İkiz Nehirler-22
Kerem kahvaltı
hazırlarken Zeynep bir süre salonda oturmaya devam etmiş, olanları düşünmüştü
bir kez daha. Kurtulduğunu sanırken aslında saplanıp kaldığı bir bataklıktı
sanki bu durum onun için. Banyoya gidip yüzünü yıkadıktan sonra bir müddet
aynadaki aksine bakmıştı. Ağlamaktan kızarmış gözleri, çökmüş gözaltları… Bu
görüntü ona çok tanıdık geliyordu ve tekrar o bataklığa saplanmak istemiyordu.
Kendini bir acıya, geçmişe mahkum ederek yaşamak istemiyordu artık. Bunu
kendisine yapmayacaktı. Kenardaki havluyu alıp yüzünü kuruladıktan sonra derin
bir nefes alıp banyodan çıktı. Mutfağa geldiğinde Kerem’in tezgahın önünde bir
şeylerle uğraştığını görünce yüzünde oluşan gülümseme ile yanına gitti.
-Kolay gelsin
Kerem kestiği
peyniri tabağa yerleştirirken yanına gelen kadına gülümseyip;
-Teşekkürler, şimdi
kahvaltı yapacağız sonra ilaç içeceksin dedi.
Zeynep onun
dilimlediği salatalıklardan bir tane alıp ağzına atarken bir yandan da
konuşmaya devam etmişti.
-Mutfaktan
anlıyorsun galiba
-Severim uğraşmayı,
yalnız yaşadığımı da göz önünde bulundurursak kendimi bu konuda bir hayli
geliştirdim.
Kerem yaptığı
omleti tabaklarına paylaştırıp, çaylarını da doldurduktan sonra birlikte masaya
oturdular karşılıklı. Bir süre sessizce kahvaltılarını yapmışlar tabağa vuran
çatal bıçak sesinden başka bir ses duyulmamıştı mutfakta. Çalan telefon ile
Kerem uzanıp tezgahın üzerinde duran telefonu alıp cevapladı.
-Söyle Sinan
..
-Evet
..
-Tamam onlarla
görüş o zaman. Ayrıca bu defa hata yapma sakın. Bu kez yapacağın hatanın affı
olmaz, unutma.
Kerem telefonu
kapattığında kendisine bakan bir çift kahverengi gözle buluştu gözleri.
-İlk sefer ki
hatası ben mi oluyorum?
Kerem huzursuzca
yerinde kıpırdanırken kaçırdığı gözleri genç kadının gülümsemesine neden oldu.
-Kötülük için
söylemedim, belki de bizim felaket sandığımız şeyler ardında bir bahar
gizliyordur. Bunu bilemeyiz değil mi?
Karşısındaki
kadının söyledikleri onun gözlerinin kısılmasına neden olurken ciddi olup
olmadığını anlamaya çalıştı. Fakat Zeynep anında az önce hiçbir imada
bulunmamış gibi konuyu değiştirmişti.
-Ne dedi Sinan?
Onunla ilgili biliyorum.
-Anne - babası
ölmüş, ablası varmış ona ulaşacak.
-Bir şey
bulabileceğini sanmam eniştesi onu hiç sevmezdi, zaten sevilecek tarafı da
yoktu. Ablasının onunla görüşeceğini sanmıyorum.
Zeynep’in bir
yandan tabağındakileri yerken bir yandan da onun hakkında fikir yürütmesini
izledi bir süre Kerem. Az önce salonda ağlayan, pişmanlık duyan kadın yoktu
karşısında. O gitmiş başka bir Zeynep gelmişti. Zeynep onun kendisini
izlediğini farkındaydı, tepkilerinin dengesizliği onu şaşırtmıştı. Ağzındaki
lokmayı bitirdikten sonra derin bir nefes alıp karşısındaki adamın yeşil
gözlerine baktı.
“Cengiz Aytmatov
‘Mide beyinden daha akıllıdır çünkü mide kusmayı bilir, beyin her pisliği
yutar’ demiş. Çok doğru bir söz bence, gördüklerimiz, görmek zorunda
kaldıklarımız gün geliyor sınavımız oluyor. Kurtulmak istesek de o yaşananlar
zihnimizden silinemiyor. İstemediğimizi hazmedemediğimiz bir şeyi midemiz
kusabilirken beynimiz bunu yapamıyor, bizi o hazmedemediklerimiz ile sınıyor.
Kurtulamıyoruz onlardan ama onlarla yaşamayı öğrenemezsek de yavaş yavaş
zehirleniyoruz. Ben yıllar önce yaşadıklarıma hazmedemediğim için o acıyla
yaşayabilirim sandım ama sonra anladım ki ben sadece kendime zarar veriyormuşum
sürekli hatırlayarak. Sandım ki sürekli hatırlarsam öfkem de diri kalır onlara
olan nefretim bitmez… Fakat en çok yara alan bendim, bir müddet sonra kendime
acımaya, kendimi bu hale soktuğum için kendimden nefret etmeye başlamıştım.
Sonunda bir gün bu şekilde devam edemeyeceğimi anladım, belki kusamadım ama
unutmaya çalıştım. Dün onu görünce o unutmaya gayret ettiğim iğrençlikler
yeniden üşüştüler zihnime… Ama bu defa beni o bataklığa çekmelerine izin vermeyeceğim,
her ne için geldiyse onu çıktığı deliğe geri ben tıkacağım.”
Kerem onu sessizce
dinlemiş, güçlü kalmasına bir kez daha hayran kalmıştı. Bakışlarını ondan
ayırmayıp yüzünde oluşan tebessümle karşısındaki kadını izledi bir süre.
-Sen gerçekten
yiğit bir kardelen çiçeğisin, ben hep senin yanında olacağım. Sen kapıdan
kovsan ben bacadan gireceğim ama senin yanından ayrılmayacağım.
Zeynep karşısındaki
adamın son sözleriyle kıkırdarken daha fazla bir şey söylemedi. Onun yanında
olmak istemesi hoşuna gitmiş olsa da bunu belli etmedi genç adama.
Beraber masayı
topladıktan sonra Kerem iş ile ilgili birkaç görüşme yaparken Zeynep’te odasına
gitmişti. Yatağını düzettikten sonra komodinin üzerinde duran üç gece önce
baktığı fotoğraf albümü çarptı gözüne. Yüzünde oluşan tebessümle albümü eline
alıp yere oturdu. Denizde, piknikte, yılbaşlarında çeşitlik yerlerde çekilmiş
fotoğraflardı. Babasıyla denizde çektirdikleri ellerinde dilim karpuzlarla olan
fotoğrafa baktı uzun uzun, başparmağı babasının yüzünü okşarken “Seni öyle çok
özledim ki” demişti fısıltı halinde.
Kerem görüşmelerini
bitirip Zeynep’e bakınmış kapısı açık olan odasında onu gördüğünde bir müddet
kapının kenarından onu izlemişti. Zeynep izlendiğinin farkına varınca kafasını
kaldırmadan “Gelsene” demişti sadece. Kerem yavaşça genç kadının yanına
yaklaşıp onun gibi bağdaş kurarak oturmuştu. Henüz beş altı yaşlarında kıvırcık
saçlı küçük kız çocuğu onu gülümsetirken “O zamandan belliymiş güzel olacağın”
dedi muzipçe. Zeynep yanında oturan adama kısa bir bakış atıp gülümserken
elindeki fotoğrafa bakmaya devam etti.
