İkiz Nehirler-22



Kerem kahvaltı hazırlarken Zeynep bir süre salonda oturmaya devam etmiş, olanları düşünmüştü bir kez daha. Kurtulduğunu sanırken aslında saplanıp kaldığı bir bataklıktı sanki bu durum onun için. Banyoya gidip yüzünü yıkadıktan sonra bir müddet aynadaki aksine bakmıştı. Ağlamaktan kızarmış gözleri, çökmüş gözaltları… Bu görüntü ona çok tanıdık geliyordu ve tekrar o bataklığa saplanmak istemiyordu. Kendini bir acıya, geçmişe mahkum ederek yaşamak istemiyordu artık. Bunu kendisine yapmayacaktı. Kenardaki havluyu alıp yüzünü kuruladıktan sonra derin bir nefes alıp banyodan çıktı. Mutfağa geldiğinde Kerem’in tezgahın önünde bir şeylerle uğraştığını görünce yüzünde oluşan gülümseme ile yanına gitti.
-Kolay gelsin
Kerem kestiği peyniri tabağa yerleştirirken yanına gelen kadına gülümseyip;
-Teşekkürler, şimdi kahvaltı yapacağız sonra ilaç içeceksin dedi.
Zeynep onun dilimlediği salatalıklardan bir tane alıp ağzına atarken bir yandan da konuşmaya devam etmişti.
-Mutfaktan anlıyorsun galiba
-Severim uğraşmayı, yalnız yaşadığımı da göz önünde bulundurursak kendimi bu konuda bir hayli geliştirdim.
Kerem yaptığı omleti tabaklarına paylaştırıp, çaylarını da doldurduktan sonra birlikte masaya oturdular karşılıklı. Bir süre sessizce kahvaltılarını yapmışlar tabağa vuran çatal bıçak sesinden başka bir ses duyulmamıştı mutfakta. Çalan telefon ile Kerem uzanıp tezgahın üzerinde duran telefonu alıp cevapladı.
-Söyle Sinan
..
-Evet
..
-Tamam onlarla görüş o zaman. Ayrıca bu defa hata yapma sakın. Bu kez yapacağın hatanın affı olmaz, unutma.
Kerem telefonu kapattığında kendisine bakan bir çift kahverengi gözle buluştu gözleri.
-İlk sefer ki hatası ben mi oluyorum?
Kerem huzursuzca yerinde kıpırdanırken kaçırdığı gözleri genç kadının gülümsemesine neden oldu.
-Kötülük için söylemedim, belki de bizim felaket sandığımız şeyler ardında bir bahar gizliyordur. Bunu bilemeyiz değil mi?
Karşısındaki kadının söyledikleri onun gözlerinin kısılmasına neden olurken ciddi olup olmadığını anlamaya çalıştı. Fakat Zeynep anında az önce hiçbir imada bulunmamış gibi konuyu değiştirmişti.
-Ne dedi Sinan? Onunla ilgili biliyorum.
-Anne - babası ölmüş, ablası varmış ona ulaşacak.
-Bir şey bulabileceğini sanmam eniştesi onu hiç sevmezdi, zaten sevilecek tarafı da yoktu. Ablasının onunla görüşeceğini sanmıyorum.
Zeynep’in bir yandan tabağındakileri yerken bir yandan da onun hakkında fikir yürütmesini izledi bir süre Kerem. Az önce salonda ağlayan, pişmanlık duyan kadın yoktu karşısında. O gitmiş başka bir Zeynep gelmişti. Zeynep onun kendisini izlediğini farkındaydı, tepkilerinin dengesizliği onu şaşırtmıştı. Ağzındaki lokmayı bitirdikten sonra derin bir nefes alıp karşısındaki adamın yeşil gözlerine baktı.
“Cengiz Aytmatov ‘Mide beyinden daha akıllıdır çünkü mide kusmayı bilir, beyin her pisliği yutar’ demiş. Çok doğru bir söz bence, gördüklerimiz, görmek zorunda kaldıklarımız gün geliyor sınavımız oluyor. Kurtulmak istesek de o yaşananlar zihnimizden silinemiyor. İstemediğimizi hazmedemediğimiz bir şeyi midemiz kusabilirken beynimiz bunu yapamıyor, bizi o hazmedemediklerimiz ile sınıyor. Kurtulamıyoruz onlardan ama onlarla yaşamayı öğrenemezsek de yavaş yavaş zehirleniyoruz. Ben yıllar önce yaşadıklarıma hazmedemediğim için o acıyla yaşayabilirim sandım ama sonra anladım ki ben sadece kendime zarar veriyormuşum sürekli hatırlayarak. Sandım ki sürekli hatırlarsam öfkem de diri kalır onlara olan nefretim bitmez… Fakat en çok yara alan bendim, bir müddet sonra kendime acımaya, kendimi bu hale soktuğum için kendimden nefret etmeye başlamıştım. Sonunda bir gün bu şekilde devam edemeyeceğimi anladım, belki kusamadım ama unutmaya çalıştım. Dün onu görünce o unutmaya gayret ettiğim iğrençlikler yeniden üşüştüler zihnime… Ama bu defa beni o bataklığa çekmelerine izin vermeyeceğim, her ne için geldiyse onu çıktığı deliğe geri ben tıkacağım.”
Kerem onu sessizce dinlemiş, güçlü kalmasına bir kez daha hayran kalmıştı. Bakışlarını ondan ayırmayıp yüzünde oluşan tebessümle karşısındaki kadını izledi bir süre.
-Sen gerçekten yiğit bir kardelen çiçeğisin, ben hep senin yanında olacağım. Sen kapıdan kovsan ben bacadan gireceğim ama senin yanından ayrılmayacağım.
Zeynep karşısındaki adamın son sözleriyle kıkırdarken daha fazla bir şey söylemedi. Onun yanında olmak istemesi hoşuna gitmiş olsa da bunu belli etmedi genç adama.
