İkiz Nehirler-5


Derin anlamayan bakışlarını yanındaki çevirmiş ondan bir açıklama beklerken Selim’de konuşmaya başladı. 
-Benim bir arkadaşım tanıyordu bu kızı yani aslında arıyordu sesi sonlara doğru kısılan sesiyle. 
-Zeynep'i mi?
-Hayır bu kızın adı Sedef değil mi? 
-Sen Zeynep'in ikizini söylüyorsun, onun adı Sedef. 
Adam duyduğu şey ile oturduğu yerde dikleşirken aklına bunu Kerem'in bilip bilmediği geldi. Kerem aylarca Sedef'in peşine düşmüş, Defne'nin intikamını almak için her yolu denemişti. Günlerdir haber alamıyordu Kerem'den ve bu da onu korkutuyordu. Öfkesinin ona yanlış bir şey yaptırmasından endişe duyuyordu daha çok. Kerem ile liseden tanışıyorlardı ama o dönem çok fazla samimiyetleri yoktu. Sonrasında Amerika'da karşılaşmaları birkaç kez görüşmeleri onları iki iyi dost olmasını sağlamıştı. Sonrasında da önce Kerem ardından Selim İstanbul'a geri dönmüşlerdi. Genç adamın düşünceli halleri Derin’in dikkatini çekmişti ve daha fazla dayanamayıp merakına yenik düşerek konuşmaya başladı.
-Neler olduğunu bana da söyleyecek misin?
Selim’in, İbrahim'den dolayı rahat konuşamadığını anlayan genç kadın ona kaş göz yaparak dışarıya gelmesini işaret etti. Beraber odadan çıktıklarında kadın onu salona yönlendirdiğinde pencerenin önündeki geniş üçlü koltuğa birbirlerine dönük bir şekilde oturdular.
-Seni dinliyorum.
Selim, Defne’nin başına gelenleri, Kerem’in intikam almak için onu arayışı, Sedef’in yaptıklarını karşısındaki kadına anlattığında genç kadın onu şaşkınlık ve korku içinde dinledi. Sonrasında da ilk an kelimeleri bir araya getirmekte zorlanarak konuşmaya başladı.
-Ben anlamıyorum yani Sedef birinin ölümüne sebep olmuş olamaz. Biz Zeynep'le uzun zamandır görüşmüyoruz. Zaten Sedef'le de onun sayesinde tanımıştım onda da bir kere gördüm ama Zeynep ve O çok farklılardı. Bu yüzden Zeynep ile kavgalarına şahit olmuştum birkaç kez. Üniversitede bir sosyal sorumluluk projesinde tanışmıştık Zeynep'le ve sonrasında da iyi arkadaş olduk ama sonra neden bilmem bir anda koptuk ulaşamadım Zeynep'e. Ortak arkadaşlarıma herkese sormuştum ama ulaşamamıştım. 
Genç kadın şaşkınlık ve üzüntü dolu gözlerle konuşurken Selim sıkıntılı bir nefes verip;
-Kerem umarım yanlış bir şey yapmamıştır. Çünkü öfkesinden ben bile korkuyorum dedi.
-Ne yani Sedef'i, onu bulamazsa Zeynep'i öldürecek mi?
-Kerem’i çok iyi tanıyorum yapmaz, yapamaz. Fakat biri ona bunu söylemediyse karşısındaki kadını Sedef sanırsa onu ilk gördüğü anki öfkesinden ben de korkuyorum.
***
-Zeynep neredesin sen ya?! Meraktan öldüm günlerdir. 
Zeynep yorgun sesiyle konuşmaya başladı.
-İyiyim, birkaç gündür hastaydım. Akşam gel konuşuruz, Fadime babaanneyle gel ama.
Genç kadın arkadaşını tanıyordu ve hiç iyi olmadığı sesinden belliydi.
-Sen iyi değilsin belli ama gelince anlayacağız.
Zeynep telefonu kapattıktan sonra yanında uyuyan Umay'ı izledi bir süre daha. Siyah kıvırcık saçlarını okşadığında Küçük kız derin bir nefes alıp;
-Anne diyerek mırıldanarak ona daha çok sokuldu.
