İkiz Nehirler-12


-Duydum ki benim için öldü demişler, halt etmişler. Söyleyin onlara efsane geri döndü!
Selim’in bir anda bahçeye hızla giriş yapıp söyledikleri herkesin gülmesini sağlarken İbrahim heyecanla yerinden kalkıp;
-Abi neredesin sen ya! Söz verdin, bekledim de seni o kadar ama gelmedin maçıma dedi.
Genç adam verdiği sözü tutamamış olmanın mahcubiyetiyle;
-Çok özür dilerim İbrahim, çok önemli bir işim çıktı o gün. Kaç gündür o yüzden gelemedim dedi. 
Sonra da Derin’e imalı bir bakış atıp;
-Birileri kayıp ihbarı için gazetelere ilan vereceğim artık diye mesaj atınca gelip iyi olduğumu herkese göstereyim dedim dedi.
Genç kadın umurunda değilmiş gibi davranıp omuz silktikten sonra;
-Haber alamayınca, İbrahim merak etti bu arada, mesaj attım ben de dedi.
Adam tek kaşını kaldırmış ona bakarken;
-He sen merak etmedin yani dedi.
Kadın yine ilgisiz görünmeye çalışıp;
-Neden merak edeceğim ki, en fazla geçen gün gazeteye çıktığın kadının yanındasındır dedi.
Selim onun ima ettiği şeyi anladığında yüzünü buruşturup iki adımda onun yanına geldikten sonra;
-Güzel gözlüm benim vallahi de billahi de o kadınla bir münasebetim yok dedi.
Sonra ne dediğini fark edince konuşmak için aralanmış dudakları ve şaşkın yüzüyle Derin’e baktı. Genç kadının yanında oturan Burçin ve Zeynep onların bu haline gülerken Derin az önce adamın ona söylediği şeyin şaşkınlığıyla bir süre konuşamadı. Selim’e karşı içinde adını koyamadığı hisler barındırıyordu. Gazetede yanında bir kadınla fotoğrafını görünce belli etmemeye çalışsa da delirmişti. Hayatında daha önce hiç hissetmediği bir kıskançlık sarmıştı tüm hücresini. Şimdi ise karşısındaki adamın cümleye "Güzel gözlüm" diye başlaması onu yeni bir heyecana sürüklemişti.
-Ben onu İbrahim'e söyledim.
Burçin yüzünü buruşturup Selim’e bakarken içinden "Tüy dikmesen iyiydi" dedi.
Derin’in annesi Zehra’nın elindeki börek tabağıyla dışarı çıkması bir anda konunun dağılmasını sağladı ve Selim’de boş sandalyelerden birine oturdu. Bir süre böreklerini yiyip çay içerken Selim cebinde titreyen telefonu ile masadan kalkıp biraz uzaklaştı.
-Efendim
-N'aber Selim, neredesin?
-İyi kardeşim Derinlerin yanına geldim, sen neredesin?
-İyi ben de Kerem’le beraberiz şimdi, bir yerlerde oturacağız. Sen de gel işin yoksa.
Selim uzaktan Zeynep'e kısa bir bakış attıktan sonra;
-Buraya gelsenize Tuna, Kerem'i de al gel. Ben sana konum atarım şimdi, Burçin'de burada dedi.
Tuna, Burçin’in de orada olduğunu öğrenince teklifi anında teklifi kabul ettikten sonra Kerem'e söylediğinde arkadaşı pek memnun olmamıştı ama çok kalmayız, Selim’i alır bir yere geçeriz deyip onu ikna etmişti. Tuna üç gündür Burçin ile görüşemiyordu, telefonlarına çıkmıyordu ortak toplantılara da katılmıyordu artık meraklanmaya başlamıştı. Hastanede her şey yolundaydı sonrasında aralarında bir problem de yaşanmamıştı ama genç kadın bir anda kendini Tuna’dan tamamen uzaklaştırmıştı. Yaklaşık yarım saat sonra Derin’in evinin önüne geldiklerinde Kerem arabayı park etti ve arabadan çıktılar. Birlikte evin bahçesine girdiklerinde Kerem, Selim’in anlattıklarına gülen Zeynep ile karşılaştı. Genç kadın bahçeye birilerinin girdiğini fark edince o yöne baktığında bakışları Kerem ile buluştu. O an nefesini kesildiğini hissetti, yutkunma gereği duydu. Yine aynı şey oluyordu, kalbinin gümbürtüsünden kulakları uğulduyordu. Kerem arkadaşlarının Zeynep’in burada olması ile ilgili bir şey söylememelerinden dolayı içinden onlara bir küfür savururken aynı zamanda günlerdir hasret kaldığı yüzü görmenin sevincini yaşıyordu.
