İkiz Nehirler-8


Selim heyecanla evin önünde beklerken Derin ve İbrahim'de kapıdan çıkmış, genç kadın karşısında Selim’i görmenin verdiği memnuniyetsizlikle homurdanarak bir şeyler söylemişti. Genç adam onun bu haline gözlerini devirirken Derin arabanın yanına gelmiş, söylenmeye başlamıştı.
-Yine neyin peşindesin çok merak ediyorum, İbrahim'e de bir şeyler söylemişsin ve umutlandırmışsın. Senin insanları üzmeye ne hakkın var, senin yüzünden son şansını kaçırdı zaten dedi sonlara doğru kısılan sesiyle.
Selim onun sinirli bir şekilde kısık ses tonuyla söylediği kelimelere daha fazla dayanamayıp aynı sinirle ona karşılık verdi;
-Asıl sen neyin peşindesin?! Neden sürekli bana işe yaramazmışım gibi davranıp her seferinde aşağılıyorsun. Tamam, kabul ediyorum yanlış yaptım ama izin ver telafi etmeye çalışayım. Her seferinde yaptığıma bir kulp takıp, çabalarıma burun kıvırıyorsun. Beni sev ya da takdir et demiyorum tamam ama bu kadar da memnuniyetsiz olma. Ben de bayılmıyorum seni görmeye! İbrahim’i mutlu etmek ona kaybettiği fırsatı sunabilmek istiyorum sadece. Merak etme şu gün bitsin, istediğim gibi olsun her şey bir daha ne beni seni göreceğim ne sen beni!
Genç kadın karşısındaki adamın kendisine söylediği sözlerle daha da sinirlenirken öfkeden kızaran yüzü ateş saçan gözleriyle baktı ona. Tam dudaklarını aralamış bir şey söyleyecekti ki İbrahim’in konuşması sözcükleri geri yutmasına neden oldu.
-Artık gitsek mi?
Genç adam sesli bir nefes alıp kafasını aşağı yukarı sallayarak;
-Tamam, gidelim dedi.
Arabaya bindikten sonra Derin yanında araba kullanan adama kaçamak bakışlar atarken Selim’de gözünü yoldan ayırmadan yavaşlayan trafikte durup kalkarak yola devam ediyordu. Ona haksızlık mı ediyorum acaba diye düşünmeden edemiyordu. Sonuçta İbrahim’e sahip çıkmış, onu o günden beri hiç yalnız bırakmamıştı. Genç kadın düşüncelerinden dolayı yüzünü buruştururken ya az önceki konuşmalarına ne demeli diye geçirdi içinden. Resmen kendisine üstü kapalı hakaret etmişti. Sanki o bayılıyordu onu sürekli görmeye, bu adamı görmesi sadece sinirlenmesine neden oluyordu. Sonunda tesisin önüne geldiklerinde arabada inip kapıya doğru yürüdüler. İbrahim heyecanla Selim’e ve Derin’e bakarken genç adam ona gülümseyip;
-Hadi bakalım artık iyileştin, bu kadar tatil yeter dedikten sonra göz kırptı.
İbrahim heyecanlı bir nefesi dışarı bırakıp gülümseyerek başını aşağı yukarı salladı ve önden yürümeye başladı. Selim ve Derin de onun peşinden devam edip sonra seçmelerin yapılacağı salona geçtiler. Genç adam birkaç kişiyle konuştuktan sonra genç bir çocuk hazırlanması için İbrahim'i alıp soyunma odasına götürdü. İbrahim heyecanla formasını giyip ayakkabılarının bağcıklarını sıkıca bağladıktan sonra "Bu sefer olacak" dedi içinden. "Bu sefer başaracağım"
Annesiz olması yetmezmiş gibi bir de babasızdı İbrahim. Aslında vardı ama yok gibiydi. En acısı da bu oluyordu galiba... Kanlı canlı karşında durup hiçbir zaman yanında olmaması, başını okşamaması... Ondan hiç şefkat görmemişti ve bu onu çok üzüyordu. Her ne kadar alıştığını düşünse de aklına geldiği ya da onun karşısına çıktığı her an canı yanıyordu. Mustafa öğretmen sahip çıkmasa büyük ihtimal bir yerlerde çalışıyor olacaktı. Tabii 13 yaşındaki bir çocuk ne kadar çalışabilirse. Babası gibi acımasız bir adamın yanında en az para verilip en ağır işlerde çalıştırılacaktı. Okumak gereksiz bir ayrıntı sayılıp ondan eve para getirmesi istenecekti. Tabii eve para getirmesini isteyen babası akşama kadar yatıp onun kazandığı üç kuruşu elinden alarak içki ve kumara verecekti. Bunu birkaç defa yaşamıştı ve eğer Mustafa Bey ona sahip çıkmasaydı bu hep böyle devam edecekti. Derin bir nefes alıp salona açılan büyük kapıdan içeri girdi. Gözleri bir an için Derin ve Selim’i aradı. Onları gördüğünde minnetle gözlerinin içine baktı. Onlar da İbrahim'e gülümseyerek, güven veren gözlerle baktılar. Takımlar seçilip yapılacak olan kısa basketbol maçı için birkaç açıklamada bulunan hakem her şeyin hazır olduğunun söylenmesiyle başlangıç düdüğünü çaldı.
