Seda odadan çıkıp
koluna taktığı çantasıyla merdivenlerden yavaşça inerken;
-Sen Selim’den daha
heyecanlısın hayatım, seni evde mi bıraksak biz demişti ona takıldığını belli
ederek. Onlar hazırlanıp evden çıkarlarken aynı heyecan Derinlerin evinde de
vardı. Üzerindeki gözleriyle aynı renk olan mavi elbisesini düzeltip uçlarını
maşaladığı saçlarını da elleriyle havalandırdı. Gözlerinden belliydi heyecanı
genç kadının, Selim’in de ondan farkı yoktu biliyordu. Tüm gün saat başı aramış
biz ne yapacağız, ne alalım, nasıl olsun, şöyle olur mu böyle olur mu diye
başının etini yemişti. Selim’e güveniyordu ama hâlâ bazı konularda kaygıları
tam olarak bitmemişti, bir yerlerde içini kemirmekten vazgeçmeyen bir kurt
vardı. Bunun zamanla geçeceğine inanıyordu, hem en doğrusu o saçmalıkları
söyleyip duranlara kulak asmamaktı. Aynada kendine son bir kez baktıktan sonra
mutfakta hazırladığı yemekleri kontrol eden annesinin yanına gitti.
-Her şey çok güzel
görünüyor, ellerine sağlık anneciğim deyip annesinin yanağına bir öpücük
bıraktığında annesi de ona gülümseyerek baktı.
Babasının kendi
elleriyle dikip gözü gibi baktığı çiçeklerle dolu kış bahçesindeki geniş masaya
kuruldu sofra. Babası ısıtıcıları açtığı için sıcacık olmuştu. Her şey hazır
olduğunda Selimler de bahçe kapısından içeri girmişlerdi. Selim ardından annesi
ve dadısı en arkada da babası. Derin, annesi ve babası onları karşılamış
sonrasında bir müddet salonda oturmuşlardı. Salim, oğlunun anlattığı kadarıyla
İbrahim'in yaşadıklarını bildiği için ona nasıl olduğunu, basketbolun nasıl
gittiğini sordu. Kazadan sonra iyileşmiş olsa da Mustafa, İbrahim’in yurda
gitmesini istememişti ve şimdi onlarla beraber kalıyordu. Bu durum eşi Zehra’ya
da iyi geliyordu, yeniden oğulları yaşarken ki haline neşesine biraz olsun
kavuşabilmişti. Bir süre sohbet ettikten sonra Zehra’nın hazırladığı sofraya
geçtiler. Kadınlar birbirini daha yakından tanımak için sorular sorarken
erkeklerde arada onların konuşmalarına dahil oluyor arada kendi aralarında
konuşuyorlardı. Derin ve Selim göz göze geldiğinde ikisi de birbirlerine
gülümseyerek, sevgiyle baktılar. İbrahim'e çarptığı gün yaşadığı korku,
hissettiği acıyı düşündü genç adam. O gün hayatının en kötü günüydü belki ama
sonucu böylesine bir güzellik olmuştu.
*
"Senden ayrı
düşeli
Deli geziyum deli
Kar yağdı da
kapattı
Konuştumuz yeri
Ah ne olsa ne olsa
Bu sevdaluk olmasa
Yaşanmaz Türkiye'de
Karadeniz
olmasa"
Yaşlı kadın kuymak
için peyniri katarken bir yandan da türkü söylüyordu. Burçin sessizce telefonda
bir şeyler homurdanıp kapattıktan sonra mutfağa girip babaannesinin yanına
gittikten sonra önce yanağına bir öpücük bıraktı.
-Babaannem
günaydın, ben bir dışarı çıkıp geleceğim hemen.
Kadın anında kafasını
yana çevirip kıstığı gözleriyle;
-Nedenmiş o kuymak
yaptım bak dedi.
Tuna sizin oradan
geçiyordum apartmanın önünde durdum hadi gel seni de göreyim diye tutturmuştu.
Sanki bugün haftasonu değildi, sanki görüşmeyeceklerdi. Burçin kaçabileceğini
düşünüp "Hemen geleceğim" deyip mutfaktan çıkmak için hamle yaptı ama
aynı anda babaannesi;
-Dur bakalım
demişti.
Burçin havada kalan
ayağını yere bastıktan sonra gözlerini sıkıca kapayıp babaannesinin cümlesine
devam etmesini bekledi.