Yanlarına gidip gitmemek arasında tereddüt etse de yanlarına hızla gelen Selim onun koluna girip;
-Hadi abi gelsenize, hava güzel olunca kaçırmayalım fırsatı dedik. Bahçenin tadını çıkarıyoruz dedi.
Kerem dişlerinin arasından arkadaşının kulağına fısıldadı;
-Seni geberteceğim Selim.
Adam ona samimi bir gülümseme ile;
-Sen bana kıyamazsın, hem biz susalım aşk konuşsun dedi sonra da onun küfretmesine engel olmak için elini Kerem'in ağzına bastırdı.
Tuna onların bu haline bıyık altından gülerken onlardan önce masaya gelip Zeynep, Derin ve İbrahim ile selamlaştı. Sonra da Burçin'in yanağına küçük bir öpücük kondurup;
-Nasılsın? Diye sordu.
Burçin günlerdir ondan köşe bucak kaçıyordu. O gün orada duyduklarını Tuna'ya nasıl açıklayabilirdi ki? Yani bu onun söyleyebileceği bir şey değildi ama aynı zamanda saklaması da doğru değildi. O gün en iyisinin oradan ve Tuna’dan kaçmak olduğunu düşünmüştü ama şimdi onu görünce bunun iyi bir fikir olmadığını anlamıştı genç kadın. Tuna ondaki durgunluğun farkındaydı. O gün şirkette asistanı Burçin’in geldiğini ancak bir süre sonra işi olduğunu söyleyip çıktığını söylemişti. Odaya girdiğinde masasında oturan babasını görmüş neler olduğunu sorduğunda kendisinin yeni geldiği ve bir şey bilmediği cevabını almıştı. O gün ve sonrasında ulaşmaya çalıştığında ise genç kadın sürekli bir bahane bulmuş onu geçiştirmişti. Tuna, Burçin'in yanına oturduktan sonra genç kadın cılız çıkan sesiyle;
-İyiyim diyebildi sadece.
Adam onun kulağına doğru yaklaşıp;
-Bu defa kaçmana izin vermeyeceğim, benden sakladığın her ne ise bugün hepsini konuşacağız dedi.
Burçin korku ve endişe ile ona bakarken ne söylemesi gerektiğini bilemedi ve kafasını tekrar öne eğdi.
Selim ise Derin’in yanına oturduğunda Kerem'e de Zeynep'in yanı kalmıştı ve kadın oturduğu yerde dikleşirken Kerem de Zeynep'in yanındaki sandalyeye oturdu.
-Selam
Zeynep yanına oturan adama kaçamak bakışlarla;
-Merhaba dedi.
Kerem onun yanına oturduğunda ilk önce rüzgarın ona getirdiği koku doldu ciğerlerine. Gözleri istemsiz bir şekilde kapanırken yeniden derin bir nefes alma ihtiyacı duydu, sonra yeniden. Artık onu bunaltmayacaktı, onun çizdiği sınırlar ve izin verdiği koşullar dahilinde ona yaklaşacaktı. En azından bir süre bunu yapmalıydı. Onu bu şekilde herhangi bir hesabı olmadığına ikna edebilirdi belki. Tuna'nın konuşmaya başlamasıyla bakışlarını ona çevirdi.
-Umay ne yapıyor, benim çirkin arkadaşım.
-İyi, O da seni soruyor. Tuna bana söz verdi ama yanıma hiç gelmiyor diyor sürekli.
Tuna ona gülümseyerek;
-Burçin ile beraber bir gün geliriz dedi.