Derin ve Selim heyecanla İbrahim'i izlerken genç kadının gözü bir an için yanındaki adama takıldı. Büyük bir dikkatle İbrahim'i izliyordu ve onun hamle yaptığı, topu potaya attığı her an heyecanla yerinde hareketlenip sanki onu duyabilecekmiş gibi direktifler veriyordu. Genç kadın onun bu haline gülümserken içten içe acaba ona çok mu kötü davrandım, fazla mı ileri gittim diye düşündü ama sonra bu düşündüğü için kendine kızdı. Sonuçta İbrahim'e çarpmıştı. Aslında düşündüğünde hatasını telafi etmişti, kaçmamıştı. Abisine olanlar İbrahim'e olmamıştı. Zaten Selim’e de bu yüzden kızmıyor muydu? Ona çarptığı için, çocukluğunun travmasını yeniden yaşamıştı. O gün İbrahim’i aradığından araba çarptığını hastanede olduğunu duyduğunda hastaneye kadar geçen o sürede geçmiş ve şimdiki zaman arasında gidip gelmişti zihni. Ona çarpan kaçıp gitmiş abisinin ölümüne neden olmuştu. O zamanlar 8 yaşındaydı Derin. Abisi de 15 yaşında... Okul çıkışında eve döndükleri sırada hızla gelen bir araba abisine çarpıp kaçmıştı.  Çarpıp kaçanın bir kadın olduğunu görmüştü sadece...  Sonra aylarca kendi toparlayamayan, delirme noktasına gelen bir anne hatırlıyordu hayal meyal... Bir de ne olursa olsun güçlü kalmaya, dirayetli olmaya çalışan bir baba... Annesinin iyileşmesi neredeyse üç yıl sürmüştü. Babası ile birlikte annesini ziyaret etmelerini hatırlıyordu ara ara. Annesi bazen ona "Canım kızım" deyip sarılıyor bazense onu istemediğini belli eden hareketler ve davranışlarda bulunuyordu. Annesi iyi olup eve geldiğinde Derin 11 yaşındaydı. Bazı geceler annesinin başucunda ağladığına şahit olurdu genç kadın. Ondan güçlü olamadığı, onu yalnız bıraktığı için özür diliyordu her seferinde. Sonra zamanla bir şeyler yoluna girdi en azından buna inandırdı herkes kendini. İbrahim'in kaza geçirmesi herkese o anları tekrar hatırlattı, farkındaydı ama kimse geçmişle ilgili konuşmamış hâlâ sızlayan yaralarından bahsetmemişlerdi. Anne ve babası asla bu konuda konuşmuyorlardı zaten, babasının biraz da korkusu yeniden ilk zamanlara dönmek endişesinden kaynaklanıyordu. Derin, abisinin her ölüm yıldönümünde babasının daha da mahzunlaşan yüzünü, dolan gözlerini gizli gizli silmeye göstermemeye çalışmalarını fark ediyordu. Annesi de en az babası kadar hassastı bu konuda ve kocasına, kızına yeterince üzüntü ve endişe vermiş olmanın hüznüyle acısını kendi içinde yaşıyor çiçekleriyle, mahalledeki diğer küçük çocuklarla vakit geçirerek içindeki hüznü biraz olsun hafifletiyordu.  Bazı yaralar kabuk bağlar ama kapanmazdı ve bu yara da hiçbir zaman kapanmayacaktı onlar için biliyordu genç kadın.
Selim bakışlarını genç kadına çevirdiğinde onun gözünden düşen bir damlayı fark etti ve ne olduğunu anlayamadığı için merak ile karışık endişeyle onun koluna dokunup;
-Derin iyi misin, ne oldu? Dedi.
Kadın kızarmış mavi gözlerini ona çevirdiğinde genç adama buruk bir tebessümle bakıp;
-Onu orada bırakmadığın, hastaneye götürdüğün için hayallerinin gerçekleşmesi adına bir fırsat sunduğun için teşekkür ederim dedikten sonra boynuna sarıldı.
Selim bir anda neye uğradığını şaşırsa da sonra O da aynı şekilde genç kadına sarıldı. Derin’in omzuna alnını yaslayıp daha çok ağlamaya başlamasıyla Selim endişeyle saçlarını okşayıp;
-Ne oldu Derin, neden ağlıyorsun? Ben mi yanlış bir şey yaptım? Dedi.
Genç kadın burnunu çekerken kafasını sağa sola sallayıp ondan yavaşça ayrıldı.
-Sen bir şey yapmadın, ben özür dilerim sana o kadar kötü davrandığım için.
Selim ona burukça gülümseyip gözünden akan yaşı sildikten sonra;
-Özür dilenecek bir şey yapmadın ki sen, İbrahim'i korumak için yaptın ne yaptıysan dedi.
Genç kadın, karşısındaki adamın konuşmasını dinlerken ona gülümseyip;
-İbrahim seninle ilgili hep harbi adam diyordu, haklı galiba dedi.
Selim onun söylediğine gülümserken;
-Eyvallah sağ olsun dedi.
Onlar birbirlerine gülerken bakarken hakemin düdük sesiyle tekrar bakışlarını sahaya çevirdiler. İbrahim heyecanla masanın ardında oturan adamlara baktı. Birbirlerinin kulaklarına bir şeyler söyledikten sonra bakışlarını İbrahim'e çevirdiler. Derin ve Selim de aynı İbrahim gibi heyecanla adamların iki dudaklarının arasından dökülecek kelimeyi bekliyorlardı. Aralarındaki en genç adam gülümseyerek;
-Tebrikler başardın dediğinde Derin ve Selim aynı anda olduğu yerde zıplayıp "İşte bu be!" diye bağırdılar. İbrahim sevinçten hep gülüp hem ağlarken onlar da birbirlerine dönüp sıkıca sarıldılar. Bir süre sonra ayrıldıklarında genç kadın gülümseyerek burnunu çekip;
-Hadi İbrahim'i alıp gidelim dedi.