Zeynep'in gözlerinden akan birkaç damla yaş yastığına damlarken titrek bir nefes verip onu daha sıkı sarıldı. Akına onun ilk anne dediği gün geldi. Daha yeni yeni konuşmaya başladığı zamanlarda bir sabah onunla oynarken anne demişti. O an ne yapması gerektiğini, ne tepki vereceğini şaşırmış boş gözlerle karşısında onun gibi oturmuş elindeki silikon dişliği kemiren küçük kıza bakmıştı. Kendi içinde verdiği savaşın bir kısmında o an sulh kararı vermişti Zeynep. Umay ona artık anne olduğunu hatırlatmıştı, Sema’nın da dediği gibi doğurmak değildi anne olmak bunu en yakınından, halasından, öğrenmişti. Bazen yanlış mı yapıyorum diye düşünse de sonra bu düşünceden hemen sıyrılıyor Umay için en iyisinin bu olduğuna inandırıyordu kendini. Umay’ın gerçekleri bilmesi sadece küçük kıza zarar verirdi ve o bu gerçeği hiçbir zaman öğrenmeyecekti. Aslında o gün o adamın orada bunu fark etmiş olması kendisini korkutmuştu. Sonuçta Sedef onun kardeşini öldürmüştü ve sağlıklı düşünemeyen bir insan suçu işleyeni bulamasa da etrafındakilere zarar verebilirdi. Fakat ilginç bir şekilde onun böyle bir şey yapmayacağına emindi. O adamın o gün orada kendisine söyledikleri kulaklarında bir çınlama gibi olmuş asla silinmemişti. Gerçekten öyle mi düşünüyordu? Demekten kendini alıkoyamıyordu genç kadın. Sedef’in günahlarının bedelini o kadar çok ödemişti ki bu çok ağır olmuştu onun için. Kendi yaşadıklarını unutmuştu neredeyse, hoş unutamazdı ama bu kadarını beklememişti herhalde. Böyle düşününce güldü kendi kendine ‘Nasıl yapamaz, zamanında yapmadı mı neden bu kadar şaşırıyorsun?’ dedi. Kendi içinde bir savaş vardı kadının ve bitmiyordu koca bir kördüğümdü, çözülmüyordu. O kurtulmak nefes almak istedikçe Sedef’in hataları, günahları onu kör bir kuyuya çekiyordu. Masum bir insanı öldürmek… Bu kaldırılabilir, unutulabilir değildi. Nasıl yapmıştı bunu, nasıl bu kadar kötü olabilmişti? Aklına o gün adamın söyledikleri geldi. ‘bir kaynaktan doğan ancak başka yönlere akan ikiz nehirlersiniz siz demişti. Birinizin gözlerinde salt öfke ve nefret varken öbürünüz salt masumiyetten ibaret’ Gerçekten masum muydu, temiz miydi? Masumiyetini onlarla kaybetmişti genç kadın. Masumiyet ve güveni onlarla kaybetmiş, silip atmıştı kendisi için. O gün eve geldiğinde önce halasını ve Umay’ı hastaneye götürmüş türlü testler yaptırmıştı. O adam onara bir şey yapmamış gibi görünebilirdi ama korkuyordu. Neyse ki sonuçlar temiz çıkmış, kan değerleri ya da değerlerin hepsi normal çıkmıştı. Aslında ondan özür dilemesi, ona anlattıkları genç kadını etkilemişti. Ondan hem korkmuş hem de ona üzülmüştü, içinden neredeyse teselli etmek bile geçmişti. 

Küçük kızın yeniden bir şeyler mırıldanmasıyla düşüncelerinden sıyrılıp kıvırcık saçlarına minik bir öpücük bıraktı. Onun bu eve ilk gelişini hatırladı. Nasıl da isyan etmiş istemiyorum diye çığlıklar atmıştı. Tam toparlandığı zamanlarda bir gün halası kucağında bu küçük kızla gelmişti. Henüz birkaç haftalık olduğu belli küçük, çelimsiz bir bebekti. Halası onu nüfusuna alması gerektiğini söylediğinde kesin bir dille reddetmiş bunun asla mümkün olmayacağını söylemişti. Sema ise o istemese bile Umay’ın bu evden gitmeyeceğini bakmak zorunda olduklarını başkalarının günahını ona yıkmayacağını söyleyip bu konuda ısrarcı olmuştu. Kaçışı olmadığını anlayan genç kadın küçük kızın nüfusta annesi olmayı kabul etmişti. Tabii uzun bir süre Umay'ın yüzüne bakmamasına engel olmamıştı bu durum. Onu yok saymaya çalışmış, onun ağladığını duydukça kulaklarını tıkamıştı. Duyduğu nefret sanki onu gördükçe katlanıyordu. Aylarca buna inandırdı kendini sonra bir gün sabah uyandığında yanında Umay'ı buldu. Sema, küçük kızı onun yanına bırakıp evden çıkmıştı ve Zeynep bunu fark edince hiç düşünmeden evden kaçmıştı. Onunla baş başa kalmak, sesini duymak istememişti ve bu yüzden kaçabileceğini düşünmüştü... Ama yapamamıştı. Onu evde yalnız bırakmaya dayanamamış koşarak kaçtığı eve aynı hızla geri dönmüştü. Eve girdiğinde Umay'ın çığlık çığlığa ağladığını duyduğunda ise içinde bir yerde hissettiği sızıyla hızla odaya girmişti. Küçük kızın yataktan yere düşmüş ağladığını görünce korkuyla onu kucağına alıp kafasını okşayarak defalarca "Özür dilerim" diye fısıldamıştı. Sonunda O da daha fazla dayanamayıp ağlamaya başladığında ikisinin ağlama sesleri birbirine karışırken kapının ardından dolu gözlerle Sema da onları izlemişti. Genç kadının daha fazla dayanamayacağını, onun Sedef gibi vicdansız olamayacağını bildiği için böyle bir şey yapmış onları baş başa bırakmıştı. Yanılmamıştı, Zeynep küçük kıza onu saramadığı, ondan kaçtığı günlerin acısını çıkarırcasına sarılmıştı o gün.