-Aşağıdakine söyle
yukarı gelsin.
Burçin sesli bir
şekilde yutkunduktan sonra;
-Aşağıda kimse yok
ki dedi kısılan sesiyle.
Babaannesi
gözlüklerinin ardından ona bakarken;
-Ben senin aldığın
nefesten ne hissettiğini bilirim, günlerdir canlı hamsi gibi divildiyorsun.
Aşık olduğunu anlamadım mı sandın dedi.
İçinden bir kez
daha “Babaanne senden korkulur” demişti. Bu kadından neden hiçbir şey
saklayamıyordu ki? Hem kendi daha yeni kabullenmişken o nereden anlamıştı aşık
olduğunu?
Burçin ondan
gözlerini kaçırırken;
-Ben şey... Dedi
ama devamını getiremedi.
-O yukarı gelmezse
ben aşağı ineceğim.
Burçin paçaları
tutuşmuş gibi hızla yerinde sıçrayıp telefonunu eline aldıktan sonra Tuna'ya
hemen yukarı gelmesini söylemişti. On dakika sonra tanışma seremonisi bitmiş
kahvaltı masasına oturulmuştu. Tuna ile Fadime babaanne iyi anlaşmışlardı.
Burçin orada yokmuş gibi Fadime babaanne, Tuna'ya onun yaptığı yaramazlıkları,
çocukluğunu anlatıyordu. Tuna'nın kuymakla verdiği mücadele Fadime babaanne ve
Burçin’i bir hayli gülmüştü. Aslında Burçin babaannesinin Tuna'yı
beğenmemesinden çok korkuyordu. Malum Tuna kıvırcık biraz uzun dağınık saçları,
kirli sakallarıyla babaannesi tabiriyle pek de eli yüzü düzgün durmuyordu.
Fakat ikisi çok iyi anlaşmış hatta Tuna ile dışarı çıkacaklarında Tuna önden
çıkıp aşağıda beklediğini söylediğinde babaannesi Burçin'e;
-Sevdim ben bu
uşağı sünepe oğlanlara benzemiyor demişti.
Burçin, Tuna'ya
babaannesinin onun sünepe oğlanlara benzemediğini söylediğini dediğinde Tuna
keyifle;
-Desene en zor
testi geçtim demişti.
Birkaç gün önce
Tunalarda geçen evlilik konusundaki sessizliğinden dolayı genç adam Burçin’in
bu konudaki düşüncesini öğrenmek istemiş ama genç kadın bir bahaneyle
geçiştirmişti. Tuna belki de erken olduğu için böyle yapıyor deyip çok üzerinde
durmasa da genç kadın bunun aralarında bir sorun olacağının farkına varmıştı.
*
Günler hızla
geçerken Zeynep'te dersten çıkmış odasında kitap okuyordu. Yeni yıla
girmişlerdi artık, her zamanki gibi bir plan yapmamışlar Burçin ve Fadime
babaanne gelmiş beraber yemek yiyip sohbet etmişlerdi. Tabii gecenin ilerleyen
saatlerinde Tuna kapılarına gelince Burçin kısa süreliğine aşağı inip adamla
görüşmüştü. O gün kendisine de “Mutlu yıllar” yazan bir not ve içinde küçük
ışıklandırmalı yılbaşı ağacı olan bir kar küresi gelmişti. Üzerinden bir isim
yazmasa da bunun kimden geldiğini tahmin etmek onun için hiçte zor olmamıştı.
Kafasını kurcalayan şeyleri göz ardı etmek istiyordu. Ahu’nun doğum gününde
olanlar ve öncesi, Kerem'in yaptıkları kafasını allak bullak etmişti. Kerem ile
geçirdikleri o gün, akşamı sonrasında olanlar, konuştukları şeyler,
paylaştıkları o kadar çok karıştırıyordu ki kafasını her seferinde istemeden de
olsa bunları düşünürken buluyordu kendini. Kapının tıklatılmasıyla kafasını
okuduğu, okumaya çalıştığı, kitaptan kaldırdı. Odaya giren Murad hocayı görünce
yüzünde bir gülümseme oluşurken onun arkasından giren kişiyi gördüğünde
yüzündeki ifade bir anda dümdüz bir hâl almıştı.

Yorumlar
Yorum Gönder