“Onu hayal
kırıklığına uğrattığım için kendime olan kızgınlığım geçmiyor.”
Kerem kabul etmez
bir tonda anında onun söylediklerine itiraz etmişti.
-Yaşananların
hiçbiri senin suçun değil, o yaşananların sorumlusu iki kişi ve sen ne sana
yapılanın ne de yaşananların sorumlususun. Başkalarının günahlarını kendi
omuzlarına yükleme Zeynep. Az önce mutfakta ne dedin bana? ‘Beni o bataklığı
yeniden çekmelerine müsaade etmeyeceğim, yine kendimi bir acıya mahkum
etmeyeceğim’ demedin mi? Onların yaptıkları iğrençliklerin bedelini sen neden
ödeyesin ki? Ben eminim baban bugün yaşasaydı sana vereceği tek şey daha fazla
sevgi ve şefkat olurdu, onların günahlarını sana ödetmezdi. Sen de yapma bunu
kendine, lütfen.
Zeynep bir müddet
kendisine dikkatle bakan adamın gözlerine baktı, artık ona doğru çekilmekten
ona karşı koyamamaktan rahatsız olmuyordu. Bunu tabii ki ona belli etmeyecekti
ama artık bazı şeylerden emindi, içinde oluşan o boşluklar Kerem ile tamamlanıyordu.
Bir süre daha
fotoğraflara baktıktan sonra Kerem ayağa kalkıp;
-Hadi seni bir yere
götüreceğim dedi.
Zeynep ona
kaşlarını çatarak bakıp;
-Nereye? Diye
sorduğunda "Gel hadi" dedi sadece.
-Tamam, nereye
gideceğiz?
-Gidince görürsün
üzerini değiştir bekliyorum seni.
Kerem sabah evden
istettiği ve kahvaltıdan sonra gelen birkaç parça eşyanın olduğu çantadan
kendisine eşya çıkarıp odada bulunan banyoda kısa bir duş alıp çıktı. Zeynepler
bu evi ilk aldıkları evi sattıktan sonra iki yıl önce almışlardı. Diğer eve
göre daha geniş ve ferahtı. Dubleks olan evin üst katında bir teras ve iki oda
vardı ve Zeynep bir odayı kendi odası bir odayı da çalışma odası olarak
kullanıyordu. Merdivenlerden dolayı Umay için başlarda biraz endişelenseler de
herhangi bir sorun yaşamamışlardı. Zaten küçük kız da artık alışmış Fadime
babaanne tabiriyle tazı gibi çıkıp iner olmuştu. Tabii özellikle merdivenleri
inerken birine çağırması tembihlendiği için yukarıdaysa genelde birine çağırır
onun yardımıyla aşağı inerdi. Zeynep’in kendisine
yaptığı çalışma odasıyla toplamda beş oda vardı bu evde. Halası emekli olsa da
çalışmayı bırakmamış evden yaptığı el işlerini satmaya devam etmiş, hatta onun
yaptıklarını çok beğenen bir butik ondan düzenli olarak sipariş almaya
başlamıştı ve onun buradan ve diğer müşterilerden gelen paralarla yaptığı
birikim ve katkısı yok sayılamazdı. Hayatının her anında onun desteğini
hissetmişti.
İkisi de hazır
olduktan sonra evden çıktıklarında Kerem'in arabasına binip yola çıktılar. Yol
boyunca ikisi de konuşmadı, Zeynep nereye gittiklerini tahmin etmeye çalışmış
ama bulamamıştı. Sadece yol üzerinde bir yerde Kerem bir yere uğramış ona
arabada beklemesini söyleyip kendisi gitmişti. Bir müddet sonra genç adamın
kendisiyle beraber birkaç adamın daha ellerinde poşetler ve kolilerle geri
dönüşünü ve onları arabaya yerleştirmelerini izlemişti. Zeynep cevap
alamayacağını bildiği için tekrar sormamış gidecekleri yere varana kadar yolu
izlemişti. Mahalle aralarından geçip bir sokakta durduklarında Kerem arabayı
park edip;
-Hadi bakalım
demişti geldiklerini belli ederek.
Kadın onun peşinden
inip onu takip ederken Kerem’de arabanın arkasından gelirken aldıklarının
poşetlerden bir kısmını tek eline sığdırıp arabayı kilitledi.
-Hadi gidelim.
Zeynep onun bu
ketumluğuna sinirlense de bir şey söylemeyip sessizce komutuna uydu. Yan sokağa
döndüklerinde Kerem'i gören küçük çocuklardan biri;
-Aaa Kerem abi
geldi! Deyip hızla onların yanına koştu.
Diğer çocuklar da
onun arkasında koşup gelirken Zeynep ve Kerem'in etrafını sardılar. Bir süre
sonra ilerideki çimlere hep beraber oturup çikolatalarını yerlerken Kerem
onlara gülerek bakıp;
-Eee okul nasıl
gidiyor bakalım? Diye sordu.
Bambaşka yerlerden
gelmiş bu mahallede buluşmuş çocukların hep bir ağızdan bir şeyler anlatmasını
dinledi Zeynep. Bazıları ailesi ile beraber savaştan kaçıp gelmiş, bazıları
daha iyi bir hayat yaşamak umuduyla farklı yerlerden gelmişlerdi. Buluştukları
ortak payda ışıl ışıl bakan gözleri, bir o kadar masum ve çekingen, korkak
bakışlarıydı.
-Selim abi neden
gelmedi, hem söz verdiniz çift kale maç yapacaktık.
Kerem onun
işlerinin olduğunu söylerken Zeynep'te araya girip;
-Selim abiniz yoksa
ben varım, benimle oynayın olmaz mı? Diye sordu.
8 yaşındaki
Muhammet kocaman açtığı kara gözleriyle;
-Sen maç biliyon mu?
Diye sordu.
Zeynep onun bu
haline gülerken;
-Biliyorum tabi,
istersen aynı takımda bile oynarız dedi.
Kerem onların
sohbetini gülerek izlerken çocuklar ayaklanıp "Hadi o zaman maç
yapalım" dediler hep bir ağızdan. Birlikte takım kurup maça başladıklarında
Kerem ve Zeynep en az çocuklar kadar eğleniyorlardı. Zeynep ve Kerem ara ara
karşı karşıya gelip birbirlerinin ayaklarından topu almak için çalım atarken
kısa bir an da olsa her şeyi unutmuşlardı. Kerem'in istediği de buydu, biraz
olsun Zeynep'i o karamsarlıktan, kötü fikirlerin kıskacından çekip çıkarmaktı.
Sonuna maç bittiğinde hepsi yorgunluktan çimlere uzanmıştı. Muhammet, Ali'nin
omuzuna hafif vurup;
-Nasıl yendik sizi
ama! Aslan Zeynep abla dedi gülerek.
Muhammet'in bu
halini gülerek izleyen Zeynep ve Kerem'in kısa bir an bakışları buluştu.
Zeynep'e kısa bir an da olsa tüm o kötü fikirlerden uzaklaşmak iyi gelmişti.
Genç kadın karşısındaki adamı yüzündeki tebessüm silinmeden bakarken Ali ve
Muhammet'in tatlı atışmaları onları kendilerine getirdi. Diğer çocuklar da
onların bu atışmalarına katılınca Kerem onlara müdahale edip;
-Kimse acıkmadı
galiba dedi.