O günden sonra Umay'ı hiç bırakmadı Zeynep, sıkı sıkı sardı. Onun dizine taş değse genç kadının daha çok canı yandı. Ona ilk kez anne dediğinde bunu hak edip etmediğini bir süre sorgulasa da Sema’nın da desteğiyle bunu kendisinin de istediğine ikna olmuştu. Genç kadın bunu kendi içinde kabul etmekte zorlanacağını düşünmüştü başlarda, halası ile daha önceleri yaptığı konuşmalarda Sedef’in kızına anne olamayacağını dile getirmiş, çok sevsem de onun bana anne demesine izin veremem bunu yapamam demişti defalarca. Fakat o gün içinde verdiği bu savaş bitmiş olabilecek en güzel barışı gerçekleştirmişti genç kadın kendi içinde. Şimdi daha iyi anlıyordu, kendine imkansız gelen şeyler zamanla kabulü olabiliyordu insanın. Bazen zoraki bazen de bile isteye. Zeynep seve seve kabul etmişti bu imkansızını, daha ilk anlardan yapmadığı için pişman bile olmuştu. Umay onun tek ilacıydı, acıyı veren dolaylı yoldan o olmuştu belki ama aynı zamanda onu iyileştirebilecek tek merhem de yine bu küçük kızdı.
Burçin ve Fadime babaanne gelince önce hep birlikte yemek yemişler şimdi de artık sonu gelen güzel havadan istifade edip balkonda çaylarını içiyorlardı. Fadime babaanne üzülmesin diye son olaylardan çok bahsetmemişlerdi.
Zeynep ve Burçin üniversitede Sedef sayesinde tanışmışlardı. Burçin, Sedef'in sınıf arkadaşıydı. Üniversiteyi Trabzon'da okumuşlardı. Sedef aslında bitirmemişti. Birkaç defa rahatlamak için aldığı haplar onu bir bağımlı haline getirmişti. Zaten bir süre sonra okuldan tamamen kopmuştu ve Zeynep'in zoruyla tedavi olmaya başlamıştı. Burçin'le de Sedef'in yanına gittiği ilk zamanlarda tanışmıştı Zeynep. Sonrasında Sedef'in bağımlı olduğunu öğrenmesi, okuldaki derslerin hiçbirine girmediğinden haberdar olmasıyla Sedef'i alıp İstanbul'a getirmişti. Babasının duymaması için büyük bir çaba sarf etmişti o dönem, ne iyi yapmıştı ama! Sedef’i alıp İstanbul’a getirdikten sonra Burçin ile olan iletişimi de tamamen kopmuştu ama aradan iki yıl geçtiğinde hayat onları bambaşka yerlere sürüklediğinde tekrar karşılaşmışlardı. Zeynep ilk an yaşadıklarını anlatmasa da sonrasında Burçin ile sürekli görüşmeye başlamaları ve iyi bir dost olması sebebiyle her şeyi anlatmıştı. Burçin duyduklarına hazmedemezken ne söylemesi, ne tepki vermesi gerektiğini bilememişti o an. Zeynep'i hiç yalnız bırakmadı genç kadın, Zeynep'te onu. Birbirlerinin ailesi olmuşlardı artık.
Birlikte odaya geldiklerinde Zeynep, Burçin'e olanları anlatmıştı.
-Bir insan bu kadar mı kötü olur? Bu... bu kız nasıl bir vicdana sahipmiş dedi.