Beraber masayı topladıktan sonra Kerem iş ile ilgili birkaç görüşme yaparken Zeynep’te odasına gitmişti. Yatağını düzettikten sonra komodinin üzerinde duran üç gece önce baktığı fotoğraf albümü çarptı gözüne. Yüzünde oluşan tebessümle albümü eline alıp yere oturdu. Denizde, piknikte, yılbaşlarında çeşitlik yerlerde çekilmiş fotoğraflardı. Babasıyla denizde çektirdikleri ellerinde dilim karpuzlarla olan fotoğrafa baktı uzun uzun, başparmağı babasının yüzünü okşarken “Seni öyle çok özledim ki” demişti fısıltı halinde.
Kerem görüşmelerini bitirip Zeynep’e bakınmış kapısı açık olan odasında onu gördüğünde bir müddet kapının kenarından onu izlemişti. Zeynep izlendiğinin farkına varınca kafasını kaldırmadan “Gelsene” demişti sadece. Kerem yavaşça genç kadının yanına yaklaşıp onun gibi bağdaş kurarak oturmuştu. Henüz beş altı yaşlarında kıvırcık saçlı küçük kız çocuğu onu gülümsetirken “O zamandan belliymiş güzel olacağın” dedi muzipçe. Zeynep yanında oturan adama kısa bir bakış atıp gülümserken elindeki fotoğrafa bakmaya devam etti.
“Onu hayal kırıklığına uğrattığım için kendime olan kızgınlığım geçmiyor.”
Kerem kabul etmez bir tonda anında onun söylediklerine itiraz etmişti.
-Yaşananların hiçbiri senin suçun değil, o yaşananların sorumlusu iki kişi ve sen ne sana yapılanın ne de yaşananların sorumlususun. Başkalarının günahlarını kendi omuzlarına yükleme Zeynep. Az önce mutfakta ne dedin bana? ‘Beni o bataklığı yeniden çekmelerine müsaade etmeyeceğim, yine kendimi bir acıya mahkum etmeyeceğim’ demedin mi? Onların yaptıkları iğrençliklerin bedelini sen neden ödeyesin ki? Ben eminim baban bugün yaşasaydı sana vereceği tek şey daha fazla sevgi ve şefkat olurdu, onların günahlarını sana ödetmezdi. Sen de yapma bunu kendine, lütfen.
Zeynep bir müddet kendisine dikkatle bakan adamın gözlerine baktı, artık ona doğru çekilmekten ona karşı koyamamaktan rahatsız olmuyordu. Bunu tabii ki ona belli etmeyecekti ama artık bazı şeylerden emindi, içinde oluşan o boşluklar Kerem ile tamamlanıyordu.
Bir süre daha fotoğraflara baktıktan sonra Kerem ayağa kalkıp;
-Hadi seni bir yere götüreceğim dedi.
Zeynep ona kaşlarını çatarak bakıp;
-Nereye? Diye sorduğunda "Gel hadi" dedi sadece.
-Tamam, nereye gideceğiz?
-Gidince görürsün üzerini değiştir bekliyorum seni.
Kerem sabah evden istettiği ve kahvaltıdan sonra gelen birkaç parça eşyanın olduğu çantadan kendisine eşya çıkarıp odada bulunan banyoda kısa bir duş alıp çıktı. Zeynepler bu evi ilk aldıkları evi sattıktan sonra iki yıl önce almışlardı. Diğer eve göre daha geniş ve ferahtı. Dubleks olan evin üst katında bir teras ve iki oda vardı ve Zeynep bir odayı kendi odası bir odayı da çalışma odası olarak kullanıyordu. Merdivenlerden dolayı Umay için başlarda biraz endişelenseler de herhangi bir sorun yaşamamışlardı. Zaten küçük kız da artık alışmış Fadime babaanne tabiriyle tazı gibi çıkıp iner olmuştu. Tabii özellikle merdivenleri inerken birine çağırması tembihlendiği için yukarıdaysa genelde birine çağırır onun yardımıyla aşağı inerdi.  Zeynep’in kendisine yaptığı çalışma odasıyla toplamda beş oda vardı bu evde. Halası emekli olsa da çalışmayı bırakmamış evden yaptığı el işlerini satmaya devam etmiş, hatta onun yaptıklarını çok beğenen bir butik ondan düzenli olarak sipariş almaya başlamıştı ve onun buradan ve diğer müşterilerden gelen paralarla yaptığı birikim ve katkısı yok sayılamazdı. Hayatının her anında onun desteğini hissetmişti.
İkisi de hazır olduktan sonra evden çıktıklarında Kerem'in arabasına binip yola çıktılar. Yol boyunca ikisi de konuşmadı, Zeynep nereye gittiklerini tahmin etmeye çalışmış ama bulamamıştı. Sadece yol üzerinde bir yerde Kerem bir yere uğramış ona arabada beklemesini söyleyip kendisi gitmişti. Bir müddet sonra genç adamın kendisiyle beraber birkaç adamın daha ellerinde poşetler ve kolilerle geri dönüşünü ve onları arabaya yerleştirmelerini izlemişti. Zeynep cevap alamayacağını bildiği için tekrar sormamış gidecekleri yere varana kadar yolu izlemişti. Mahalle aralarından geçip bir sokakta durduklarında Kerem arabayı park edip;
-Hadi bakalım demişti geldiklerini belli ederek.
Kadın onun peşinden inip onu takip ederken Kerem’de arabanın arkasından gelirken aldıklarının poşetlerden bir kısmını tek eline sığdırıp arabayı kilitledi.
-Hadi gidelim.