-Aslında hep birlikte bir gün bizde toplanabiliriz. Halam da diyordu bir gün yemeğe gelsinler diye. Ahulara da söylerim hep beraber oluruz.
Herkes onun teklifini kabul ederken bir süre sonra Selim yanındaki kadına dönüp;
-Hadi seni bir yere götüreceğim dedi.
Derin ona kaşlarını çatmış bir halde bakarken;
-Nereye gideceğiz? Hem babam birazdan gelir okuldan dedi.
Adam onu elinden çekiştirip oturduğu yerden kaldırırken;
-Hadi kalk çok kalmayız söz, hem Zehra teyze benimle olduğunu söyler Mustafa amcaya dedi.
Derin "Peki" deyip masada oturan arkadaşlarına veda ederken onun çekiştirmeleriyle bahçeden çıktı.
Tuna ve Kerem onun bu heyecanlı haline gülüyorlardı, çünkü Selim’in yine ne işler peşinde olduğunu çok iyi biliyorlardı. İbrahim'de ödevlerini yapacağını söyleyip içeri geçtiğinde Tuna’da Burçin'e dönüp;
-Artık neler olduğunu anlatacak mısın bana? Babam mı bir şey söyledi, ben mi kalbini kırdım bir şey söyle dedi.
Burçin sıkıntılı bir nefes verip ona döndükten sonra;
-Gerçekten bir şey yok Tuna sonra konuşalım dedi ve oturduğu sandalyeden kalktı.
Çiçeklerle uğraşan Zehra’ya dönüp;
-Zehra teyze ben de gidiyorum görüşürüz sonra dediğinde Zeynep ona şaşkınlıkla bakarken;
-Bekle birlikte çıkalım nereye gidiyorsun dedi.
Tuna ondan önce davranıp;
-Senle değil benle gelecek O Zeynep. Benden her ne saklıyorsa bugün konuşacağız dedi.
Genç kadın, arkadaşı o gün duyduklarını ona anlattığı için hiçbir şey söyleyemedi. Burçin'e hak veriyordu bu öyle kolay söylenebilecek bir şey değildi. Tuna daha fazla bir şey söylemeden Burçin'in peşinden hızla giderken onun uzaklaşmasına izin vermeyip az önce masanın üzerinden aldığı Kerem'in arabasının anahtarıyla kapıyı açıp onu öne bindirdi. Sonra kendisi de hızla direksiyona geçti. Onlar evin önünden hızla ayrılırken Zeynep ve Kerem'de şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Kerem kıstığı gözleriyle Zeynep'e bakarken;
-Sen neler olduğunu biliyor musun? Diye sordu.
Zeynep tereddütle ona bakıp gözlerini kaçırırken Kerem’de onun konu her ne ise bildiğini anlamıştı. Bir süre bahçede sessizce oturmuşlar ancak şiddetlenen rüzgarla masanın üzerindeki tepsiyi alıp içeriye geçmeye hazırlanan Zehra;
-Çocuklar içeri gelin hava yağacak belli, aralık ayının güneş keyfi bu kadar olur, hasta olmayın demişti.
Zeynep ona gülümseyip;
-Ben kalksam daha iyi olacak Zehra teyze işlerim de var, sonra yine gelirim dedi.
Zeynep, Zehra ile veda edip bahçeden çıkarken Kerem'de vedalaşıp hızla onun peşinden gitti. Tuna'nın arabasını aldığını fark edince yüzünü buruşturup;
-Ah Tuna ah! Dedi.
Yolun ortasında durduğunu kulağına dolan korna sesiyle fark etti. Kafasını arabadan tarafa çevirdiğinde bir ömür bakmaktan bıkmayacağı gözlerle buluştu gözleri. Zeynep onun yoldan çekilmesini bekledi bir süre ama O aynı yerde dikilmeye devam ediyordu. Genç kadın daha fazla dayanamayıp penceresini açtıktan sonra;
-Kenara çekilmeyi düşünüyor musun ya da yalı kazığı gibi dikilmeye devam mı edeceksin? Diye sordu.