*
Burçin zorlukla gözlerini araladığında dudaklarından küçük bir inleme döküldü. Kafasını yan tarafa çevirmek istediğinde boynundaki sızı dudaklarından yeni bir acı dolu inleme dökülmesine sebep oldu. Yan tarafında baygın bir şekilde olan Tuna'ya korkuyla bakıp elini hafifçe kaldırdı ve;
-Tuna iyi misin? Diye sordu ama sorusuna cevap alamadı.
Korku ve endişeyle ona seslenmeyi sürdürürken uzaktan gelen bir bağırma sesi duydu. "Yardım edin" diye kendince bağırmaya çalıştı ama pek başarılı olamadı. Yaşadığı şok, geçmişe dair kötü anılar ve hissettiği acıya daha fazla dayanamazken artık ağlamaya başlamıştı. Birkaç dakika sonra onun tarafına gelen tahminen kırklı yaşlarda bir adam ve yanındaki yirmili yaşlardaki genç çocuk arabanın kapısını açmak için zorladı. Adam kapıyı birkaç kez açılması için zorladıktan sonra yanındaki genç çocuğa dönüp;
-Açılmıyor, git arabadan levye falan getir zorlayalım. Kaputun altından duman çıkmaya başladı dedi.
Burçin korkuyla onları dinlerken yanındaki genç adama uzattı yeniden elini.
-Tuna, lütfen uyan.
Adam zorlukla gözlerini aralayıp kafasını yanındaki kadına tarafına çevirdiğinde;
-İyi misin? Diye sordu.
Burçin zorlukla yutkunup;
-İyiyim dediğinde daha fazla direnemeyip gözlerini kapattı.
Başındaki ağrı ile zorlukla araladı gözlerini Burçin. İlk an nerede olduğunu, neden burada olduğunu idrak edemedi ama sonrasında aklına gelenlerle ağlamaya başladı. İçindeki korku daha çok ağlamasına neden olurken yanına gelen hemşire onu sakinleştirmeye çalıştı ama başarılı olamadı. Bir süre sonra yapılan sakinleştirici nedeniyle gözleri tekrar kapanırken aklında geçmişte yaşadığı acı ve şu an Tuna'nın iyi olup olmadığıydı.
Tuna ise her yerinin ağrıdığı hissiyle araladı gözlerini. Nefes alırken kaburgasında hissettiği sızı yüzünü buruşturmasına neden olurken başında serumla uğraşan hemşireyi görünce;
-Burçin nerede? Diye sordu.
-Sizinle gelen hanımefendiyi soruyorsanız iyi sadece biraz sinirleri bozulmuş galiba dedi.
Tuna meraklandığı için yattığı yerden doğrulmaya çalışırken hemşire ona engel olup;
-Şu an kalkamazsınız dinlenmeniz lazım dedi.
Genç adamın ağrıdan dolayı dudaklarından bir ah nidası dökülürken hemşirede ona onaylamayan bakışlar atıp arkasındaki yastığı düzeltti. Aradan geçen birkaç saat sonunda Tuna uyuyakaldığı için tekrar gözlerini araladı. Kendini daha iyi hissettiği için yavaşça yataktan doğruldu. Sargıda olan koluna dikkat ederek odadan dışarı çıktığında kapısı açık olan birkaç odaya baktı göz ucuyla ancak Burçin'i bulamadı. Karşısına çıkan hemşire;
-Sizin yatmanız lazım neden ayaktasınız? dedi.
-Burçin nerede, onu görmem lazım.
Karşısındaki genç kadın ilk an Tuna'nın söylediğini algılayamadı fakat sonra;
-O gitti dedi.
Tuna gözlerini kısmış sorgular şekilde ona bakarken;
-Nasıl gitti, nereye gitti? Dedi.
-Sizi sordu iyi olduğunuzu gördü ve gitti. Aslında kalması için çok ısrar ettik psikolojik olarak biraz yıpranmış gibiydi ama kabul etmedi.
Tuna onun neden böyle bir anda gittiğine anlam veremezken Burçin'de eve gitmiş sessizce yatağında ağlıyordu. Eve geldiğinde babaannesi onu öyle görünce korkuyla bakmış neler olduğunu sorgulamıştı. Genç kadın iyi olduğunu ufak bir kaza geçirdiğini söylemiş dinleneceğim diyerek odasına gitmişti. Yaşlı kadın onun nasıl bir kaza geçirdiğini anlamış anlatması, biraz rahatlaması için ona birkaç soru sormak istemişti ama Burçin kendini o kadar kapatmıştı ki şu an ona yardım edemeyeceğini fark etmişti yaşlı kadın. Yaptığı ıhlamuru başucundaki komodinin üzerine bırakırken kenardaki boşluğa ilişip onun yeni yıkanmış hafif ıslak saçlarına derin bir nefes alarak bir öpücük bıraktı. Bir müddet çekmedi dudaklarını, kaybettiği oğlunu, kızını, torununu kokluyor öpüyordu Burçin’i her öptüğünde.