Zeynep onun bu ketumluğuna sinirlense de bir şey söylemeyip sessizce komutuna uydu. Yan sokağa döndüklerinde Kerem'i gören küçük çocuklardan biri;
-Aaa Kerem abi geldi! Deyip hızla onların yanına koştu.
Diğer çocuklar da onun arkasında koşup gelirken Zeynep ve Kerem'in etrafını sardılar. Bir süre sonra ilerideki çimlere hep beraber oturup çikolatalarını yerlerken Kerem onlara gülerek bakıp;
-Eee okul nasıl gidiyor bakalım? Diye sordu.
Bambaşka yerlerden gelmiş bu mahallede buluşmuş çocukların hep bir ağızdan bir şeyler anlatmasını dinledi Zeynep. Bazıları ailesi ile beraber savaştan kaçıp gelmiş, bazıları daha iyi bir hayat yaşamak umuduyla farklı yerlerden gelmişlerdi. Buluştukları ortak payda ışıl ışıl bakan gözleri, bir o kadar masum ve çekingen, korkak bakışlarıydı.
-Selim abi neden gelmedi, hem söz verdiniz çift kale maç yapacaktık.
Kerem onun işlerinin olduğunu söylerken Zeynep'te araya girip;
-Selim abiniz yoksa ben varım, benimle oynayın olmaz mı? Diye sordu.
8 yaşındaki Muhammet kocaman açtığı kara gözleriyle;
-Sen maç biliyon mu? Diye sordu.
Zeynep onun bu haline gülerken;
-Biliyorum tabi, istersen aynı takımda bile oynarız dedi.
Kerem onların sohbetini gülerek izlerken çocuklar ayaklanıp "Hadi o zaman maç yapalım" dediler hep bir ağızdan. Birlikte takım kurup maça başladıklarında Kerem ve Zeynep en az çocuklar kadar eğleniyorlardı. Zeynep ve Kerem ara ara karşı karşıya gelip birbirlerinin ayaklarından topu almak için çalım atarken kısa bir an da olsa her şeyi unutmuşlardı. Kerem'in istediği de buydu, biraz olsun Zeynep'i o karamsarlıktan, kötü fikirlerin kıskacından çekip çıkarmaktı. Sonuna maç bittiğinde hepsi yorgunluktan çimlere uzanmıştı. Muhammet, Ali'nin omuzuna hafif vurup;
-Nasıl yendik sizi ama! Aslan Zeynep abla dedi gülerek.
Muhammet'in bu halini gülerek izleyen Zeynep ve Kerem'in kısa bir an bakışları buluştu. Zeynep'e kısa bir an da olsa tüm o kötü fikirlerden uzaklaşmak iyi gelmişti. Genç kadın karşısındaki adamı yüzündeki tebessüm silinmeden bakarken Ali ve Muhammet'in tatlı atışmaları onları kendilerine getirdi. Diğer çocuklar da onların bu atışmalarına katılınca Kerem onlara müdahale edip;
-Kimse acıkmadı galiba dedi.
Çocukların gözlerinin içi parlarken Kerem gülümseyerek "Hamburgerlerimiz birazdan burada olur" dedi.
Aradan geçen 10 dakikanın sonunda Kerem'in şirketteki yardımcılarından İsmail arabasıyla gelmiş arabadan poşetleri alıp onların yanına gelmişti. Herkes payına düşen hamburgeri aldıktan sonra Kerem gülerek İsmail'e bakıp;
-Sen hakkını yedin mi? dedi.
İsmail gülerek ona bakarken;
-Yedim Kerem Bey, başka bir şey yoksa ben gideyim dedi.
Kerem onun ne demek istediğini anladığı için;
-Git sen, sağ ol dedi.
Elindeki hamburger patates kutusunun birini yanında bağdaş kurmuş oturan Zeynep'e uzatıp;
-Bunlar da bizim hakkımız dedi.
Zeynep gülerek Kerem'in elindekileri alıp hamburger ve patatesini yerken çocukların da keyfi yerindeydi. Zeynep bakışlarını Kerem'e çevirdiğinde onun yüzündeki buruk gülümsemeyle çocukları izlediğini gördü.
-Nasıl da mutlular...
-Aslında onları mutlu etmenin ne kadar kolay olduğunun resmi sanki... Birilerinin günahlarının bedeli bu masum çocuklar ödüyor. En güzel anılarının birikmesi gereken yaşlarda en kötü günleri yaşıyorlar.
Hamburgerler yendikten sonra en son her zaman olduğu gibi Kerem'in arabasının etrafı sarılmıştı. Zeynep onları izlerken Kerem bagajı açıp tek tek poşetlenmiş küçük kutuları onlara verdi. Artık sonlara geldiklerinde 8 yaşındaki Esma yeni öğrendiği Türkçesiyle "Çikolata yok mu?" diye sordu. Kerem yüzünde oluşan geniş gülümsemeyle;
-Olmaz mı hiç, hepsi kutunun içinde. Kitabı bir dahaki gelişimde anlatacaksın bana ona göre deyip burnunu hafifçe sıktı.
Bütün çocuklarla vedalaşıp arabaya bindikten sonra tekrar yola çıktılar ve sessiz geçen yolculuğun sonunda Zeynep'in evinin önüne geldiler. Kerem, Zeynep'in yanında kalmak istiyordu ama yukarı çıkabileceği bir bahane yoktu. Aslında sabah gelen eşyaları ondaydı ama bu bahane olabilir miydi emin olamıyordu. Bir süre ikisi de konuşmadı, Zeynep kafasını kaldırdığında yine o hiç hatırlamak istemediği yüzü gördü bir an karşısında. Endişesini belli eden gözleri karşısındaki adamı bulduğunda Kerem önce ona anlamayan gözlerle baktı sonra da az önce kadının baktığı yöne çevirdi kafasını. Ancak kimseyi göremedi.
-Zeynep n'oldu, iyi misin?