Kerem onun bu tepkisine kısa bir an şaşırsa da sonrasında yüzüne ufak bir tebessüm yerleştirip;
-Aslında Tuna arabamı götürdüğü için beni belki sen götürmek istersin dedi.
-Neden taksiye ya da toplu taşıma araçlarına alerjin mi var?
-Cüzdanım arabada kalmış.
Zeynep ona inanmadığını belli eden bir bakış atarken;
-İş adamı Kerem Sayguner beş kuruşsuz sokak ortasına kaldı desene dedi.
Kerem onun söylediğine göz devirip;
-Sadece cüzdanım arabadaydı ve arabamda Tuna'da dedi.
Zeynep kısa bir an düşündükten sonra;
-İyi yürüme git o zaman dedi ve arabayı geri vitese alıp geride kalan sokaktan dönüp yoluna devam etti. Kerem onun arkasından şaşkınlıkla bakarken sinirle karışık gülmeye başladı. Bunu bir başkası yapsa neler olurdu ama Zeynep olunca hiçbir şey yapamıyor, söylemiyordu. Aksine bu tavrı bile ona güzel geliyordu. Zeynep onu arabaya almak istese de bunun yanlış olduğunu düşünüp kendini vazgeçirmişti. Hem ondan uzaklaşmak, ona yaklaşmamak, onu düşünmemek isterken onu arabasına alması akıl kârı değildi. Elbette kendisi giderdi, hiç olmadı o yardımcılarından birini arardı. Ama ne olursa olsun kendisi arabasına almamalıydı yakın olmaları hiç iyi bir şey değildi, hele de kafası bu denli karışıkken hiç olmazdı. Tabi yağmur yağmasa Kerem için daha güzel olabilirdi. Bir anda şiddetli bir gök gürlemesi ile başlayan sağanak yağış Zeynep'in de bir an pişmanlık duymasına neden oldu. Aslında henüz ana caddeye çıkmamıştı ve alabilirdi. Fakat bu fikri kafasından silip yoluna devam etti.
Kerem bir süre yağan yağmurun altında yürüdükten sonra yanında duran araba ile o yöne kısa bir bakış atıp hızla arabaya bindi.
-Kerem Bey keşke bir yerde bekleseydiniz, çok ıslanmışsınız.
-Yok Sinan önemli değil, hem yağmur güzeldir yıllardır böyle ıslanmamıştım.
Kadın onu arabasına almayınca o da Sinan’ı aramış kendisini almasını söylemişti. Onu ne kadar çok özlediğini fark etmişti bugün kadını görünce. Farkındaydı aslında ama onu görmek bu özlemi daha da artırmıştı. Ona yakın olup ona dokunamamak, ona doya doya bakamamak genç adamı çok üzüyordu. Ama vazgeçmeyecekti ona sadece zaman verecekti, gerçekten Burçinlerin dediği gibiyse bir gün ona mutlaka bir şans verecekti.
*
Selim arabayı durduğunda yanında oturan genç kadı ona merakla baktı. Adam muzipliği elden bırakmayıp ona göz kırparken arabanın kapısını açmadan önce “Hadi bakalım sürprizi merak etmiyor musun?” dedi.
Derin onun ne kadar deli dolu biri olduğunu artık az çok bildiği için gülerek kafasını iki yana sallayıp “Acaba yine ne yaptın?” dedi.
Anadolu Kavağı tarafında denize karşı ağaçların arasında denizin eşsiz güzelliğini gözler önüne seren yeşilin ve mavinin iç içe olduğu bir yerdi burası. Derin etrafı hayranlıkla izlerken;
-Burası ne kadar güzelmiş dedi.
Adam onun mavi gözlerine tepeden topladığı kumral saçlarına hayranlıkla bakarken;
-Bence de çok güzel seninle birlikte daha da güzel dedi.