Çocukların
gözlerinin içi parlarken Kerem gülümseyerek "Hamburgerlerimiz
birazdan burada olur" dedi.
Aradan geçen 10
dakikanın sonunda Kerem'in şirketteki yardımcılarından İsmail arabasıyla gelmiş
arabadan poşetleri alıp onların yanına gelmişti. Herkes payına düşen hamburgeri
aldıktan sonra Kerem gülerek İsmail'e bakıp;
-Sen hakkını yedin
mi? dedi.
İsmail gülerek ona
bakarken;
-Yedim Kerem Bey,
başka bir şey yoksa ben gideyim dedi.
Kerem onun ne demek
istediğini anladığı için;
-Git sen, sağ ol
dedi.
Elindeki hamburger
patates kutusunun birini yanında bağdaş kurmuş oturan Zeynep'e uzatıp;
-Bunlar da bizim
hakkımız dedi.
Zeynep gülerek
Kerem'in elindekileri alıp hamburger ve patatesini yerken çocukların da keyfi
yerindeydi. Zeynep bakışlarını Kerem'e çevirdiğinde onun yüzündeki buruk
gülümsemeyle çocukları izlediğini gördü.
-Nasıl da
mutlular...
-Aslında onları
mutlu etmenin ne kadar kolay olduğunun resmi sanki... Birilerinin günahlarının
bedeli bu masum çocuklar ödüyor. En güzel anılarının birikmesi gereken yaşlarda
en kötü günleri yaşıyorlar.
Hamburgerler
yendikten sonra en son her zaman olduğu gibi Kerem'in arabasının etrafı
sarılmıştı. Zeynep onları izlerken Kerem bagajı açıp tek tek poşetlenmiş küçük
kutuları onlara verdi. Artık sonlara geldiklerinde 8 yaşındaki Esma yeni
öğrendiği Türkçesiyle "Çikolata yok mu?" diye sordu. Kerem
yüzünde oluşan geniş gülümsemeyle;
-Olmaz mı hiç,
hepsi kutunun içinde. Kitabı bir dahaki gelişimde anlatacaksın bana ona göre
deyip burnunu hafifçe sıktı.
Bütün çocuklarla
vedalaşıp arabaya bindikten sonra tekrar yola çıktılar ve sessiz geçen
yolculuğun sonunda Zeynep'in evinin önüne geldiler. Kerem, Zeynep'in yanında
kalmak istiyordu ama yukarı çıkabileceği bir bahane yoktu. Aslında sabah gelen
eşyaları ondaydı ama bu bahane olabilir miydi emin olamıyordu. Bir süre ikisi
de konuşmadı, Zeynep kafasını kaldırdığında yine o hiç hatırlamak istemediği
yüzü gördü bir an karşısında. Endişesini belli eden gözleri karşısındaki adamı
bulduğunda Kerem önce ona anlamayan gözlerle baktı sonra da az önce kadının
baktığı yöne çevirdi kafasını. Ancak kimseyi göremedi.
-Zeynep n'oldu, iyi
misin?
Zeynep tekrar aynı
yöne baktığında kimseyi göremedi. Zihni ona oyun oynuyordu belli ki. Derin bir
nefes alıp Kerem'e döndükten sonra “İyiyim” dedi mırıldanarak. “Sen gelmiyor
musun?” diye sordu ardından.
Kerem bir an
şaşırsa da çabucak kendini toparlayıp ışıldayan gözlerle ona bakarken;
-İstersen gelirim
dedi.
Karşısındaki adamın
ışıldayan gözleri onu gülümsetirken yalnız olmak istemediğini fark etti, onun
yanında kendini güvende hissediyordu. Artık bunu inkar edemiyordu. Bugün o
çocukların yüzünce oluşan tebessüme vesile oluşuna şahit olmuş olmasının da
payı var mıydı bunda bilemiyordu ama onu hiç kimseyle kıyaslamaması gerektiğini
anlamıştı artık.
Zeynep arabadan
inerken Kerem’de onun peşinden inmiş beraber eve gelmişlerdi. Zeynep odasına
çıkıp duş aldıktan sonra saçlarını kurutup aşağı inmişti. Kerem’de Zeynep’in
sabah kendisine gösterdiği misafir odasında bir duş alıp üzerini değiştirmiş
ardından Sinan’ı aramıştı.
-Ne yaptın, bir
şeyler bulabildin mi?
-Aslında bir şey
değil birden çok şey bulduk Kerem Bey. Adam madde bağımlısı, ailesinin
baskısıyla tedavi falan görmüş birkaç kere ama her seferinde kaçmış. Bir yıl
önce annesini kaybetmiş, iki ay önce de babası kalp krizinden ölmüş. Kız
kardeşi var ama görüşmüyorlarmış, kadın evliymiş zaten. Eşi de kendi de
Hatay'da öğretmen. Volkan ve ailesi de Ankara'da yaşıyorlarmış. Ankara'da aynı
apartmanda oturdukları komşuları bir hayli konuşkan bir hanımdı, bildiği her
şeyi anlattı. Hayırsız evlatmış kadın pek emin konuşamadı ama annesini galiba
krize girdiği anlarda birkaç kez yaralamış. Babası da öldükten sonra ortadan
kaybolmuş. İstanbul'a geleli çok olmamış yani. İstanbul'da nerede kaldığını
bulamadık henüz İsmailler araştırıyor.
Zeynep'in evinin
etrafında olma ihtimalini düşününce;
-Zeynep'in evinin
önüne birilerini gönder, kim giriyor kim çıkıyor takip etsinler. Zeynep'e belli
etmesinler ama dedi.
Az önce Zeynep'in
hali aklına gelince onun Volkan'ı görmüş olabileceği aklına geldi. Odanın
camından caddeyi izledi dikkatle, etrafta kimse görünmüyordu ama Kerem'in içi
hiç rahat değildi. Odadan çıktığında mutfağın ışığının yandığını fark edince
oraya gitti. Zeynep kulağı ve omzu arasına sıkıştırdığı telefonda bir yandan
Umay ile konuşuyor bir yandan da kahve yapıyordu.
“Ben de seni çok
özledim annecim”
..
“Halanı üzme tamam
mı, yakında görüşeceğiz. Birbirinizi benim yerime öpün, ben de seni çok
seviyorum bir tanem”
Zeynep telefonu
kapatıp tezgahın üzerine bıraktığında Kerem’in üzerini değiştirmiş eşofman ve
tişörtüyle kapının pervazına yaslanmış kendisini izlediğini gördü.
-Kahve içersin
değil mi?
Kerem onaylar şekilde
başını sallarken yavaş adımlarla onun yanına gelmişti. Bir müddet sessizce
kadını izlemiş kendisine uzattığı fincan için teşekkür ettikten sonra masada
karşılıklı oturduktan sonra konuşmaya başlamıştı.
-Sen gerçekten
harika bir annesin.
Zeynep ona kısa bir
bakış atıp neden şimdi böyle bir şey söylediğini anlamaya çalışırken Kerem’de
konuşmaya devam etti.