Zeynep tekrar aynı yöne baktığında kimseyi göremedi. Zihni ona oyun oynuyordu belli ki. Derin bir nefes alıp Kerem'e döndükten sonra “İyiyim” dedi mırıldanarak. “Sen gelmiyor musun?” diye sordu ardından.
Kerem bir an şaşırsa da çabucak kendini toparlayıp ışıldayan gözlerle ona bakarken;
-İstersen gelirim dedi.
Karşısındaki adamın ışıldayan gözleri onu gülümsetirken yalnız olmak istemediğini fark etti, onun yanında kendini güvende hissediyordu. Artık bunu inkar edemiyordu. Bugün o çocukların yüzünce oluşan tebessüme vesile oluşuna şahit olmuş olmasının da payı var mıydı bunda bilemiyordu ama onu hiç kimseyle kıyaslamaması gerektiğini anlamıştı artık.
Zeynep arabadan inerken Kerem’de onun peşinden inmiş beraber eve gelmişlerdi. Zeynep odasına çıkıp duş aldıktan sonra saçlarını kurutup aşağı inmişti. Kerem’de Zeynep’in sabah kendisine gösterdiği misafir odasında bir duş alıp üzerini değiştirmiş ardından Sinan’ı aramıştı.
-Ne yaptın, bir şeyler bulabildin mi?
-Aslında bir şey değil birden çok şey bulduk Kerem Bey. Adam madde bağımlısı, ailesinin baskısıyla tedavi falan görmüş birkaç kere ama her seferinde kaçmış. Bir yıl önce annesini kaybetmiş, iki ay önce de babası kalp krizinden ölmüş. Kız kardeşi var ama görüşmüyorlarmış, kadın evliymiş zaten. Eşi de kendi de Hatay'da öğretmen. Volkan ve ailesi de Ankara'da yaşıyorlarmış. Ankara'da aynı apartmanda oturdukları komşuları bir hayli konuşkan bir hanımdı, bildiği her şeyi anlattı. Hayırsız evlatmış kadın pek emin konuşamadı ama annesini galiba krize girdiği anlarda birkaç kez yaralamış. Babası da öldükten sonra ortadan kaybolmuş. İstanbul'a geleli çok olmamış yani. İstanbul'da nerede kaldığını bulamadık henüz İsmailler araştırıyor.
Zeynep'in evinin etrafında olma ihtimalini düşününce;
-Zeynep'in evinin önüne birilerini gönder, kim giriyor kim çıkıyor takip etsinler. Zeynep'e belli etmesinler ama dedi.
Az önce Zeynep'in hali aklına gelince onun Volkan'ı görmüş olabileceği aklına geldi. Odanın camından caddeyi izledi dikkatle, etrafta kimse görünmüyordu ama Kerem'in içi hiç rahat değildi. Odadan çıktığında mutfağın ışığının yandığını fark edince oraya gitti. Zeynep kulağı ve omzu arasına sıkıştırdığı telefonda bir yandan Umay ile konuşuyor bir yandan da kahve yapıyordu.
“Ben de seni çok özledim annecim”
..
“Halanı üzme tamam mı, yakında görüşeceğiz. Birbirinizi benim yerime öpün, ben de seni çok seviyorum bir tanem”
Zeynep telefonu kapatıp tezgahın üzerine bıraktığında Kerem’in üzerini değiştirmiş eşofman ve tişörtüyle kapının pervazına yaslanmış kendisini izlediğini gördü.
-Kahve içersin değil mi?
Kerem onaylar şekilde başını sallarken yavaş adımlarla onun yanına gelmişti. Bir müddet sessizce kadını izlemiş kendisine uzattığı fincan için teşekkür ettikten sonra masada karşılıklı oturduktan sonra konuşmaya başlamıştı.
-Sen gerçekten harika bir annesin.
Zeynep ona kısa bir bakış atıp neden şimdi böyle bir şey söylediğini anlamaya çalışırken Kerem’de konuşmaya devam etti.
-Bizim annemiz var ama yok gibiydi, bizi hiç sevmezdi. Ona göre biz onu esarete mahkum etmiştik, zoraki yapılan bir evliliğin istenmeyen çocuklarıydık Defne’de ben de… Dedem yani babamın babası iş için istemiş bu evliliği, o zamanlar annemlerin şirketi iflas etmek üzereymiş ve dedem de bunu fırsat bilmiş şirketin büyük payında hissedar olup annemle babamın evlenmesini sağlamış. Dedem çok gaddar bir adammış, babam bu evlilik olmasın diye diretse de onu ikna edememiş. Mirasından men etme resti çekince babam geri adım atmak zorunda kalmış. Hâlâ çok pişman olduğunu söyler o reste boyun eğdiği için ama gençlikten, dedemin adının tüm kapıları açtığı gibi yüzüne kapatacağını bildiğinden kabul etmek zorunda kaldığını anlatır. Annem asla yanaşmamış bu evliliğe, babam ılımlı olmaya çaba gösteren taraftı hep. Ben mecburiyetten olmuşum, evlilik çocuk demekti dedemler için ve oluşan baskılar yüzünden annem bunu kabul etmek zorunda kalmış. Defne ise anneme göre sarhoşluğun verdiği bir hataydı. Bizi hiçbir zaman sevmedi, bunu daima hissettirdi. Bizim babamız aynı zamanda annemizdi. Her anımızda o oldu yanımızda, annemle boşanmak istedi ama Defne onların ayrılmasını hiçbir zaman istemedi. Babam sırf Defne’yi üzmemek için o kadının ihanetine rağmen onu yanında tuttu. Zaten sonra onun ihanetini Defne’de gördü ve o zaman yaşandı bu felaketler.
Zeynep karşısındaki adamın anlattıklarını şaşkınlıkla dinlerken Kerem’de başını önüne eğmiş fincanıyla oynarken konuşmaya devam ediyordu.