Kadın karşısındaki adamın sözleri ile kızarırken gözlerini kaçırıp yeniden bakışlarını manzaraya çevirdi. Bir süre sessizce önlerindeki manzarayı izlemişler, yağan yağmurdan sonra artan toprak kokusunu içlerine çekmişlerdi. Mevsimin kış olmasına rağmen hava o kadar da soğuk değildi. Selim yanlarına gelen garsona iki tane çay söyledikten sonra manzarayı izleyen Derin’i izledi uzun uzun. Adı gibi kendisi de bakışları da derindi. Ne kadar güzel olduğundan haberi var mıydı acaba? Selim içinden ‘Bu güzelliğin sadece ben farkında olmuş olayım bu gözler başkasına böyle derin bakmış ya da benim dışımda birine böyle güzel bakacak olmasın’ dedi. Kendinde ne ara bu kadar yer ettiğini kestiremediği kadını izlerken o ara çayları da gelmişti. Derin’in mavi gözlerinde bir hüzün belirirken çayından bir yudum alıp konuşmaya başladı.
-Eskiden babam bizi her hafta pikniğe götürürdü, havanın güzel olduğu her hafta sonu ya piknikte ya denizde olurduk. Annem çeşit çeşit pastalar börekler yapar sarma sarardı. Denize giderken yaptığı patatesli kek vardı, abim çok severdi… Hiçbirinin tadı o pikniktekiler gibi gelmiyor artık. Abimi o kazada kaybettikten sonra bir daha pikniğe gitmedik, annem kek, börek yapmadı. Zaten kendini uzun bir süre toparlayamadı… Yıllarca ona özlem duydum, abimin ardından yas tuttu.
Selim karşısındaki kadını şaşkınlıklar dinlerken dudaklarından sadece;
-Ben bilmiyordum cümlesi dökülebildi.
Genç kadın ona burukça gülümserken;
-Nereden bilecektin ki… Sana ilk zamanlar bu yüzden çok sert davrandım. Yani benim abim bir trafik kazasında gözlerimin önünde öldü… Ona çarpıp kaçan kadının yüzü zihnimden hiç silinmedi, abim gitti ama onun yüzü gitmedi zihnimden. O kadın benden ailemi aldı aslında… Pazar kahvaltılarımızı, pikniklerimizi, annemin ve babamın gözlerindeki ışığı yüzlerindeki tebessümü aldı. Sana öfke kusarken aslında o kadına kusuyordum, o vardı sanki karşımda. Senle onu aynı kefeye koymaya kalktım zihnimde ama yaptığım yanlıştı. O gün İbrahim’in yeniden seçmelere katılmasına vesile olduğunda o zaman anladım senin o olmadığını, senin kalbinin onun gibi olmadığını kavradım… Buraya gelince aklıma o günler geldi o yüzden böyle duygusal oldum herhalde kusura bakma dedi gözünden düşen iki damlayı hızla silip.
Adam oturduğu sandalyeden hızla doğrulup onun yanına geldiğinde oturduğu sandalyesini ona iyice yaklaştırıp;
-Canım benim ağlama lütfen… Ben çok üzgünüm yani teselli edebilecek bir cümlem olsa içindeki bu sızıyı dindirebilsem keşke dedi.
Derin kızarmış gözleriyle onu üzgün gözlerle izleyen adama baktı bir müddet. Bu adamdan ilk zamanlar nasıl nefret etmişti, içinde biriktirdiği tüm öfkeyi ona kusmak istemişti. Abisinin içinde bıraktığı acı o kadının orada onu bırakıp gitmiş olması bir olmuş hepsi bu adama patlamıştı. Şimdi ise o düşüncelerin hiçbiri yoktu ne aklında ne kalbinde. Seçmelere gittikleri gün onu izlerken anlamıştı Selim’in kalbinde kötülüğe yer olmadığını ve bu kabulleniş onun karşısındaki adama başka bir gözle bakmasına neden olmuştu. Onun hâlâ kendisine bakan kahverengi gözlerinin sıcaklığından bakışlarını ayırıp başını omzuna yasladı. Selim biraz çekinerek koluyla onu yavaşça sardığında genç kadın da omzunda duran başını daha da yerleştirip ona sokuldu. Bir süre sessizce denizi, geçen gemileri ve görünen ormanı izlediler yukarıdan.
Genç kadın aklına gelen şeyle kafasını Selim’in omzundan kaldırıp;
-Benim yüzümden sen söyleyeceğini söylemedin, ne oldu neden geldik buraya? Çok önemli bir şey söyleyeceğim demiştin dedi.