“Güzel yavrum, can parçam sen bir üzülünce ben bin üzülüyorum. Bunu önce kendine sonra bana yapma senin varlığın benim yaramın merhemi oldu gözyaşlarınla o yaraya tuz olma, üzme beni”
Yaşlı kadın daha fazla bir şey söylemeden sessizce odadan çıkarken genç kadın da yastığının altındaki fotoğrafı çıkarıp uzun uzun kendisine gülümseyen solmuş yüzlere baktı. Hâlâ aşabilmiş değildi bunu ve hiçbir zaman da aşamayacaktı galiba. Bugün araba hızla giderken yoldan çıktığında aklına yine o gün gelmişti, zaten onlara dair aklında kalmış olan tek şey o kazaydı, bir de cenaze. Annesinin çığlıkları bir kez daha dolmuştu kulaklarına, bir kez daha sağır olmak o son çığlığı duymamak kör olmak tüm o acıları görmemek yaşamamak istemişti. Kazadan sonra babaannesi Burçin’i pedagoga götürmüş onun daha çabuk iyileşebilmesi için elinden geleni yapmıştı. Babaannesi olmasaydı ne yapardı bilmiyordu, hayatta kalabilir miydi emin değildi. Yaşlı kadın sayesinde yeniden gülmeyi, ağlamayı, duygularını belli etmeyi öğrenmişti. Kazanın şokuyla uzun süre konuşmamış, hiçbir tepki vermemişti. Kazadan tam on ay sonra bir sabah kahvaltıdan sonra torununun elinde küçük bir su şişesiyle bir yere gittiğini fark etmişti ve hemen o da kapıyı ardından kapatıp torununun peşine takılmıştı. Kendilerine 15 dakika yürüme mesafesinde olan mezarlığa gittiğini görünce şaşkınlıkla torununu izlemiş ne yaptığını anlamaya çalışmıştı. Anne ve babasının mezarını sulayan küçük kızın toprağı okşadıktan sonra bir süre mezar taşına bakmış ardından onlara el sallayıp arkasına dönmüştü. Önce babaannesinin entarisi ardından kafasını kaldırdığında ağlayan gözleriyle buluşmuştu küçük kızın kara gözleri.
“Annemle babam su içmeyi çok severdi, çok susamışlardır dimi babaanne?”
Kadın torununun sözleriyle dudaklarından kaçan hıçkırığa engel olamazken dizlerinin üzerine çöküp onu kollarıyla sıkıca sardıktan sonra kendini daha fazla tutamayıp ağlamaya başlamıştı. Küçük kız o gün babaannesinin omzunda anne ve babasını çok özlediğini söyleyip ağlayarak uyuyakalmıştı. O günden sonra birbirleri ile her şeylerini paylaşan iki arkadaş, iki yoldaş olmuşlardı. Burçin’in pusulasıydı yaşlı kadın, ona deniz feneri olmuş karanlığa düştüğünde yeniden yolunu bulmasını sağlamıştı.
Bugün neden bu kadar kötü olduğunu anlayamamıştı, ilk an Tuna’nın ses vermemesi onu korkutmuştu galiba. Ne olursa olsun ne kadar onu tam tanımasa da birinin daha yanıbaşında ölmesi ona çok korkunç gelmişti. Titrek bir nefes alıp yorgun gözkapaklarının kapanmasına izin verirken gözünün önündeki son şey anne ve babasının çiçekler arasında kendisine gülen yüzleri olmuştu.
*
Neredeyse sabah olacaktı ama genç kadın hâlâ uyuyamamıştı. Aklını sürekli kurcalayan sorular bu saate kadar kafasında sürekli bir şeyler kurmasına neden olmuştu. Ona tamam demekle doğru mu yapmıştı emin olamıyordu. Gerçekten ona karşı mahcubiyet hissedip ondan dolayı mı kabul etmişti emin olamıyordu artık. Her görüşmelerinin ardından kafasını daha çok kurcaladığını, onu bir öncekinden daha çok düşündüğünün farkındaydı. Huzursuzca yatağında diğer tarafa döndü, iyice saçmalamaya başlamıştı artık. Bunun başka bir açıklaması olamazdı! Sedef her zamanki gibi birilerine zarar vermiş, kendisine verdiği zarar yetmemiş gibi, şimdi de genç kadın onun yaptıklarının utancını duyuyordu. Bundan dolayı karşısındaki adamın teklifini kabul etmişti, zaten yarından sonra bir daha nerede görecekti sanki. En iyisi uyumaya çalışmak diye düşünürken kendini huzursuz bir uykunun kollarına bıraktı.
Zeynep derin bir nefes alıp kulaklarına dolan şarkı ve yüzünde hissettiği ellerle gözlerini araladı.
"Benim annem güzel annem, beni al kollarına.."
Zeynep, küçük kızın bu haline gülümseyerek gözlerini açtıktan sonra ellerini kavrayıp avuç içlerine birer öpücük bıraktı.
-Günaydın ballı lokmam dedi.
Umay onun göğsüne başını yaslayıp;
-Günaydın annecim, biz kahvaltı hazırladık. Hadi sen de gel dedi.
Genç kadın onu gıdıklayıp yanağına birkaç öpücük bırakırken;
-Sen kahvaltı mı hazırladın kıvırcık cadı deyip bir süre yatakta onunla oynadı.
Birlikte kahvaltılarını yaptıktan sonra telefona gelen bildirim sesi ile genç kadın bir an gerildiğini hissetti.
“Merhaba, ben geldim. Aşağıda bekliyorum, hazır olunca inebilirsin.”
Sabah kalktıktan sonra hazırladığı küçük sırt çantasını alıp halası ve Umay ile vedalaştıktan sonra evden çıkmıştı. Halasına şehir dışına seminere gideceğini ve bu gece orada kalacağını söylemişti. Aslında Sema yeğeninin gerginliğini hissetmiş sebebini sormak istemişti ama ondan doğru cevap alamayacağını anladığı için şimdilik sormamayı tercih etmişti. Genç kadın apartmandan çıktığında arabasına yaslanmış telefonla konuşan adamı görünce kalbinin birden daha da hızlı attığını hissetmişti. Serin havadan dolayı montuna daha sıkı sarılırken ona doğru yürümeye başladı. Kerem kafasını kaldırdığında ona doğru yürüyen kadını görünce görüşmesini sonlandırıp onun yanına gelmesini bekledi.