-Defne öldükten sonra kendini suçlu hissetmiş olacak ki, buna asla inanmıyorum ama, psikolojik olarak kendini toparlayamadı. Babamla boşandılar ama hâlâ onunla yaşıyor. Kendi ailesinden hiç kimse onu görmek istemiyor. Babam da ne olursa olsun benim iki evladımın annesi sokağa atamam deyip onun üzerinden elini çekmedi. Onunla asla karşılaşmaz, krizleri tuttuğunda bahçede kendisi için yaptırdığı küçük kulübesine gider ama yine de yanında göndermez. Bunu ona kaç kere teklif ettim yanında hemşiresi var zaten diğer evlerden birine gönder diye ama inatla kabul etmedi, ben de artık bu konuda ona bir şey söylememeye karar verdim. Ben annemin merhametsizliği, sevgisizliğiyle büyüdüğüm için her kadını onun gibi sanırdım… Seni tanıyana kadar…
Kerem hâlâ öne eğik olan başını kaldırdığında Zeynep’in kendisine bakan üzgün gözleriyle buluştu gözleri.
-Sen Umay’ı o kadar güzel seviyorsun ki gerçeği öğrendiğimde bir an böyle bir şeyin olabileceğini kabullenemedim. Öz annem bizden nefret edip, küçücük bir kırıntı kadar dahi sevgi göstermezken sen onca şeye rağmen onu nasıl da sahiplenmiştin.
Genç kadın sessizce adamı dinlerken hiçbir şey söyleyemedi. Ne söyleyebilirdi ki? Bir dönem kendisi de küçücük bir çocuğu suçlamaya kalkmamış mıydı? Şimdi bile aklına geldikçe kendini kötü hissetmesine neden olan bu fikir ya bir ömür devam etseydi? Korkuyla o düşünceleri zihninden uzaklaştırdı, şimdi bile o kısa zamanda bunu yaşattığı için suçluluk duyuyordu. Karşılıklı birbirlerine bakma devam ederlerken dış kapıdan gelen ses Zeynep’in kaşlarının çatılmasına neden oldu. Saat gece on bire geliyordu ve bu saatte gelecek kimse yoktu. Soran gözlerle karşısındaki adama baktığında onun da bir fikrinin olmadığını fark etti. Kerem oturduğu sandalyeden kalkıp kapının yanına gittiğinde önce delikten kapının ardında kimin olduğuna baktı ancak kimseyi göremedi. Zeynep onun arkasında tedirgin bir şekilde beklerken Kerem yavaşça kapıyı açtı. Kapının ardında kimseyi göremezken kafasını eğdiğinde yerde bir bebek ve üzerinde bir not gördü. Bebeği eline alıp j-hızla asansöre koştu ama zaten kattaydı. Merdivenlerden inmiş olabileceği düşüncesiyle aşağı baktı kimseyi göremedi. Apartmanın içini kolaçan etmiş ancak 
hiçbir şey bulamamıştı. Sinirden kızaran yüzü ve tek elinde tuttuğu bebekle eve dönerken genç kadında ona endişeyle bakıyordu. “Yok, her kimse gitmiş. Bunu bırakmış”
Zeynep korkuyla adamın elindeki bebeği alıp bir süre boş gözlerle ona baktı. Kerem avucunda buruşturduğu not aklına gelirken açıp onu okumaya başladı.
"En kısa zamanda kızımla tanışacağız, belki babasının geleceğinden onu haberdar etmek istersin teyzesi"
-Senin sülaleni sikeceğim!
Kerem dudaklarının arasından öfkeyle mırıldanırken Zeynep korkuyla bakıyordu ona. Adam yanındaki kadının endişelendiğini bildiği için uzanıp onu kollarıyla sararken;
-Merak etme hiçbir şey olmayacak, onu senden alamaz dedi.
-Umay'ın onun kızı olduğunu biliyor, kızımla tanışmaya geleceğim demiş Kerem. Ben Umay'ı veremem, o benim kızım, veremem onu. Onun annesi benim, vermem onu.
Zeynep korku ve endişesini belli ederken sürekli aynı şeyleri tekrarlıyor, korkudan vücudu titriyordu. Kerem onun korkudan kasılmış vücudunu fark edip yavaşça sırtını okşarken onun rahatlaması için kulağına her şeyin düzeleceğini fısıldamaya devam ediyordu. Bir müddet kapının önünde öylece kaldılar Zeynep’in elinden düşen bebeğin tok sesi duyulurken Kerem genç kadını yavaşça kucağına alıp odasına çıkardı. Zeynep yan döndüğü yatakta sessizce gözleri kapalı bir şekilde yatarken Kerem’de saçlarını okşadı bir müddet. Onun uyumadığının farkındaydı, konuşmak istemiyordu sadece. Uzanıp şakağına bir öpücük bıraktıktan sonra yataktan yavaşça kalıp odadan çıktı.
Sinan’ı arayıp ona olanları anlattı ve yakın civara otellere her yere bakmasını söyledi. Sıkıntıyla yüzünü sıvazlayıp mutfağa indiğinde kendine yeni bir kahve yaptı. O şerefsizin gönderdiği bebeği ve notu hırsla parçalarcasına çöp kovasına attı. Zeynep’in o bebeği tekrar görmemesi için çöp poşetinin ağzını bağlayıp dış kapının önüne bıraktı. Kahvesini yaptıktan sonra önce Zeynep'i kontrol etti. Onun kapıya sırtı dönük olacak şekilde dizlerini karnına çekmiş yattığını görünce çalışma odasına geçti. Zeynep’in odasından ve çalışma odasından çıkılabilen geniş terasa çıkıp sürgülü kapıyı hafif aralık kalacak şekilde ardından çektikten sonra bir süre caddeyi izledi. O şerefsizin böyle bir şey yapacağını biliyordu, Zeynep onu gördüm dediği ilk gün anladı bir gün genç kadının karşısına Umay’ı bahane ederek çıkacaktı. Günlerdir ondan bir iz bulmaya çalışıyorlardı ama hiçbir şey bulamamışlardı. Tek eliyle yüzünü sıvazlayıp sıkıntı ile solurken cebinde titreyen telefonu düşüncelerinden kısa bir an sıyrılmasını sağladı. Elindeki fincanı önündeki mermerin üzerinde bıraktıktan sonra eşofmanının cebinden telefonunu çıkardı.