Selim sanki bunları kendi söylememiş gibi bir an boş gözlerle baktı karşısındaki kadına.
-Aaa şey ben… derken sonunda cesaretini toplayıp konuşmaya başladı. En iyisi bir solukta içindekileri dökmekti.
“Karşıma çıktığın gün benim hayatımın en kötü günüydü belki de yani bir çocuğun benim yüzümden zarar görmüş olması tam bir felaketti. Hatta senin tepkilerin beni tersleyişin beni o kadar sinir etmişti ki içimden ne kadar sinir bozucu bir kadın diye söyleniyordum sürekli… Zamanla annemin o gün söylediği ve bana saçma gelen ‘Senin şer bildiğinde emin ol bir hayır vardır’ cümlesinin ne kadar doğru olduğunu gösterdin bana. Ben aşkın en güzel halini annemle babamda gördüm. Benim adımın Selim olmasının nedenini öğrenince bunu daha iyi anlamıştım. Benim annemin adı Seda, babamın adı Salim ve adlarındaki birer heceyi alıp koymuşlar adımı. Babam henüz üniversitedeyken bir gün bir fotoğraf sergisine gidiyor ve orada Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun torunu Rahmi için yaptığı tabloyu görüyor. Altında şöyle bir not var; "Adımın yarısı, canımın hepisi, Rahmi Toruna, doğduğu için" Babamın o kadar çok hoşuna gitmiş ki bu naif düşünce benim doğacağımı öğrendiği zaman adımı o dakikada koymuş. Anneme hep canımın hepisi der. Ben senin içimdeki yerini kavradığımdan beri bunu düşünüyorum… Benim bu dünyada canımın hepisi diyebileceğim sen, adımın yarısı diye bağrıma basıp sevebileceğim senden gelen olabilir sadece. Benim canımın hepsi olur musun?”
Derin şaşkınlıkla karşısındaki adamı dinlerken kalbinin nasıl hızla çarptığını hissetti. O gün o kaza olmasa belki de hiç karşılaşmayacaklardı… Birbirlerinin hayatlarına hiç giremeden birbirlerinden habersiz bu dünyadan geçip gideceklerdi. Belki de kalbim hiç böylesine coşkulu çarpmayacaktı dedi kendi kendine. Selim ona beklentiyle bakarken onun bu haline gülümseyip masanın üzerinde duran elini kavradı ve yerinden çıkıp gidecekmiş gibi çarpan kalbine götürdü. Aslında bu hareketiyle cevabını da vermiş oluyordu Derin.
“Seninle hiç tanışmamış olsaydık kalbim hiç böyle coşkulu çarpmayacaktı belki de”
“Pişman mısın peki tanıştığına?”
“Asla, seninle yeniden o piknik günlerini iple çeken heyecanıma kavuştum ben”

*
Tuna daha öncesinde yaptıkları kaza ve Burçin'in korkusundan dolayı ne kadar sinirli olsa da arabayı çok hızlı kullanmamaya dikkat ediyordu. Sahilde bir yerde durduklarında Tuna, Burçin'e dönüp;
-Artık söyleyecek misin? Diye sordu.
Burçin elleriyle yüzünü sıvazlayıp;
-Tuna bak... dedi ama devamını getiremedi.
-Ne Burçin, ne oldu lütfen söyle artık?! Günlerdir benden kaçıyorsun, ben mi yanlış bir şey yaptım? Biri sana bir şey mi söyledi, babam mı üzdü seni o gün?
Genç kadın onun bu halini üzgün gözlerle izlerken gözlerini sımsıkı kapatıp kafasını iki yana sallayarak;
-Hayır kimse bir şey söylemedi, sen de yanlış bir şey yapmadın. Yapmazsın da dedi.
Derin bir nefes alırken ekledi;
-Babana kızma hiçbir konuda.
Adam çattığı kaşlarıyla ona bakarken;
-Babam ne alaka? Hani bir şey söylememişti dedi sorgular gözlerle.
Burçin kafasını kaldırıp arabanın tavanındaki camdan düşen yağmur damlalarını izledi bir süre. Sonra da gözlerini onun gözlerine dikip;
-Bunu benim söylemem ne kadar doğru bilmiyorum ama bunu bilmek senin de hakkın dedi.