-Merhaba
-Merhaba
-Çok beklettim mi?
-Hayır, ben de yeni geldim zaten. Üşüme daha fazla gidelim hadi.
Genç adam, kadının kapısını açtı önce, o bindikten sonra kendisi de direksiyona geçip arabayı çalıştırdı. Park ettiği yerden çıkıp ara sokaklardan caddeye çıktığında yanındaki kadına kısa bir bakış attı.
-Nasılsın?
-İyiyim, sen nasılsın?
-İyiyim ben de.
Aralarında adını koyamadığı bir gerginlik vardı sanki bunu ikisi de hissediyordu, garip bir gerginlikti. Heyecanlandıran, merak uyandıran, çarpıntı yaratan ikisinin de yabancısı olduğu hislerdi aslında... Bakışlarını yoldan ayırmayan adamı izlemişti bir süre. Onun daha önce fark etmediği kulağının arkasında, kulak memesinin biraz altında kalan defneyaprağı dövmesi içinde bir sızı hissetmesine neden olmuştu. Turuncuya dönük saçlarını, biçimli yüzünü ezber etmek istermiş gibi incelerken Kerem’de yanında oturan kadının kendisini izlediğinin farkına varmıştı. Bu onun bir yandan garip bir şekilde heyecanlanmasına neden olurken bir yandan da hoşuna gidiyordu. Kırmızı ışıkta durup kafasını onun tarafına çevirdiğinde kendisine bakan kahverengi gözlerle buluştu gözleri. Onun gözleri de kendisininkiler gibi kızarıktı, o da mı uyuyamadı acaba bütün gece diye düşündü. Genç kadın sanki suçüstü yakalanmış gibi kafasını hemen yola çevirirken Kerem’de gülümseyerek uzanıp radyoyu açtı. Arabanın içini dolduran müzik sesi ile genç kadın gülümseyip akıp giden yolu izledi bir müddet. Hiç konuşmadan bir evin önüne geldiklerinde bir adam koşup kapıyı açtı ve Kerem içeri girerken kornaya basıp eliyle ona selam verdi. Evin önünde durduklarında önce Kerem ardından Zeynep indiler. Onları kapıda karşılayan orta yaşlarda kısa boylu tombul kadın kollarını açıp;
-Hoş geldin benim yakışıklı paşam! Dedi.
Adam onu görmenin verdiği neşeyle;
-Hoş bulduk, nasılsın Sultan’ım dedi.
Sultan ona sıkıca sarılıp;
-Şimdi çok iyiyim, seni çok özledim. Aylar oldu gelmeyeli, Kasım abin Kerem beyler geliyormuş deyince hemen koştum geldim. Hem misafirin de varmış dedi gözleri muzip bir şekilde hem genç adama hem Zeynep’e bakarken.
Kerem onun bu imasıyla kızarırken utangaç bir gülümseme ile alnını sıvazlayıp;
-Ben seni Zeynep ile tanıştırayım, arkadaşım dedi.
Sultan karşısındaki genç kadına sıcak bir gülümseme ile;
-Sen de hoş geldin kızım, geçin hadi içeri her şey hazır. Kerem oğlum benim işim var eve gitmem gerek bir şeye ihtiyacınız olursa haber vermeniz yeter. Yemekleri hazırladım, zeytinyağlılar dolapta ayarlarsınız siz dedi.
Kadının bir çırpıda sıraladığı kelimeler Kerem’i gülümsetirken onun kolunu sıvazlayıp;
-Merak etme sen, git işlerini hallet bir şey olursa Kasım abiye söylerim ben dedi.
Sultan onların yanından ayrılırken Zeynep ve Kerem’de eve girmişlerdi. Genç kadın adamın yönlendirmesiyle geniş salona geldiğinde üzerindeki montu çıkarıp yanan şöminenin yanına gitti.
-Üşüdün dimi, ne içersin çay kahve?
-İçerisi sıcak ısınırım şimdi, kahve olur.
Genç kadın şöminenin oradaki koltuğa otururken Kerem’de mutfağa kahve yapmaya gitmişti. Kahveleri yapıp geldiğinde onun fotoğraflara baktığını gördü. Yanına gidip kahvesini ona uzattığında genç kadın ona teşekkür edip diğer eline fincanını aldıktan sonra “Çok güzelmiş” dedi. Kerem titrek bir nefes alıp genç kadının elindeki fotoğrafa bakarken “Çok” diyebildi sadece. Şöminenin karşısındaki koltuğa oturduklarında bir müddet sessizce kahvelerini içtiler.