-Efendim Burçin
-Kerem merhaba, ben Zeynep’i merak ettim de yanındasın değil mi?
-Evet, yanındayım.
Burçin onun sesinden bir sorun olduğunu anlamış hemen merakla konuşmaya devam etmişti.
-Bir sorun yok değil mi? Sesin neden kötü geliyor, Zeynep iyi mi?
Kerem sıkıntılı bir nefesi dışarı bırakıp olanları telefonun diğer ucundaki kadına anlattığında Burçin korku ve endişeyle dinlemişti onu. Telefonu kapattıklarında kendisine meraklı gözlerle bakan sevgilisine olanları anlatmış huzursuzluğunu dile getirmişti. Tuna onun Zeynep’in yanında olmak isteyeceğini bildiği için ona daha fazla bir şey söylemeden ya da sormadan “Hadi dönüyoruz” demişti. Burçin ona minnetle bakarken sessizce ona uymuş işlemleri hallettikten sonra beraber otelden çıkmışlardı.
..
-Özür dilerim.
Tuna kısa bir an bakışlarını yoldan çekip;
-Neden özür diliyorsun hayatım? Diye sordu.
-Bir sürü plan yaptın ama...
Tuna uzanıp Burçin'in elini tuttuktan sonra üzerine bir öpücük bırakıp;
-Zeynep o haldeyken, aklımız İstanbul'da kalmışken tatil yapamazdık zaten değil mi? Arkadaşlarımızın yanında olmamız gerek dedi.
Burçin az önce onun yaptığı gibi elinin üzerine bir öpücük bırakıp;
-İyi ki varsın dedi.
Burçin ve Tuna İstanbul'a doğru yaklaşırken Kerem'de artık gerçekten uyuyan Zeynep'i izliyordu kapı pervazına yaslanmış bir şekilde. Odaya girip genç kadının dönük olduğu tarafta yere oturup Zeynep’i izlemeye devam ederken onun huzursuz bir uykuda olduğunu anladı. Ne kadar zaman geçti farkında değildi ama uyuyakalmıştı. Zeynep'in huzursuz kıpırdanmaları ve mırıltılarıyla uyandı. Zeynep "O benim kızım, bırakın" derken Kerem yanına gidip saçlarını okşayarak "Zeynep, güzelim uyan. Kabus görüyorsun sadece, hadi uyan" diye mırıldandı sessizce. Zeynep bir süre sonra yattığı yatakta korkuyla sıçrarken Kerem onu sakinleştirmek için saçlarını okşayıp;
-Tamam bak sadece kabustu geçti, sakin ol dedi.
Gördüğü rüyanın etkisinden çıkamamış bir halde korkuyla;
-Benden aldılar, kızımı benden aldılar dedi.
-Alamazlar, bak söz veriyorum sana kimse alamayacak senden Umay'ı.
O an çalan kapı zili Zeynep'in ağlamasını şiddetlendirirken;
-Bak işte geldi, geri geldi. Halama söyleyeceğim İstanbul'a dönmesinler, ben onların yanına gideceğim dedi.
Kerem onun yüzünü kavrayıp akan gözyaşlarını sildikten sonra;
-Sakin ol bak bana, o sadece kabustu, kimse senden Umay'ı alamaz. Gelen Burçin ve Tuna, kapıyı açıp geliyorum dedi.
Hızla kalkıp aşağı indikten sonra alt kapının açılması için otomatiğe bastı önce, sonra da dış kapıyı açıp onların gelmesini bekledi. Burçin endişeli gözlerle karşısındaki adama bakarken geri çekilip içeri girmeleri için yer açtı. Burçin montunu hızla çıkarıp vestiyere astıktan sonra hızlı adımlarla artık ezbere bildiği evde arkadaşının odasına çıktı. Zeynep dizlerini kendine çekmiş başını dizlerine yaslamış ileri geri gidip sessizce ağlarken Burçin’de arkadaşının yanına gidip elini onun sırtına yerleştirdi.
-Zeynep, lütfen yapma böyle bak her şey düzelecek, o götlalesi hiçbir şey yapamayacak.
Burçin arkadaşını teselli etmeye çalışırken Zeynep’te bir süre sonra boğuk çıkan sesiyle konuşmaya başladı.
-Ben yoruldum artık, bütün hayatımı mahvettiler. Umay'ı her şeyden uzak tutmak isterken bir anda yine karşıma çıktı. Ben yine eski günlere dönmek istemiyorum, onların yaptıkları artık canımı yakmıyor ben sadece bir daha hayatıma girmelerini istemiyorum.
-Sana bir daha zarar veremeyecekler, Umay’ı da alamazlar bizden o iş öyle kolay değil. Hadi artık üzme kendini gel elini yüzünü yıkayalım.
Beraber yataktan kalktıklarında Zeynep önce banyoda elini yüzünü yıkadı, Burçin onu kapı pervazına yaslanmış izlerken arkadaşının ağlamaktan şişmiş gözleri ve yorgun yüzü canını sıksa da ona belli etmemeye özen gösterip muzipçe konuşmaya başladı.
-Benim canım arkadaşım çok güçlüdür ama şu haliyle ancak koca kaçıran olabilir.
Zeynep onun söylediği şeye gülerken havluya uzanıp yüzünü sildi.