-Bizim annemiz var
ama yok gibiydi, bizi hiç sevmezdi. Ona göre biz onu esarete mahkum etmiştik,
zoraki yapılan bir evliliğin istenmeyen çocuklarıydık Defne’de ben de… Dedem
yani babamın babası iş için istemiş bu evliliği, o zamanlar annemlerin şirketi
iflas etmek üzereymiş ve dedem de bunu fırsat bilmiş şirketin büyük payında
hissedar olup annemle babamın evlenmesini sağlamış. Dedem çok gaddar bir adammış,
babam bu evlilik olmasın diye diretse de onu ikna edememiş. Mirasından men etme
resti çekince babam geri adım atmak zorunda kalmış. Hâlâ çok pişman olduğunu
söyler o reste boyun eğdiği için ama gençlikten, dedemin adının tüm kapıları
açtığı gibi yüzüne kapatacağını bildiğinden kabul etmek zorunda kaldığını
anlatır. Annem asla yanaşmamış bu evliliğe, babam ılımlı olmaya çaba gösteren
taraftı hep. Ben mecburiyetten olmuşum, evlilik çocuk demekti dedemler için ve
oluşan baskılar yüzünden annem bunu kabul etmek zorunda kalmış. Defne ise
anneme göre sarhoşluğun verdiği bir hataydı. Bizi hiçbir zaman sevmedi, bunu
daima hissettirdi. Bizim babamız aynı zamanda annemizdi. Her anımızda o oldu
yanımızda, annemle boşanmak istedi ama Defne onların ayrılmasını hiçbir zaman
istemedi. Babam sırf Defne’yi üzmemek için o kadının ihanetine rağmen onu
yanında tuttu. Zaten sonra onun ihanetini Defne’de gördü ve o zaman yaşandı bu
felaketler.
Zeynep karşısındaki
adamın anlattıklarını şaşkınlıkla dinlerken Kerem’de başını önüne eğmiş
fincanıyla oynarken konuşmaya devam ediyordu.
-Defne öldükten
sonra kendini suçlu hissetmiş olacak ki, buna asla inanmıyorum ama, psikolojik
olarak kendini toparlayamadı. Babamla boşandılar ama hâlâ onunla yaşıyor. Kendi
ailesinden hiç kimse onu görmek istemiyor. Babam da ne olursa olsun benim iki
evladımın annesi sokağa atamam deyip onun üzerinden elini çekmedi. Onunla asla
karşılaşmaz, krizleri tuttuğunda bahçede kendisi için yaptırdığı küçük
kulübesine gider ama yine de yanında göndermez. Bunu ona kaç kere teklif ettim
yanında hemşiresi var zaten diğer evlerden birine gönder diye ama inatla kabul
etmedi, ben de artık bu konuda ona bir şey söylememeye karar verdim. Ben
annemin merhametsizliği, sevgisizliğiyle büyüdüğüm için her kadını onun gibi sanırdım…
Seni tanıyana kadar…
Kerem hâlâ öne eğik
olan başını kaldırdığında Zeynep’in kendisine bakan üzgün gözleriyle buluştu
gözleri.
-Sen Umay’ı o kadar
güzel seviyorsun ki gerçeği öğrendiğimde bir an böyle bir şeyin olabileceğini
kabullenemedim. Öz annem bizden nefret edip, küçücük bir kırıntı kadar dahi
sevgi göstermezken sen onca şeye rağmen onu nasıl da sahiplenmiştin.
Genç kadın sessizce
adamı dinlerken hiçbir şey söyleyemedi. Ne söyleyebilirdi ki? Bir dönem kendisi
de küçücük bir çocuğu suçlamaya kalkmamış mıydı? Şimdi bile aklına geldikçe
kendini kötü hissetmesine neden olan bu fikir ya bir ömür devam etseydi?
Korkuyla o düşünceleri zihninden uzaklaştırdı, şimdi bile o kısa zamanda bunu
yaşattığı için suçluluk duyuyordu. Karşılıklı birbirlerine bakma devam
ederlerken dış kapıdan gelen ses Zeynep’in kaşlarının çatılmasına neden oldu.
Saat gece on bire geliyordu ve bu saatte gelecek kimse yoktu. Soran gözlerle
karşısındaki adama baktığında onun da bir fikrinin olmadığını fark etti. Kerem
oturduğu sandalyeden kalkıp kapının yanına gittiğinde önce delikten kapının
ardında kimin olduğuna baktı ancak kimseyi göremedi. Zeynep onun arkasında
tedirgin bir şekilde beklerken Kerem yavaşça kapıyı açtı. Kapının ardında
kimseyi göremezken kafasını eğdiğinde yerde bir bebek ve üzerinde bir not
gördü. Bebeği eline alıp j-hızla asansöre koştu ama zaten kattaydı.
Merdivenlerden inmiş olabileceği düşüncesiyle aşağı baktı kimseyi göremedi.
Apartmanın içini kolaçan etmiş ancak
hiçbir şey
bulamamıştı. Sinirden kızaran yüzü ve tek elinde tuttuğu bebekle eve dönerken
genç kadında ona endişeyle bakıyordu. “Yok, her kimse gitmiş. Bunu bırakmış”
Zeynep korkuyla
adamın elindeki bebeği alıp bir süre boş gözlerle ona baktı. Kerem avucunda
buruşturduğu not aklına gelirken açıp onu okumaya başladı.
"En kısa
zamanda kızımla tanışacağız, belki babasının geleceğinden onu haberdar etmek
istersin teyzesi"
-Senin sülaleni
sikeceğim!
Kerem dudaklarının
arasından öfkeyle mırıldanırken Zeynep korkuyla bakıyordu ona. Adam yanındaki
kadının endişelendiğini bildiği için uzanıp onu kollarıyla sararken;
-Merak etme hiçbir
şey olmayacak, onu senden alamaz dedi.
-Umay'ın onun kızı
olduğunu biliyor, kızımla tanışmaya geleceğim demiş Kerem. Ben Umay'ı veremem,
o benim kızım, veremem onu. Onun annesi benim, vermem onu.
Zeynep korku ve
endişesini belli ederken sürekli aynı şeyleri tekrarlıyor, korkudan vücudu
titriyordu. Kerem onun korkudan kasılmış vücudunu fark edip yavaşça sırtını
okşarken onun rahatlaması için kulağına her şeyin düzeleceğini fısıldamaya
devam ediyordu. Bir müddet kapının önünde öylece kaldılar Zeynep’in elinden
düşen bebeğin tok sesi duyulurken Kerem genç kadını yavaşça kucağına alıp
odasına çıkardı. Zeynep yan döndüğü yatakta sessizce gözleri kapalı bir şekilde
yatarken Kerem’de saçlarını okşadı bir müddet. Onun uyumadığının farkındaydı,
konuşmak istemiyordu sadece. Uzanıp şakağına bir öpücük bıraktıktan sonra
yataktan yavaşça kalıp odadan çıktı.
Sinan’ı arayıp ona
olanları anlattı ve yakın civara otellere her yere bakmasını söyledi.
Sıkıntıyla yüzünü sıvazlayıp mutfağa indiğinde kendine yeni bir kahve yaptı. O
şerefsizin gönderdiği bebeği ve notu hırsla parçalarcasına çöp kovasına attı.
Zeynep’in o bebeği tekrar görmemesi için çöp poşetinin ağzını bağlayıp dış
kapının önüne bıraktı. Kahvesini yaptıktan sonra önce Zeynep'i kontrol etti.