Tuna ona merakla bakarken Burçin cesaretini toplayıp tekrar konuşmaya başladı.
-Annen... Meme kanseri... Ben o gün tesadüfen baban telefonda konuşurken duydum. Yani bana söylememem için ısrar etti ama bunu bilmen gerekirdi. İşleri sana devretme çabalarının nedeni annenin yanında olabilmek içinmiş…
Onu şaşkınlıkla dinlerken ne tepki vereceğini bilemedi, boş gözlerle baktı adam. Ne yani annesi hasta mıydı? Ama neden saklamışlardı ondan bunu, bu yaptıkları yanlıştı ya annesine bir şey olsaydı ya o hiç bu hastalığı öğrenemeden annesini kaybetseydi… Böyle bir şeyi nasıl gizlerlerdi, bunun bir bahanesi olamazdı olmamalıydı!
-Annem kanser mi?
Tuna’nın titreyen sesiyle dudaklarından fısıltı halinde çıkan kelimeler Burçin’in daha çok kahrolmasına sebep olurken bir şey söyleyemedi. Hangi cümle teselli edebilirdi ki onu? O gün Tuna’nın babası Faruk’a çok yalvarmış bunu saklamanın çok yanlış olduğunu söylemişti ancak adam ısrarla karısının bunu saklamak istediğini, iyi olacağına inandığını bu sebeple karısının bu görüşüne saygı duyduğunu onun da saygı duyması gerektiğini söylemiş bütün o dil dökmelerini genç kadının ağzına geri tıkmıştı. Burçin bunu yapabilirim diye düşünmüştü ancak günlerdir içi içini yiyordu, Tuna’dan köşe bucak kaçmış onunla karşılaşmamak için büyük bir çaba sarf etmişti. Bu ne söylemesi ne de saklaması kolay bir durumdu. Tuna’nın ailesi resmen onu arafta bırakmıştı ve o ne yapacağını bilememiş yine babaannesi ve Zeynep’e danışmıştı. Zeynep iki taraf için de durumun zor olduğunu ancak bunu Tuna’ya uygun bir dille anlatmanın daha iyi olacağını söylemişti. Babaannesi de aynı şeyleri söylemiş  ‘Sen senden böyle bir şey saklansın ister miydin? Bunu bir düşün ona göre kararını ver. Onlar çocuklarının iyiliğini düşünmüş olabilirler ama o çocuğun belki de şu günler annesi ile geçirebileceği son günleri olacak bunu bilemezler… Ve bu son günleri ondan çalmaya kimsenin hakkı yok, bunu saklayarak onların yanlışına ortak olursun ancak kızım’ demişti. Genç kadın babaannesi ile dün gece konuştuktan sonra kararını vermişti söyleyecekti ama bunu nasıl yapacağını bilmiyordu. Bugün bir anda Derin’in yanına gitmeye karar vermişlerdi ve Tuna’nın oraya gelebileceğini hiç hesaba katmamıştı. Aslında bir yönden iyi oldu diye düşünüyordu, ben nasıl söyleyeceğim diye düşünüp cesaretimi toplayana kadar yine zaman geçecekti ama artık öğrendi. Artık annesinin yanında olup ona destek verebilir diye geçirdi içinden.
Tuna kıvırcık kumral saçlarını elleriyle sıkıca kavramış acıyla inlerken gözlerini sıkıca yumdu. Bu duyduklarım kötü bir rüya olsun derken içinden genç kadının, saçlarını sıkıca kavramış elinin üzerine bıraktığı elini hissetti.
-Tuna, bak annen iyi olacak inan lütfen. Sen güçlü ol ki O da senden güç alsın, onun şu an sadece desteğe ihtiyacı var.
Burçin oturduğu ön koltukta yan dönmüş onun da kendisine dönmesini sağladıktan sonra onun sımsıkı yaptığı yumruklarını gevşetmeyi başarmıştı. İki eliyle adamın yüzünü kavrarken yanağını okşayıp alnını alnına yasladıktan sonra;
-Her şey yoluna girecek, annen iyileşecek diye fısıldamıştı yeniden.