-Bu ara iyi anlaşıyorsunuz belli
Burçin arkadaşının koluna girmiş muzipliğine devam ederken Zeynep’te arkadaşının bu haline gülmeye devam etti. Zeynep onun kolundan çıkıp dolabından bir tişört aldıktan sonra üzerindeki tişörtü değiştirirken bir yandan da arkadaşına laf yetiştiriyordu.
-Ben kapıdan kovsam bacadan giriyor, her fırsatı değerlendiriyor. Artık kaçmaya çalışmayacağım hem biliyor musun onun bana olan hiçbir dokunuşu beni rahatsız etmiyor. Yani biliyorsun…
Burçin onun ne demek istediğini anlamış tatsız konu açıp yine üzülmemesi için anladığını belli etmişti hızla.
-Sevgisini ve şefkatini o kadar güzel hissettiriyor ki ben sadece babamda görmüştüm bunu, o şeyden sonra bir daha asla yanıma kimseyi yaklaştırmam diyordum sen de biliyorsun ama o gece ve sonrasında bana karşı öyle güzel bir yaklaşım sergiledi ki ben kabullenmediğimi sansam da ona aslında güvenmeye başladığımı fark ettim. 
Burçin sessizce arkadaşının itirafını dinlerken Zeynep’te konuşmasına devam etmiş çıkardığı tişörtünü kirli sepetine atmıştı. Genç kadın arkadaşına sıkıca sarılırken;
-Emin ol çok güzel olacak her şey, Kerem’in seni üzecek bir şey yapmayacağından eminim ben dedi.
Beraber aşağı indiklerinde Kerem ve Tuna’nın mutfakta olduklarını gördüler. Tuna masada oturmuş ona bir şeyler anlatırken Kerem’in de demlikte kaynayan su ile çay demlediğini gördüler. Onları gören Tuna gülümseyerek;
-Heh kızlar da geldi, gelin hayatım Kerem’de çay demliyor dedi.
Burçin’in aklına gelen şeyle gözleri ışıldarken Zeynep’e dönüp;
-Umay’ın zulasını patlatalım mı? Diye sordu.
“Ya ama kızım üzülür eğer zulasının tükendiğini görürse.” Zeynep ilk an itiraz etse de sonrasında kabul ettiğini belli ederek konuşmaya devam etti “Neyse ben ona yeniden yaparım o görmeden, biliyorsun zulası yumuşak karnı”
Burçin kıkırdayarak buzdolabının önüne geldiğinde buzluğu açıp önündeki büyük saklama kabını çıkardı.
“Yuh buna halam ekleme yapmış, şuraya bak”
Burçin elinde dolu olan saklama kabını gösterirken Kerem ve Tuna’da onlara anlamayan gözlerle bakıyordu. Zeynep onların aralarında geçen konuşmaya fazlasıyla yabancı kaldıklarını fark edince açıklama yapmaya başladı.
-Umay halamın böreklerini çok seviyor zula dediğimiz o, halam o çok sevdiği için sürekli hazırda bulundurur. Burçin ile bu zula yüzünden çok kavga ederler, Burçin onu kızdırmak için zulanı patlatacağım der, ondan bahsediyor.
Kerem ve Tuna anlatılanlara gülerken Burçin’de kapağını açtığı kaptan tabağa börek çıkarıyordu. Tabağa koyduğu börekleri mikrodalgada bir süre ısıtıp buzunun çözülmesini sağladıktan sonra önceden açtığı fırına atmış pişmesini beklemeye başlamıştı.
-E siz ne yaptınız, işlerinizi halledebilmiş miydiniz?
-Evet canım bugün hallettik hepsini iki hafta sonra tekrar gideceğiz.
-Benim yüzümden tatilinizi yapamadınız.
Genç kadının mahcup bir şekilde söylediği sözlere Tuna ve Burçin anında karşı çıkarken ikisi de ”Saçmalama” demişlerdi.
-Hep beraber gideriz bir gün, oranın doğasını seviyorum ben.
Burçin sevgilisini onaylarken “Ben de çok seviyorum, gideriz bir gün” dedi.
-Derin ve Selim ile hiç konuştunuz mu bu ara?
Zeynep’in sorusuna Tuna ve Burçin aynı anda kafalarını olumsuz yönde sallarken Kerem tatsız bir sesle “Ben konuştum” dedi.
Üçü aynı anda bakışlarını genç adama çevirdiklerinde Kerem’de açıklama yapma gereği hisseti.
-Araları pek iyi değil, Derin’in Selim konusunda bazı endişeleri var anladığım kadarıyla ve Selim onu ikna edemiyor.
Burçin onaylamaz bir şekilde kafasını iki yana sallarken konuşmaya başladı.
-Ya bu kız neden böyle şeyler yapıyor, kaç defa konuştuk bu konuyu hâlâ Selim’i geçmişiyle mi yargılıyor? Gerçekten akıl işi değil şu yaptığı.
-Zaten o adı geçen kızların çoğunu tanıyoruz biz, okuldan arkadaşlarımız. Öyle bir şey de yok yani, Selim’i biliyorsunuz şakayı, eğlenceyi seviyor kızlar da ona uyuyordu eğleniyorlardı. Selim hayatım hep böyle gidecek sanıyordu ama aşık olunca evdeki hesap çarşıya uymadı. Derin’in açısından düşününce o da haklı tabii ama Selim onu gerçekten çok seviyor. Umarım çok geç olmadan o da fark eder ve konuyu uzatmaz.