Onun kapıya sırtı dönük olacak şekilde dizlerini karnına çekmiş yattığını
görünce çalışma odasına geçti. Zeynep’in odasından ve çalışma odasından
çıkılabilen geniş terasa çıkıp sürgülü kapıyı hafif aralık kalacak şekilde
ardından çektikten sonra bir süre caddeyi izledi. O şerefsizin böyle bir şey
yapacağını biliyordu, Zeynep onu gördüm dediği ilk gün anladı bir gün genç
kadının karşısına Umay’ı bahane ederek çıkacaktı. Günlerdir ondan bir iz
bulmaya çalışıyorlardı ama hiçbir şey bulamamışlardı. Tek eliyle yüzünü
sıvazlayıp sıkıntı ile solurken cebinde titreyen telefonu düşüncelerinden kısa
bir an sıyrılmasını sağladı. Elindeki fincanı önündeki mermerin üzerinde
bıraktıktan sonra eşofmanının cebinden telefonunu çıkardı.
-Efendim Burçin
-Kerem merhaba, ben
Zeynep’i merak ettim de yanındasın değil mi?
-Evet, yanındayım.
Burçin onun
sesinden bir sorun olduğunu anlamış hemen merakla konuşmaya devam etmişti.
-Bir sorun yok
değil mi? Sesin neden kötü geliyor, Zeynep iyi mi?
Kerem sıkıntılı bir
nefesi dışarı bırakıp olanları telefonun diğer ucundaki kadına anlattığında
Burçin korku ve endişeyle dinlemişti onu. Telefonu kapattıklarında kendisine
meraklı gözlerle bakan sevgilisine olanları anlatmış huzursuzluğunu dile
getirmişti. Tuna onun Zeynep’in yanında olmak isteyeceğini bildiği için ona
daha fazla bir şey söylemeden ya da sormadan “Hadi dönüyoruz” demişti. Burçin
ona minnetle bakarken sessizce ona uymuş işlemleri hallettikten sonra beraber
otelden çıkmışlardı.
..
-Özür dilerim.
Tuna kısa bir an
bakışlarını yoldan çekip;
-Neden özür
diliyorsun hayatım? Diye sordu.
-Bir sürü plan
yaptın ama...
Tuna uzanıp
Burçin'in elini tuttuktan sonra üzerine bir öpücük bırakıp;
-Zeynep o
haldeyken, aklımız İstanbul'da kalmışken tatil yapamazdık zaten değil mi?
Arkadaşlarımızın yanında olmamız gerek dedi.
Burçin az önce onun
yaptığı gibi elinin üzerine bir öpücük bırakıp;
-İyi ki varsın
dedi.
Burçin ve Tuna
İstanbul'a doğru yaklaşırken Kerem'de artık gerçekten uyuyan Zeynep'i izliyordu
kapı pervazına yaslanmış bir şekilde. Odaya girip genç kadının dönük olduğu
tarafta yere oturup Zeynep’i izlemeye devam ederken onun huzursuz bir uykuda
olduğunu anladı. Ne kadar zaman geçti farkında değildi ama uyuyakalmıştı.
Zeynep'in huzursuz kıpırdanmaları ve mırıltılarıyla uyandı. Zeynep "O
benim kızım, bırakın" derken Kerem yanına gidip saçlarını
okşayarak "Zeynep, güzelim uyan. Kabus görüyorsun sadece, hadi
uyan" diye mırıldandı sessizce. Zeynep bir süre sonra yattığı yatakta
korkuyla sıçrarken Kerem onu sakinleştirmek için saçlarını okşayıp;
-Tamam bak sadece
kabustu geçti, sakin ol dedi.
Gördüğü rüyanın
etkisinden çıkamamış bir halde korkuyla;
-Benden aldılar,
kızımı benden aldılar dedi.
-Alamazlar, bak söz
veriyorum sana kimse alamayacak senden Umay'ı.
O an çalan kapı
zili Zeynep'in ağlamasını şiddetlendirirken;
-Bak işte geldi,
geri geldi. Halama söyleyeceğim İstanbul'a dönmesinler, ben onların yanına
gideceğim dedi.
Kerem onun yüzünü
kavrayıp akan gözyaşlarını sildikten sonra;
-Sakin ol bak bana,
o sadece kabustu, kimse senden Umay'ı alamaz. Gelen Burçin ve Tuna, kapıyı açıp
geliyorum dedi.
Hızla kalkıp aşağı
indikten sonra alt kapının açılması için otomatiğe bastı önce, sonra da dış
kapıyı açıp onların gelmesini bekledi. Burçin endişeli gözlerle karşısındaki
adama bakarken geri çekilip içeri girmeleri için yer açtı. Burçin montunu hızla
çıkarıp vestiyere astıktan sonra hızlı adımlarla artık ezbere bildiği evde
arkadaşının odasına çıktı. Zeynep dizlerini kendine çekmiş başını dizlerine yaslamış
ileri geri gidip sessizce ağlarken Burçin’de arkadaşının yanına gidip elini
onun sırtına yerleştirdi.
-Zeynep, lütfen
yapma böyle bak her şey düzelecek, o götlalesi hiçbir şey yapamayacak.
Burçin arkadaşını
teselli etmeye çalışırken Zeynep’te bir süre sonra boğuk çıkan sesiyle
konuşmaya başladı.
-Ben yoruldum
artık, bütün hayatımı mahvettiler. Umay'ı her şeyden uzak tutmak isterken
bir anda yine karşıma çıktı. Ben yine eski günlere dönmek istemiyorum, onların
yaptıkları artık canımı yakmıyor ben sadece bir daha hayatıma girmelerini
istemiyorum.
-Sana bir daha
zarar veremeyecekler, Umay’ı da alamazlar bizden o iş öyle kolay değil. Hadi
artık üzme kendini gel elini yüzünü yıkayalım.
Beraber yataktan
kalktıklarında Zeynep önce banyoda elini yüzünü yıkadı, Burçin onu kapı
pervazına yaslanmış izlerken arkadaşının ağlamaktan şişmiş gözleri ve yorgun
yüzü canını sıksa da ona belli etmemeye özen gösterip muzipçe konuşmaya
başladı.
-Benim canım
arkadaşım çok güçlüdür ama şu haliyle ancak koca kaçıran olabilir.
Zeynep onun
söylediği şeye gülerken havluya uzanıp yüzünü sildi.
-Bu ara iyi
anlaşıyorsunuz belli
Burçin arkadaşının
koluna girmiş muzipliğine devam ederken Zeynep’te arkadaşının bu haline gülmeye
devam etti. Zeynep onun kolundan çıkıp dolabından bir tişört aldıktan sonra
üzerindeki tişörtü değiştirirken bir yandan da arkadaşına laf yetiştiriyordu.
-Ben kapıdan kovsam
bacadan giriyor, her fırsatı değerlendiriyor. Artık kaçmaya çalışmayacağım hem
biliyor musun onun bana olan hiçbir dokunuşu beni rahatsız etmiyor. Yani
biliyorsun…
Burçin onun ne
demek istediğini anlamış tatsız konu açıp yine üzülmemesi için anladığını belli
etmişti hızla.