“Biliyor musun önceleri bu acı benimle hep gidecek sanırdım ama yıllardır geçmeyen acımın seni tanıdığımdan beri azaldığını yani eskisi kadar canımı yakmadığını fark ettim. Başlarda sanki ona, Defne’ye, ihanet ediyormuş gibi hissediyordum garip bir sızı oluyordu içimde ama son birkaç gündür onun da bunu istediğinden eminim artık. Şeker Portakalı’nda Zeze soruyor ya hani Portuga’ya ‘Acılarım kaç gün sürecek’ diye O da ’40 gün’ diyor. ’40 gün sonra geçecek mi?’ diye sorduğundaysa ‘Hayır, alışacaksın’ diyor. Ben 40 günde alışamadım belki ama seni tanıdıktan 40 gün sonra kendimi bir acı içerisinde yiyip bitirmenin hiçbir fayda getirmediğini öğrendim. Kardeşimi kaybettim belki ama onun anılarına, bana hatırlattıklarına sığınabilmeyi tecrübe ettim seninle birlikte, senin sayende…”
Genç kadın onun söyledikleri karşısında bir an ne demesi gerektiğini bilemedi, ağzını açtı kapattı ancak boğazı kurumuştu sanki. Fincandaki son yudumu da içtikten sonra yanında oturan adama kaçamak bakışlar attı. Gerçekten böyle mi hissediyordu? Kafası çok karışmıştı, hayatı bir anda bambaşka bir yöne sürüklenmiş gibi hissediyordu. Hiç aklında yokken bu adam gelmiş zaten kalbi kırık ve yeterince yara almışken onu türlü duyguların içine sokmuştu. Belki de istediği buydu, belki de aklında hâlâ Sedef’e karşı duyduğu öfke ve nefret vardı ve bunun intikamını da kadının duygularını kullanarak almak istiyordu. Kafası yine çözülemez bir ip yumağına dönmüştü Zeynep’in. Kerem ise yaptığı bu itiraftan sonra genç kadının tepkilerini izlemişti kaçamak bakışlarla. Onun kendi içinde bir savaş verdiğinin farkındaydı kendisi de o savaşı vermişti ve kabullenmesi kolay olmamıştı. Bu yüzden onun üzerine gitmek istemedi.
-Kahveni içtiysen dışarı çıkalım mı? Seni bir yere götürmek istiyorum.
Zeynep hiçbir şey söylemeden kafasını sallarken Kerem’in kendisine uzattığı montu giydi ve onun yönlendirmesiyle dışarı çıktı. Bir süre ormanda sessizce yürüdüler. Onlar susarken kuşlar cıvıldaşıyor sanki onların söyleyemediklerini söylüyordu. Beraber büyük bir ağacın önüne geldiklerinde genç kadın karşısındaki adama baktı sorgular gözlerle. Kerem ise bir şey söylemeden ağacın geniş güçlü dallarına yapılmış küçük evi izlemeye devam ediyordu. Zeynep kafasını onun baktığı yöne çevirdiğinde geniş bir gülümseme oluşmuştu yüzünde. Birlikte yukarı çıktıklarında alanın dar olmasından dolayı dip dibe oturmuşlardı. Kerem daha rahat oturabilmeleri için elini dallara yaslanmış olan tahtalardan birine dayarken genç kadın artık tamamen onun kolunun altına girmişti. Kadın ise henüz bu yakınlığın farkına varmamış konuşmaya başlamıştı.
“7-8 yaşlarındayken babamdan ben de ağaç ev istemiştim ama adam zaten gece gündüz çalışıyor ne ara yapacak, çocukluk işte. Ben gördüğüm her an babama bana ne zaman ağaç ev yapacaksın diye sorup sıkıştırıyorum tabii. Babam da yapacağım kızım, birazcık sabret deyip beni sakinleştirmeye çalışıyor ama ben diyorum ki yok beni oyalıyorsun sen yapmayacaksın belli. Babam maden ocağında çalışırdı ve pek zamanı olmazdı, bize daha fazla imkan sunabilmek için hep çok çalışırdı. O yaşarken ona hep özlem duyduğum yetmezmiş gibi bana hiç bitmeyecek yeri dolmayacak bir özlem bırakarak gitti… Bir sabah babam daha ben sormadan ‘Hadi seninle bir yere gideceğiz’ demişti. Bizim evin biraz ilerisinde bizim küçük bir bahçemiz vardı, babamın çocukluğundan kalma birçok ağacın olduğu, gölgesinde dinlendiğimiz oyunlar oynadığımız güzel bir yerdi. Orada bulunan ağaçlardan birine yapılmış küçük evi görünce nasıl sevinmiştim anlatamam, gece gündüz maden ocağında bizim için çalışan babam yine kızı mutlu olsun diye bir şey yapmıştı. Bazı yaz gecelerinde gizlice gidip orada uyurdum. Hâlâ aklıma geliyor biliyor musun acaba duruyor mudur yoksa kesmişler midir ağacımı diye. Şimdi bu ağacı görünce aklıma o zamanlarım geldi.”
Genç kadın bakışlarını ona çevirdiğinde burun buruna olduklarına fark etti. Kerem dakikalardır hem onu dinliyor hem de saçlarından yayılan yasemin kokusunu içine çekiyordu. Nefesleri birbirlerinin yüzlerine vururken kadın yutkunma gereği hissetti. Bu yaptığı, böylesine bir yakınlık yanlıştı ve buna son vermeliydi. İlk an kendisini toparlamak kolay olmamıştı onun için. Aralarındaki çekim öyle güçlüydü ki onun etkisinden çıkmak çok zor olmuştu. Kendini toparlayıp az önceki durumun etkisinden biraz olsun çıkabildikten sonra fısıltı şeklinde çıkan sesiyle;
-Gidelim mi? Diye sordu.
Sesi fısıltı gibi çıkarken yanında ona bakmaya devam eden adam da kendini toparlayıp başını aşağı yukarı sallayabildi sadece. Ağaçtan indikten sonra bir süre yan yana sessizce yürümüşler genç kadın eve doğru gitmek istediğinde adam onun koluna hafif dokunup onu durdurmuştu.
-Seni bir yere daha götüreceğim.
Zeynep ona merakla bakarken Kerem konuşmayıp onu yönlendirmeyi tercih etti. Beraber büyük bir ahıra geldiklerinde genç kadın gördüğü şey ile gülümsemeye başladı. Yağız atın yanına gidip başını kaşıdığında kafasını ona doğru uzatıp kendisini sevdirmeye çalışmasına daha da çok gülümsedi kadın.
-Sevdi seni.