Zeynep sıkıntılı bir nefes verip yüzünü sıvazlarken;
-Bilmiyorum, ben onu tamamen arkamda bırakmak istedikçe o daha çok yapışıyor sanki bana. Kara lekem gibi dedi.
Burçin ona üzgün gözlerle bakarken;
-Yapma böyle üzme kendini o adam da bırakır bence peşinizi sonuçta derdi seninle değil dedi.
-Ben o adamdan korkmuyorum ki. Yani bilmiyorum ama bize zarar verebilecek biri değil, onun da canı yanmış kardeşini kaybetmiş. Acısından ne yapması gerektiğini bilemiyor o da anladığım kadarıyla. Bir insanı öldürmek, onun canına kast etmek bu kadar mı kolaydı bu kız için, hiç mi vicdanı yoktu ben anlayamıyorum. Aklım dimağım almıyor artık. Bana ne dedi biliyor musun… ‘Siz aynı kaynaktan doğmuş ancak farklı yönlere akmış ikiz nehirlersiniz, birinizin gözlerinde sadece salt nefret ve öfke varken öbürünüz sadece masumiyetten ibaret’  Ben kardeşim demeye utandığım o kız yüzünden acı çekmekten, yara almaktan yoruldum artık Burçin.
***
Burak açılan kapı ile gülerek elindeki simit poşetini yukarı sallayıp;
-Günaydın uykucular dedi.
Mutfakta salatalıkları dilimleyen genç kız onun sesini duyunca kalbindeki engellenemez hız ile arkasına döndü. Fakat o sırada bıçağın sivri ucu parmağına batmıştı. Dudaklarından küçük bir "Ah" nidası dökülürken o sırada mutfağa giren Burak onun acıdan dolayı buruşmuş suratını görünce endişeyle yanına gidip;
-Ahu iyi misin? Diye sordu. 
Genç kız elini suya tutup kenarda duran peçeteden bir tane alıp parmağına sararak;
-İyiyim, öyle bir anlık dikkatsizlikten oldu dedi.
Genç adam onun yanına gidip elini tuttuktan sonra kestiği parmağına dokundu hafifçe. Ahu’nun zaten heyecandan kalbi deli gibi çarparken çok mümkünmüş gibi daha da hızlanmıştı onun bu dokunuşuyla. Karşısındaki gencin de durumu ondan farklı değildi, yeni yetmeler gibi elleri titriyordu resmen. Ezgi onların bu halini yüzünde yer etmiş gülümseme ile izlerken sessizce mutfaktan çıktı. Burak ve Ahu’nun gözleri buluşunca bir süre bakışlarını birbirlerinden çekemediler. Derin bir nefes aldıktan sonra genç kızın uzun sarı saçlarına parmak uçlarıyla dokundu Burak ve onun gözlerinin kapanmasını, kendisi gibi titreyen ellerini izledi. 
"Neden seni ilk gördüğüm günden beri kafamı kurcalıyorsun, neden sürekli seni merak ediyorum ve seninle olmak istiyorum?"
Karşısındaki gencin söyledikleriyle Ahu gözlerini aralayıp şaşkınlıkla karışık gözlerindeki pırıltılarla baktı ona. Aynı hisler onun için de geçerliydi çünkü. Sürekli aklının bir tarafında O vardı, daha önce hiç böyle hissetmemişti. Hatta babasının; üvey annesine, kendisine yaptıkları yüzünde nefret etmişti erkeklerden. Burak’ın onu korumaya çalışması, onu düşünmesi genç kızın çok farklı duyguları tecrübe etmesini sağlamıştı ama korkuyordu. Hem buraya bir amaç için gelmişti, bir aşka kapılıp asıl istediğini unutmaktan korkuyordu. Genç kız sesli bir yutkunmadan sonra hiçbir şey söylemeden kafasını öne eğdiğinde karşısındaki genç onun bu haline burukça gülümseyip;
"Seni bekleyeceğim küçük kız" dedi.
Ahu heyecanla kafasını kaldırıp aynı hızla tekrar öne eğdi. Burak onun bu haline gülümserken uzanıp burnunu saçlarına yaklaştırdı ve derin bir nefes aldı, genç kızdan yayılan karanfil kokusunu ciğerlerine doldurdu. Saçlarına küçük bir öpücük bıraktıktan sonra bir süre öylece kaldılar. Ahu’nun kalbi yerinden çıkacak gibi atarken Burak’ta sesli ve derin nefesler alıp kokusunu içine çekiyordu. Bir müddet sonra genç kızın çalan telefonu onları kendilerine getirirken Ahu eli ayağına dolaşmış bir halde telefonunu aradı. Burak onun bu haline kıkırdarken genç kızda telefonunu az önce onun masanın üzerine bıraktığı simit poşetinin altında bulmuş ekranda gördüğü kayıtlı olmayan numaraya tereddüt ederek cevap vermişti.