-Sevgisini ve
şefkatini o kadar güzel hissettiriyor ki ben sadece babamda görmüştüm bunu, o
şeyden sonra bir daha asla yanıma kimseyi yaklaştırmam diyordum sen de
biliyorsun ama o gece ve sonrasında bana karşı öyle güzel bir yaklaşım
sergiledi ki ben kabullenmediğimi sansam da ona aslında güvenmeye başladığımı
fark ettim.
Burçin sessizce
arkadaşının itirafını dinlerken Zeynep’te konuşmasına devam etmiş çıkardığı
tişörtünü kirli sepetine atmıştı. Genç kadın arkadaşına sıkıca sarılırken;
-Emin ol çok güzel
olacak her şey, Kerem’in seni üzecek bir şey yapmayacağından eminim ben dedi.
Beraber aşağı
indiklerinde Kerem ve Tuna’nın mutfakta olduklarını gördüler. Tuna masada
oturmuş ona bir şeyler anlatırken Kerem’in de demlikte kaynayan su ile çay
demlediğini gördüler. Onları gören Tuna gülümseyerek;
-Heh kızlar da
geldi, gelin hayatım Kerem’de çay demliyor dedi.
Burçin’in aklına
gelen şeyle gözleri ışıldarken Zeynep’e dönüp;
-Umay’ın zulasını
patlatalım mı? Diye sordu.
“Ya ama kızım
üzülür eğer zulasının tükendiğini görürse.” Zeynep ilk an itiraz etse de
sonrasında kabul ettiğini belli ederek konuşmaya devam etti “Neyse ben ona yeniden
yaparım o görmeden, biliyorsun zulası yumuşak karnı”
Burçin kıkırdayarak
buzdolabının önüne geldiğinde buzluğu açıp önündeki büyük saklama kabını
çıkardı.
“Yuh buna halam
ekleme yapmış, şuraya bak”
Burçin elinde dolu
olan saklama kabını gösterirken Kerem ve Tuna’da onlara anlamayan gözlerle
bakıyordu. Zeynep onların aralarında geçen konuşmaya fazlasıyla yabancı
kaldıklarını fark edince açıklama yapmaya başladı.
-Umay halamın
böreklerini çok seviyor zula dediğimiz o, halam o çok sevdiği için sürekli
hazırda bulundurur. Burçin ile bu zula yüzünden çok kavga ederler, Burçin onu
kızdırmak için zulanı patlatacağım der, ondan bahsediyor.
Kerem ve Tuna
anlatılanlara gülerken Burçin’de kapağını açtığı kaptan tabağa börek
çıkarıyordu. Tabağa koyduğu börekleri mikrodalgada bir süre ısıtıp buzunun
çözülmesini sağladıktan sonra önceden açtığı fırına atmış pişmesini beklemeye
başlamıştı.
-E siz ne yaptınız,
işlerinizi halledebilmiş miydiniz?
-Evet canım bugün
hallettik hepsini iki hafta sonra tekrar gideceğiz.
-Benim yüzümden
tatilinizi yapamadınız.
Genç kadının mahcup
bir şekilde söylediği sözlere Tuna ve Burçin anında karşı çıkarken ikisi de
”Saçmalama” demişlerdi.
-Hep beraber
gideriz bir gün, oranın doğasını seviyorum ben.
Burçin sevgilisini
onaylarken “Ben de çok seviyorum, gideriz bir gün” dedi.
-Derin ve Selim ile
hiç konuştunuz mu bu ara?
Zeynep’in sorusuna
Tuna ve Burçin aynı anda kafalarını olumsuz yönde sallarken Kerem tatsız bir
sesle “Ben konuştum” dedi.
Üçü aynı anda
bakışlarını genç adama çevirdiklerinde Kerem’de açıklama yapma gereği hisseti.
-Araları pek iyi
değil, Derin’in Selim konusunda bazı endişeleri var anladığım kadarıyla ve
Selim onu ikna edemiyor.
Burçin onaylamaz
bir şekilde kafasını iki yana sallarken konuşmaya başladı.
-Ya bu kız neden
böyle şeyler yapıyor, kaç defa konuştuk bu konuyu hâlâ Selim’i geçmişiyle mi
yargılıyor? Gerçekten akıl işi değil şu yaptığı.
-Zaten o adı geçen
kızların çoğunu tanıyoruz biz, okuldan arkadaşlarımız. Öyle bir şey de yok
yani, Selim’i biliyorsunuz şakayı, eğlenceyi seviyor kızlar da ona uyuyordu
eğleniyorlardı. Selim hayatım hep böyle gidecek sanıyordu ama aşık olunca
evdeki hesap çarşıya uymadı. Derin’in açısından düşününce o da haklı tabii ama
Selim onu gerçekten çok seviyor. Umarım çok geç olmadan o da fark eder ve
konuyu uzatmaz.
Kerem konuşmasının
sonunda bakışlarını Zeynep’e çevirdiğinde onun da kendisine baktığını gördü.
Bir süre bakışlarını sağ çaprazında oturan kadından çekmedi. Bugün birbirlerine
daha yakınlardı, elle tutulur bir fark vardı önceki günlere göre ve bu ona umut
oluyordu. Onun yaşadıklarını öğrendikten sonra bunun çok kolay olmayacağını
fark etmişti. Ancak sevgisinin bunu başarabileceğine inanmaktan vazgeçmemişti
adam. Zeynep ilk zamanlardaki gibi hırçın değildi ona karşı, yaşadıklarını
öğrendikten sonra ona bu tavrının nedenini daha iyi anlamıştı. O şerefsizi
yakaladığı yerde doğduğuna pişman edecekti, onu süründürecekti. İçinde ona
karşı günden güne büyüyen bir öfke vardı ve o bundan rahatsız değildi. Cezasını
çekmesi için her şeyi yapacaktı, yaptıklarını yanına bırakmayacaktı.
O gece Zeynep
başına gelenleri ona anlattığında ne yapacağını ne söyleyeceğini bilememişti
genç adam. Genç kadının sırtı kendi göğsüne yaslı yatarlarken “Senden neden
rahatsız olmuyorum anlamıyorum” demişti mırıldanarak. Burçin ile sonrasında
konuştuklarında genç kadın ona o yaşananlardan sonra kimseyle görüşmek dahi
istemediğinden bahsetmişti ve eklemişti “Sana ne kadar ters davranırsa
davransın ben onu çok iyi tanıyorum sana diğerlerine baktığı gibi bakmıyor, tek
korkusu onların yüzünden karşısına çıkmış olman bu onu endişelendiriyor. Eğer
başarabilirsen onun kaygılarını yok edebilirsin, bu senin elinde.” Kerem bunu
tamamen başaramasa da bir hayli yol kat ettiklerinin farkındaydı. Bildiği tek
şey bu kadından vazgeçmeyeceğiydi, onun sevgisini ve güvenini kazanabilmek için
çabalayacaktı.
Fırından gelen ses
ile kendisine gelirken Burçin heyecanla ellerini çırpıp yerinden kalkarak
fırının kapağını açtı ve tepsiyi çıkardı. Zeynep dolaptan yanına yiyecek başka
şeyler çıkarırken Kerem ve Tuna’da masayı hazırladılar. Tekrar masaya
oturduklarında bir yandan sohbet edip bir yandan böreklerini yediler. Peynirli,
patatesli ve kıymalı börekleri iki adam iştahla yerken Tuna beğendiğini belli
etmeyi ihmal etmiyordu.