-Çok güzel bir at, sizin mi?
-Evet, babam Defne’ye almıştı. Nasıl mutlu olmuştu Rüzgar’ı görünce daha yavruydu o zamanlar, babam Defne 10 yaşındayken almıştı onu.
-Rüzgar, ne güzel ismi var.
-Defne ilk Rüzgar’ı koşarken görmüştü, ona çok hızlı geldiği için ‘oo rüzgar gibi baba baksanıza, adı da Rüzgar olsun’ demişti.
Zeynep buruk bir tebessümle yanındaki adamı dinlerken Rüzgar’ın başını kaşımaya devam etti. Kerem kapıyı açıp atı çıkarırken Zeynep’te onların peşi sıra gitti.
-Binmek ister misin?
-Bilmem yani en son çocukluğumda binmiştim, huzursuz olmasın.
Adam ona gülümseyip “Olmaz olmaz, sevdi seni” derken kadının atın sırtına çıkmasına yardım etti. Rüzgar’ın ipini tutmuş onu yönlendirirken Zeynep’te adamı izliyordu. Gerçekten kendisi miydi yoksa bir hesabı var mıydı emin olamıyordu, güvenemiyordu. Buraya gelmeyi kabul etmemeliydi, kafası sanki hiç karışık değilmiş gibi daha çok karışmıştı. Üstelik az önceki yakınlıkları da buna tuz biber olmuştu. Bir müddet bu şekilde adam Rüzgar’ı yürüttü. Aklına Defne geldiğinde yüzünde buruk bir gülümseme oluştu.
-Defne’de çok severdi at binmeyi, Rüzgar ile aralarında çok güzel bir bağ vardı. Rüzgar sanki onun yokluğunu hissetmişti ve uzun süre çok huzursuzdu. Ben dahil kimseyi doğru dürüst yanına yaklaştırmadı ama yavaş yavaş o da iyileşti.
Zeynep onu yüzünde oluşan buruk bir tebessümle dinlerken Kerem’in kafasını kendisine çevirmesiyle bakışları yeniden buluşmuştu. Genç kadın bakışlarını ondan kaçırıp öne eğdiği başıyla Rüzgar’ın boynunu kaşırken bir süre sonra yine adamın yardımıyla inmişti ve yine aynı yakınlaşma ve çekim olmuştu aralarında. Genç kadın kendini toparlayıp uzaklaşabildiğinde Rüzgar’ı yerine götürdüler önce, sonrasında da hiç konuşmadan eve döndüler. İkisi de hâlâ o iki yakınlığın etkisindeydiler. Birlikte sessizce Sultan’ın yaptığı yemekleri hazırladıktan sonra karşılıklı oturduklarında Kerem aklına bir şey gelmiş gibi kalkıp tekrar mutfağa gitmişti. Döndüğünde elindeki şarap şişesini hafif sallarken yüzüne yerleştirdiği tebessümle;
-Birer kadeh içer miyiz? Diye sordu.
Genç kadın ona başıyla onay verirken O da kadehleri doldurmuş yerine oturmuştu.
-Yemekler çok güzel.
-Öyledir, Sultan ablalar buraya yakın oturuyor ve bizim olmadığımız zamanlarda ev ile ilgileniyorlar eşi Kasım abi ile beraber. Eskiden daha fazla gelip giderdik buraya yani Defne varken. Biz çocukken almıştı burayı babam, Defne tam bir hayvan sevdalısıydı. Yaz tatillerinde keçiler, inekler, tavuklar tam çiftlik gibi oluyordu burası. Her yaz başında aklına bir hayvan gelir alalım diye tuttururdu. Rüzgar kaldı şimdi sadece onlardan, her fırsatta buraya gelirdik. Yaz tatillerinde babam da bizimle olur işe buradan gidip gelirdi. Defne sürekli ben de büyüyünce veteriner olacağım, burada hayvanları iyileştireceğim babam gibi buradan işe gidip geleceğim derdi.
Bir süre daha hem konuşup hem yemeklerini yedikten sonra masadan kalkmış şöminenin önündeki koltuğa geçmişlerdi. Zeynep bir süre salonda her yerde olan sıcak bir görüntü veren çerçeveleri, ahşap mobilyaları inceledi. Şöminenin sol tarafı tamamen camdı ve kapısı arka bahçeye açılıyordu. Gözüne takılan fotoğraf gülümsemesini sağlarken şömineye odun atan adama dönüp konuşmaya başladı.
-Fotoğraftakiler Defne ile sen misin?
Kerem odunu attıktan sonra cam kapağını kapayıp ellerini birbirine hafif çarparak yerinden doğruldu. Kadının gösterdiği fotoğrafa gülümseyerek bakarken gidip duvarda asılı olan çerçeveyi alıp yanına oturdu.
-Burada ben 13 yaşındaydım, Defne de 6 yaşındaydı. Yine burada, ormanda çekmişti babam fotoğrafımızı. Defne ilk defa ağaca çıkmıştı o yüzden mutlu burada ama fotoğraftan sonra inemeyince ağlamaya başlamıştı.
-Saçlarınız ve gözleriniz aynı yani seninkiler gibi onun saçları da turuncu.
-Evet annemize benzemiş saçlarımız, gözlerimiz babamıza benziyor ama.
 Zeynep onun anne kelimesini sessiz ve hızlı bir şekilde söylediğini fark etmiş neden böyle yaptığını içten içe merak etmişti.