-Efendim.
-Merhaba Ahu ile görüşüyorum değil mi?
Genç kız tanımadığı kadın sesinden dolayı tereddütle;
-Evet benim diye cevap verdi.
-Nasılsın Ahu, ben Zeynep. İhsan sana numaramı vermiş ama aramayınca merak ettim. Bir ihtiyacın var mı? İstersen yanıma da gelebilirsin, bugün okulda olacağım. Senin üniversitende İktisadi İdari Bilimler Fakültesinde öğretim görevlisiyim. Zeynep Yılmaz'ın odası nerede diye sor söylerler zaten.
İhsan öğretmen, Zeynep ile üniversiteden tanışıyorlardı. Onunla Volkan sayesinde tanışmışlar, sonrasında da hiç görüşmeyi kesmemişlerdi. İhsan, Ahu’nun İstanbul'da üniversiteyi kazandığını duyunca direkt Zeynep'e haber vermişti. Ahu çok akıllı bir kızdı ve ailesi her başarısını baltalamak için adeta yemin etmişti. Genç kızın ailesi onun okumaması konusunda diretse de İhsan öğretmen baskılara boyun eğmemiş onun liseyi bitirmesini sağlamıştı. Ancak sonrasında üniversiteyi kazanınsa da ailesini onun okula devam etmesi konusunda ikna edememişti. Genç kızın henüz 18 yaşında olmaması onun elini kolunu bağlamıştı. Reşit olsa onun köyden gitmesine yardım eder, elini üstünde tutmaya devam ederdi. Ancak şimdi buna kalkışırsa hem suç olacak hem de ailesinin genç kıza zarar vermesine sebep olabilecekti. Çünkü az çok onları tanımıştı artık ve onların ne kadar kötü olduklarını, olabileceklerini tahmin ediyordu. Ona 18 yaşını beklemesini, onu İstanbul’a o zaman kendi elleriyle götüreceğini söylemiş kendince ikna etmişti.  Zeynep'e söyleyip yanına gönderse ailesi reşit olmayan bir kızı evden kaçmaya zorladı, aklını çeldi der jandarmaya giderlerdi. Bu yüzden en iyisi genç kızı 18 ine bastıktan sonra onu Zeynep’e emanet etmek olacaktı. Ancak Ahu bir sabah ona dahi haber vermeden okumak için İstanbul'a kaçmıştı ve sonrasında kardeşi Gonca ona bir mektup getirmişti genç kızdan. Ona daha fazla yük olmak istemediğini bu sebepten bir şey söylemeden gittiğini yazmıştı ama aradan bir hafta geçtikten sonra aramıştı onu genç kız ve iyi olduğunu merak etmemesini söylemişti. Zaten kardeşiyle de İhsan öğretmen sayesinde görüşüyorlardı. İhsan öğretmen ona Zeynep'in numarasını vermiş, onun yanına gitmesini söylemişti. Genç kız yük olmak istemediği için hiç gitmemişti ama Zeynep onu aramıştı. Aslında daha önce arayacaktı ama kafasını ancak toparlayabilmişti.
Ahu ve Zeynep bir süre daha konuştuktan sonra telefonu kapattıklarında Burak ona soran gözlerle bakınca genç kız konuşmaya başladı.
-Benim bir öğretmenim vardı, çok emeği vardır üzerimde. Bana buradaki bir arkadaşının numarasını vermişti ama yük olmak istemediğim için aramamıştım. O aradı şimdi, beni yanına çağırıyor. 
-Tamam, kahvaltımızı yapalım gideriz.
Birlikte kahvaltılarını ettikten sonra üçü beraber evden çıktıklarında bir süre sonra arkalarından bağıran ses Burak ve Ezgi'ye yabancı gelse de genç kıza çok tanıdık gelmişti.

Yorumlar

  1. Yaaaaaa çok heyecanlı bi yerde bitti hemen diğer bölüme geçiyorum

    YanıtlaSil
  2. Kadronun kalabalık olması çok hoşuma gitti birlikte bi masada oturup sabaha kadar eğlenecekleri zamanları sabırsızlıkla bekliyorum

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tabii bi de zeykerin öpüşmesini 😏😉

      Sil

Yorum Gönder