-Yalnız bunlar
gerçekten çok güzel, Umay bu zulayı senden gizlemekte haksız sayılmaz hayatım.
Burçin hınzırca
gülümserken böreğinden yeni bir ısırık almadan önce laf yetiştirmeyi ihmal
etmemişti.
-O kıvırcık cadı
kiminle dans ettiğini bilmiyor, böyle patlatırım zulasını.
Böreklerini
yedikten sonra saat artık sabah beşe geliyordu ve biraz uyumak için herkes
odasına geçmişti. Tuna ve Burçin Sema’nın odasına giderken Kerem’de misafir
odasında yatmıştı. Zeynep pijamalarını giyip yatağa uzandığında gün içinde
olanları düşündü bir müddet. Volkan’ın Umay’ı ondan alma ihtimalini düşündükçe
nefes alamadığını hissediyordu. Kerem ve Tuna velayet davaları ve buna benzer
davalarda başarılı bir avukat arkadaşları olduğunu söylemişti. Eğer Volkan bir
hamle yaparsa en azından neler yapabileceklerini belirleyebilirlerdi onunla
konuşarak. Umay’ın nüfusta annesiydi ama onun annesi olma şekli tam bir
karmaşaydı. O dönem bunu çok sorgulamasa da sonrasında halası ile bunu birkaç
kez konuşmuşlardı. Halası o gece oradaki ebenin her şeyi hallettiğini
söylediğini ona Umay’ı verip oradan gönderdiğini anlatmıştı her seferinde. Bu
durum fazlasıyla can sıkıcıydı ve eğer bir şeyleri ispatlayamazsa başları çok
büyük belaya girecekti. Her şeyden önemlisi Umay’ı kaybedebilirdi.
**
Burak, babasının
tavrından dolayı evden o gün çıkmış Ezgi'ye gelmişti. Ahu onun babasının
söylediklerinden dolayı kendisini suçluyor, kendisi yüzünden ona böyle
davrandıklarını biliyordu. Üstelik Gonca'da artık Burak ve Ahu’nun evli
olduğunu öğrenmişti. Yemeğe Çağan'ın da gelmesiyle hep beraber yemeklerini
yemişler sonra da sohbet etmişlerdi. Burak, anne ve babasının tutumundan dolayı
bir hayli üzülmüştü. Genç kız onun üzüntüsünü gördükçe kendini daha çok sorumlu
hissediyordu. Gözü Çağan ve Ezgi'ye takıldığında onların ikisi arasındaki aşkın
nasıl gözlerine vurduğunu, aralarındaki ilişkiyi izlemişti bir süre. Biz de bu
denli yakın olabilir miyiz diye düşünmeden edememişti. Burak’ı seviyordu, bunu
inkar edemezdi ama onunla el ele tutuşmak bile onu fazlasıyla heyecanlandırırken
sürekli bir temas halinde olmak, onu öpmek, çekinmeden ona dokunabilmek genç
kıza çok uzaktı. Sevgisini daha yeni yeni dillendirmeyi başarabilmişken bunları
yapabilmek ona çok uzak geliyordu. Ezgi ile bu konuda birkaç kez konuşmuşlar
genç kız ona Burak’ın onu istemeyeceği hiçbir şeye zorlamayacağından emin
olduğunu söylemişti. Bunu kendisi de biliyordu ama o yaşadığı yerde hep erkek
ister kadın yapar töresiyle büyütülmüştü. Herkes için olmasa da bu onların
evinde böyle olmuştu, kadının duyguları hep yok sayılmıştı. Ezgi onun
kaygılarının farkında olduğu için güvence vererek “Bak ben Burak’ı çok iyi
tanıyorum, biz birbirimizle aklına gelebilecek her şeyi paylaştık. Kardeş gibi
büyüdük ve aramızda gizli saklı olmadı hiçbir zaman. Onun sana nasıl baktığının
farkındayım ben, seni çok seviyor ve seni incitecek hiçbir şey yapmaz emin ol.
Hem aşkını onunla sürekli öpüşüp koklaşarak belli etmiş olmuyorsun ki, bakma
biz kendi aramızda eğlenirken daha samimi görünüyoruz Çağan ile ama aşk
insanların gözüne sokarak yaşanmaz zaten. Hannah Arendt aşk için şöyle demiş;
‘Ortalıkta gösterildiği an, solmaya ve ölmeye yüz tutar.’ Aşkın ortalıkta
yaşanmayanı, aceleye getirilmeyeni makbuldür emin ol. Siz çok güzel
ilerliyorsunuz, ilmek ilmek işliyorsunuz aranızda kurulan sevgi bağını.”
Demişti. Ezgi ona o kadar iyi geliyordu ki ne zaman bir çaresizliğe düşse hemen
onun yardımına koşuyordu genç kız.
Bakışlarını Burak’a
çevirdiğinde onun Çağan ve Ezgi’ye heyecanlı bir şekilde bir şeyler anlattığını
fark etti. Bir müddet sessizce onu izlemiş onun da sohbete katılması için
kendisine yönlendirilen birkaç soruyu cevaplamasıyla onlara dahil olmuştu. Saat
artık epey geç olduğunda herkes odasına çekilmeye hazırlanırken yatağı
hazırlayan Ahu’ya Gonca dayanamayıp aklındaki soruyu sormuştu.
-Abla siz
evliyseniz neden Burak abiyle birlikte yatmıyorsunuz? Dün gecede diğer odada
kaldı.
Ahu ne söylemesi
gerektiğini bilmeden Gonca'ya baktı bir süre. Evlilerdi ama kağıt üzerindeydi,
kardeşine bundan bahsetmemişti. Ne söylemesi gerektiğini bilemeden birkaç kez
ağzını açıp kapatmış ancak doğru kelimeleri bulamamıştı. Kapının ardından
konuşulanları duyan Burak genç kızın yardımına aralık olan kapıya hafif
tıkladıktan sonra kafasını uzatıp;
-Ahu bir gelebilir
misin canım? Demişti.
Ahu, kardeşinin
sorgusundan kurtulduğu için şükrederken bir yandan da Boran’ın kendisini neden
çağırdığını düşünüyordu.
Burak’ın arkasından
odaya giren genç kız ona soran gözlerle bakarken Burak’ta onun arkasından
kapıyı kapatmıştı.
-Bugün fazla
konuşamadık iyi misin?
Genç kız
bakışlarını önüne eğerken;
-Ben iyiyim ama
benim yüzümden sen kötüsün. Ailenle benim yüzümden sürekli karşı karşıya
kalıyorsun dedi.
Yan yana yatağa
oturduklarında Burak ona döndükten sonra kolunu hafifçe sıvazlayıp;
-Ahu lütfen kendini
suçlama, onlar benim tüm hayatıma müdahale edebileceklerini sanıyorlar. Ben
seni seviyorum ve biz evlendik. Sen bunlara takılma, sıkma canını tamam mı?
Dedi.
Kızın dudaklarından
dökülen kısık bir "Tamam" onun burukça gülümsemesine neden oldu. Onu
çekip göğsüne batırırken başının üzerine bir öpücük bırakıp;
-Kendimize ev
bakmaya başlayabiliriz, ne de olsa artık ben de evsizim dedi.