Bir müddet yan yana sessizce oturmuşlar Kerem onun yanan şömineyi izleyişini izlemişti, onu buraya getirmeyi neden teklif ettiğini çok düşünmüş ara ara kendisine kızmıştı başlarda ama bugün onu burada görmek onun garip bir şekilde huzurlu hissetmesini sağlamıştı. Sadık babasını dinleyip gönlünün gözünden baktığından beri bu kadının yanında sadece huzuru hissettiğini fark etti. Onun ne düşündüğünden emin olamıyordu bugün ağaç evde ve Rüzgar’ın yanında çok yakınlaşmışlar ancak ikisinde de kendini geri çekmişti. Aralarında kendini belli eden bir çekim vardı ve genç adam artık bu çekime karşı koyamadığının farkındaydı. Annesi yüzünden kadınlara hep önyargılı yaklaşmıştı en azından yaşıtı olan ya da ona ilgi duyup onunla bir şeyler yaşamak isteyen kadınlara hep suçlayıcı yaklaşmıştı. Fakat Zeynep’i tanıdıkça onun çok farklı olduğunu, annesine benzemediğini anlamıştı. Sinan’a onunla ilgili biraz araştırma yapmasını söylediğinde Sinan’da okulda konuşmayı seven bir kadın bulmuş ona hissettirmemeye çalışarak Zeynep hakkında bir şeyler sormuştu. Kadın sanki bunu bekliyormuş gibi ona o kadar çok şey anlatmıştı ki Sinan duyduklarını Kerem’e anlattığında adam gerçekten bunları yaşamış olabilir misin diye düşünmeden edememişti. Genç kadın eliyle saçlarını havalandırıp şarabından bir yudum aldığında bakışları kendisine bakan genç adam ile buluşmuştu.
-Umay kimin kızı Zeynep?
Zeynep’in gözlerinde kendini belli eden hüzün ve kırgınlık genç adamın bu soruyu sorduğuna pişman olmasına neden olurken genç kadın da elindeki kadehin tamamını bir dikişte bitirmişti. Yerde duran şişeden kendine yeni bir kadeh doldurduktan sonra koltukta ona doğru dönüp bacaklarını kendine doğru çekti ve elindeki kadehe dalgın gözlerle bakarken kolunu koltuğa yaslayıp başını eline dayadıktan sonra “Hiç kimsenin değil, benim kızım O” dedi.
“Ben özür dilerim seni üzmek istemedim”
“Boş versene ben alıştım zaten herkes Umay’ın kimin kızı olduğunu, babasının kim olduğunu ya da bunu evliyken mi yoksa bekarken mi yaptığımı sorguluyor. Sen gerçeği biliyorsun ama benim gerçeğim o değil, olamaz da. Nedense bizim toplumumuzda herkes üzerine vazife olmayan her şeyde söz sahibi hissediyor kendini bunu Umay konusunda çok yaşadım ben. Okulumda koca koca adamlar, kadınlar, ki bunlar eğitmen, bana ahlak dersi vermeye çalıştılar defalarca. Buna alıştım yani umursamıyorum artık ama bir gün Umay’ı üzmelerinden korkuyorum. Hem anladığım kadarıyla sana da hakkımda araştırma yaparken danıştığın boş boğazlardan biri söylemiş… Tabii neyi ne kadar biliyorlar orası ayrı…”
Adam yaptığı şeyin yanlışlığından dolayı ondan gözlerini kaçırıp kısık çıkan sesiyle “Ben özür dilerim” diyebilmişti sadece. Zeynep ona hiçbir şey söylemezken elindeki kadehi bir dikişte içip bitirdiğinde yenisini doldurmak için şişeye uzandı ama karşısındaki adam ona engel olmak için kolunu tuttu. Genç kadın bakışlarını ona çevirdiğinde adam canını yakmış olabileceğini düşünüp elini çekti.
-Ben özür dilerim canını yakmak istemedim ama daha fazla içme istersen.
Genç kadın elindeki boş kadehi yere bıraktıktan sonra karşısındaki adamın yeşil gözlerine baktı uzun uzun. Kendisine ne kadar masum olduğunu söylerken kendi masumiyetinin de farkında mıydı acaba?
“Keşke farklı koşullarda tanışabilseydik…”
Genç adamın bukleleri arasında parmaklarını gezdirip gözlerinde kaybolurken söylediği şey onun buruk bir şekilde gülümsemesine neden oldu. Kerem ona biraz daha yaklaşırken Zeynep’te titrek bir nefesi dışarı bırakıp onun kendisine her an daha çok yaklaşmasını izledi. Dudakları kurumuş dudaklarına dokunduğunda kalbinin gümbürtüsünün kulaklarında bir uğultu oluşturduğunu hissetti. Dudakları hâlâ birbirlerine dokunmaya devam ederken genç adam kendini geri çekmeyip dudaklarını hafif tenine sürterek yavaşça yanağına getirmişti. Genç kadın heyecandan gözlerini açamazken Kerem’in de onda aşağı kalır bir yanı yoktu.
“Kat kat buzu, karı yarıp gün yüzüne çıkmayı başarmış narin, harika ve yiğit bir kardelen çiçeğine benziyorsun…”
Genç adamın kulağına fısıldadığı kelimeler ile sanki mümkünmüş gibi kalbi daha hızlı çarparken uzanıp arabada fark ettiği dövmenin üzerine dudaklarını bastırdı Zeynep. Kerem bunu bekliyormuş gibi onu kollarıyla daha sıkı sarıp kucağına çektiğinde dudakları da çoktan ince boynunu bulmuştu. Dakikalarca koltukta sarmaş dolaş kalıp birbirlerinin kalplerinde bıraktıkları etkiyi ve birbirlerinin nefeslerini dinlediler. Şimdi sadece nefes sesleri ve şöminede yanan odunun çıtırtıları duyuluyordu.

Yorumlar