Onu gördüğünde, gözleri gözlerine değdiğinde kafesinden kurtulup özgürlüğüne kavuşmak için can atan bir kuş gibi çırpınıyordu kalbi bunun farkındaydı artık. O gün Tuna’nın babasının telefon konuşmasına şahit olmasaydı ona bunları anlatacaktı Burçin. Zaten hayat dediğimiz şey de biz planlar yaparken bize gerçekleri acı bir şekilde göstermiyor muydu?
Onu teselli edebilecek hiçbir cümlenin olmamasına içinden lanet etti genç kadın. İnsanların üzüldüğünü görüp teselli edememek ne kötü bir durumdu… Hele ki sevdiğin, değer verdiğin birinin üzüldüğünü görüp elinden bir şey gelemeyişi daha da zor ve çekilmezdi.
-Neden benden sakladılar ki?
Genç adamın boğuk çıkan sesi kulaklarını doldururken ona daha sıkı sarıldı, yapabildiği tek şey de zaten bundan ibaretti. Hiçbir kelime ya da kurulan cümle ona şu an iyi gelmeyecekti, biliyordu. Ensesindeki saçlarını okşarken;
-Bunları düşünmek hiçbir şeyi düzeltmeyecek sen de biliyorsun, annenin yanında olduğunu hissetmesi onun için daha önemli. Bunun hesabını sonraya sakla şu an yapma dedi fısıltıyla.
“Eğer anneme…” derken devamını getiremedi bir müddet yutkundu sonra devam etti konuşmaya. “Anneme bir şey olursa babamı asla affetmeyeceğim”
-Hayır bak hiçbir şey olmayacak tamam mı? Annen gayet iyi morali de iyi konuştuk biz. Ben ona da söyledim yanlış yaptıklarını ama bu belayı savdıktan sora anlatacağım dedi ama ben yapamadım. Bana çok kızacaklar biliyorum ama sana bunu yapamazdım bu saklanması kolay bir şey değil… Figen Hanım şu an senin bunu bilmemenin daha iyi olduğunu düşünebilir ama emin ol yanında olduğunu bilmeye daha çok ihtiyacı var.
Tuna sessizce onu dinlerken konuşmasını bitirdikten sonra hâlâ genç kadının sırtında duran elleriyle onun uzun gür siyah saçlarını okşayıp daha sıkı sarıldı. Derin bir nefes alıp dudaklarını onun saçlarına bastırırken “Öyle bir zamanda girdin ki hayatıma iyi ki varsın, sakın gitme” dedi fısıltıyla.
Tuna kendince hayatının en kötü zamanlarını geçirdiğini düşündüğü, İstanbul’da mecburen kaldığı bir zamanda karşılaşmıştı genç kadınla ve şimdi bütün mecburiyetleri kabulü olmuş karamsarlıkları yok olmuştu. Bugün böyle bir şey duymayı hiç beklemiyordu, Burçin’in ondan köşe bucak kaçmalarının altında yine son dönemde yakınlaşmalarından ve aralarının iyi olmasından dolayı kendini geri çekmesi olarak düşünüyordu fakat yanılmıştı. Annesi hiç belli etmemiş hatta son bir aydır geziye gidiyorum deyip eve çok nadir uğramıştı. Tuna artık çalışmaktan yorulduğunu düşünmüş bu hallerini ona yormuştu, sonuçta yıllardır yoğun bir tempoyla çalışmıştı. Bunu nasıl saklayabilmişti? Ya babası… Onun buna yaptığına inanamıyordu hâlâ, annesi o anki duygusallığıyla böyle bir karar vermiş olsa da onun bunu saklamaması gerekirdi. Burçin o gün konuşmaları duymasa hiç öğrenemeyecekti belki de… Sıkıntıyla solurken kollarının arasındaki kadını daha sıkı sarıp onun kendisini sakinleştirmek için saçlarının arasında gezinen parmaklarının huzuruna bıraktı kendini, şu an sakin kalmalıydı en azından annesi iyi olana kadar bunu başarmalıydı.

Yorumlar