Ahu onun
söylediklerini tepkisiz kalıp dinlerken Burak’ta onu nasıl rahatlatabileceğini
düşünüyordu. Yaşı itibariyle öyle aman aman bir ilişkisi olmamıştı ama hiç
böyle şeyler de yaşamamıştı. Kendini yeniden o 17 – 18 yaşlarındaki zamanlarına
dönmüş gibi hissediyordu. Genç kız ise aklındaki soruları nasıl sorması ne
demesi gerektiğini düşünüyordu.
-Burak ben...
Ahu ne demesi
gerektiğini bilmezken karşısındaki gençte ona tebessümle bakıp uzanıp yanağını
okşadı.
-Seni ne kadar çok
sevdiğimi biliyorsun değil mi?
-Biliyorum, ben de
seni çok seviyorum.
-Evliliğimiz çok
erken oldu çünkü şartlar böyle olmasını gerektirdi ama şunu unutma ben eminim
eğer şartlar bunu gerektirmeseydi ve her şey normal seyrinde ilerleseydi bir
hafta önce olmazdı ama gelecekte bir gün mutlaka bu evlilik olurdu. Çünkü ben o
gün de yine seninle evlenmek isterdim.
Ahu ona dolan
gözleriyle bakarken alnını onun omzuna yasladı ve fısıldayarak "Teşekkür
ederim" dedi.
"Ve şunu
unutma hiçbir şey için kendini mecbur hissetme sakın"
Genç kız onun ne
söylemek istediğini anladığı için başını onun omzundan kaldırmadan kısık çıkan
sesiyle "Ben çekiniyorum, korkuyorum" dedi. Burak onu
kendine çekip kollarıyla onu sararken saçlarına bir öpücük bırakıp;
-Hiçbir şeyden
çekinmene ya da korkmana gerek yok, az önce de söyledim istemediğin hiçbir şeyi
yapmak zorunda değilsin. Hem daha iki aşık olarak bir sürü yeni yerler, ülkeler
keşfedeceğiz, tiyatroya, sinemaya gideceğiz, ooo... daha neler neler yapacağız
dedi.
Ahu kızarmış
yanaklarıyla gözlerini kaçırıp ona kısa bakışlar atarken Burak onun bu utangaç
haline gülümseyip şakağına bir öpücük bıraktıktan
sonra "Hadi şimdi uyumaya, yarın erken kalkıp ev bakarız" dedi.
Genç kız
gözlerinden belli olan teşekkürü ve sevgisiyle ona bakarken karşısındaki gencin
uzanıp yanağına bir öpücük bırakmış "İyi geceler" dedikten
sonra kendi odasına dönmüştü.
*
Giden uçağın
arkasından yaşlı gözlerle ve biraz da kızgınlıkla karışık kırgınlıkla bakıyordu
Derin. Nasıl gidebilmişti, seven insan bu kadar çabuk nasıl vazgeçip
gidebilirdi ki? Ancak bir süre düşününce kendisinin de aynı şeyi yaptığı aklına
geldi. Ona güvenmemişti, geçmişiyle yargılamıştı. Kendine o kadar öfkeliydi ki genç
kadın ona söyledikleri, aldığı tavır aklına geldikçe daha da öfkelenmesine
neden oluyordu. Ağlaya ağlaya geri dönüp bir taksiye bindikten sonra
havaalanından ayrılmıştı. Eve gitmek istemiyordu, zaten anne ve babasına Zeynep
ve Burçin ile olacağını söylemişti. Kendi kendisine kafasında kurup hem kendine
hem Selim’e günleri zehir etmişti. Sonunda adam dayanamayıp kaçmıştı işte.
Zeynep ve Burçin ile de kaç gündür konuşmamışlardı. Burçin ile kısa bir
mesajlaşma olmuş hiçbir şey söylememişti ona. Kendisi yeterince acı çekiyordu,
arkadaşlarının da onun yüzünden üzülmesini istemiyordu. Taksiciye gideceği yeri
söyledikten bir süre camdan dışarıyı izledi, arabanın camına vuran yağmur
damlalarına baktı. Akşam trafiğinin etkisiyle bir saat sonra sahil kenarına geldiklerinde
taksiye ücreti ödeyip inmişti genç kadın. Az önce hava alanında yağan yağmurun
buraya hiç yağmadığını fark etti, bir müddet boş gözlerle etrafa bakındı. Ne
yapması gerektiğini bilmiyordu, Selim’in peşinden ben de gitsem diye düşündü
ama sonra vazgeçti. Belli ki biraz yalnız kalmaya ihtiyacı vardı adamın,
sonuçta ona haksızlık etmişti. Yaptıkları Selim’in aldığı kararları
değiştirmesine neden olmuştu belki de bir şeyleri gözden geçirme ihtiyacı
duymuştur diye düşündü. Bunları düşündükçe yeniden ağlamaya başladı Derin. Daha
önce hiç böyle hissetmemişti, neden herkesin söylediğine kulak verirsin ki diye
kızdı kendine. Kendi iç sesini, kalbini dinlese bunlar hiç olmayacaktı ama o
tutup başkalarının söylediklerini dinlemişti. Onların etkisinde kalmıştı. Kalbi
ona Selim yapmaz dese de o gidip etrafta söylenenler doğrultusunda hareket
etmişti. Gitmişti işte Selim, bırakmıştı onu. Selim ile buraya gelmelerini
düşündü genç kadın, biraz ileride Selim’in çok sevdiği Vahit abinin nohut pilav
arabası vardı ve Derin’de onunla keşfetmişti. Onun kendisiyle uğraşmalarını,
onunla eğlenmeyi daha şimdiden özlemişti. Akan gözyaşlarını silip burnunu
çektikten sonra bakışlarını denizden çekip arkasına döndüğünde gördüğü kişi bir
an afallamasına neden oldu, hayal gördüğünü düşündü. Küçük adımlar atarak ona
yaklaşmaya başladı. Hızlı giderse o hayalin oradan kaybolacağını, yok olacağını
düşündü. O yüzden yavaş yavaş yaklaştı. Karşı karşıya geldiklerinde şaşkınlıkla
karışık heyecandan titreyen eliyle onun yanağına dokundu. Dudaklarından
sadece fısıltı halinde "Gitmemişsin" kelimesi döküldü.
Karşısındaki adam ona burukça gülümserken;
"Birini
arkanda bırakıp gitmek pek olay olmuyor, geri döneceğini bilsen
bile" dedi.
"Özür dilerim,
sana güvenmem gerekirken başkalarının söylediklerini dinledim"
Uraz sevgilisini
kendine çekip kollarıyla sardıktan sonra şakağına dudaklarını bastırmış bir
süre öyle kalmıştı. Günlerdir ikisine de çektirdiği için aslında kızgındı ona
ama kıyamıyordu da, aşk böyle bir şeydi galiba sevdiğine kıyamamaktı. Dakikalar
sonra ayrılabildiklerinde beraber boş bir banka oturdular. İkisi de konuşmadı,
birlikte karşı yakayı izlediler. Derin sevgilisine daha çok sokulup başını
omzuna yerleştirirken Selim’de onun bu haline burukça gülümseyip tek koluyla
onu sıkıca sarmıştı. Bazen bazı şeyleri anlayabilmek için kaybetme korkusunu
tatmak gerekirdi, genç kadın bunu öylesine derinde hissetmişti ki bir daha aynı
hataya düşmeyeceğine dair kendi kendine yeminler etmişti.

Yorumlar
Yorum Gönder