Kerem konuşmasının sonunda bakışlarını Zeynep’e çevirdiğinde onun da kendisine baktığını gördü. Bir süre bakışlarını sağ çaprazında oturan kadından çekmedi. Bugün birbirlerine daha yakınlardı, elle tutulur bir fark vardı önceki günlere göre ve bu ona umut oluyordu. Onun yaşadıklarını öğrendikten sonra bunun çok kolay olmayacağını fark etmişti. Ancak sevgisinin bunu başarabileceğine inanmaktan vazgeçmemişti adam. Zeynep ilk zamanlardaki gibi hırçın değildi ona karşı, yaşadıklarını öğrendikten sonra ona bu tavrının nedenini daha iyi anlamıştı. O şerefsizi yakaladığı yerde doğduğuna pişman edecekti, onu süründürecekti. İçinde ona karşı günden güne büyüyen bir öfke vardı ve o bundan rahatsız değildi. Cezasını çekmesi için her şeyi yapacaktı, yaptıklarını yanına bırakmayacaktı.
O gece Zeynep başına gelenleri ona anlattığında ne yapacağını ne söyleyeceğini bilememişti genç adam. Genç kadının sırtı kendi göğsüne yaslı yatarlarken “Senden neden rahatsız olmuyorum anlamıyorum” demişti mırıldanarak. Burçin ile sonrasında konuştuklarında genç kadın ona o yaşananlardan sonra kimseyle görüşmek dahi istemediğinden bahsetmişti ve eklemişti “Sana ne kadar ters davranırsa davransın ben onu çok iyi tanıyorum sana diğerlerine baktığı gibi bakmıyor, tek korkusu onların yüzünden karşısına çıkmış olman bu onu endişelendiriyor. Eğer başarabilirsen onun kaygılarını yok edebilirsin, bu senin elinde.” Kerem bunu tamamen başaramasa da bir hayli yol kat ettiklerinin farkındaydı. Bildiği tek şey bu kadından vazgeçmeyeceğiydi, onun sevgisini ve güvenini kazanabilmek için çabalayacaktı.
Fırından gelen ses ile kendisine gelirken Burçin heyecanla ellerini çırpıp yerinden kalkarak fırının kapağını açtı ve tepsiyi çıkardı. Zeynep dolaptan yanına yiyecek başka şeyler çıkarırken Kerem ve Tuna’da masayı hazırladılar. Tekrar masaya oturduklarında bir yandan sohbet edip bir yandan böreklerini yediler. Peynirli, patatesli ve kıymalı börekleri iki adam iştahla yerken Tuna beğendiğini belli etmeyi ihmal etmiyordu.
-Yalnız bunlar gerçekten çok güzel, Umay bu zulayı senden gizlemekte haksız sayılmaz hayatım.
Burçin hınzırca gülümserken böreğinden yeni bir ısırık almadan önce laf yetiştirmeyi ihmal etmemişti.
-O kıvırcık cadı kiminle dans ettiğini bilmiyor, böyle patlatırım zulasını.
Böreklerini yedikten sonra saat artık sabah beşe geliyordu ve biraz uyumak için herkes odasına geçmişti. Tuna ve Burçin Sema’nın odasına giderken Kerem’de misafir odasında yatmıştı. Zeynep pijamalarını giyip yatağa uzandığında gün içinde olanları düşündü bir müddet. Volkan’ın Umay’ı ondan alma ihtimalini düşündükçe nefes alamadığını hissediyordu. Kerem ve Tuna velayet davaları ve buna benzer davalarda başarılı bir avukat arkadaşları olduğunu söylemişti. Eğer Volkan bir hamle yaparsa en azından neler yapabileceklerini belirleyebilirlerdi onunla konuşarak. Umay’ın nüfusta annesiydi ama onun annesi olma şekli tam bir karmaşaydı. O dönem bunu çok sorgulamasa da sonrasında halası ile bunu birkaç kez konuşmuşlardı. Halası o gece oradaki ebenin her şeyi hallettiğini söylediğini ona Umay’ı verip oradan gönderdiğini anlatmıştı her seferinde. Bu durum fazlasıyla can sıkıcıydı ve eğer bir şeyleri ispatlayamazsa başları çok büyük belaya girecekti. Her şeyden önemlisi Umay’ı kaybedebilirdi.
**
Burak, babasının tavrından dolayı evden o gün çıkmış Ezgi'ye gelmişti. Ahu onun babasının söylediklerinden dolayı kendisini suçluyor, kendisi yüzünden ona böyle davrandıklarını biliyordu. Üstelik Gonca'da artık Burak ve Ahu’nun evli olduğunu öğrenmişti. Yemeğe Çağan'ın da gelmesiyle hep beraber yemeklerini yemişler sonra da sohbet etmişlerdi. Burak, anne ve babasının tutumundan dolayı bir hayli üzülmüştü. Genç kız onun üzüntüsünü gördükçe kendini daha çok sorumlu hissediyordu. Gözü Çağan ve Ezgi'ye takıldığında onların ikisi arasındaki aşkın nasıl gözlerine vurduğunu, aralarındaki ilişkiyi izlemişti bir süre. Biz de bu denli yakın olabilir miyiz diye düşünmeden edememişti. Burak’ı seviyordu, bunu inkar edemezdi ama onunla el ele tutuşmak bile onu fazlasıyla heyecanlandırırken sürekli bir temas halinde olmak, onu öpmek, çekinmeden ona dokunabilmek genç kıza çok uzaktı. Sevgisini daha yeni yeni dillendirmeyi başarabilmişken bunları yapabilmek ona çok uzak geliyordu. Ezgi ile bu konuda birkaç kez konuşmuşlar genç kız ona Burak’ın onu istemeyeceği hiçbir şeye zorlamayacağından emin olduğunu söylemişti. Bunu kendisi de biliyordu ama o yaşadığı yerde hep erkek ister kadın yapar töresiyle büyütülmüştü. Herkes için olmasa da bu onların evinde böyle olmuştu, kadının duyguları hep yok sayılmıştı. Ezgi onun kaygılarının farkında olduğu için güvence vererek “Bak ben Burak’ı çok iyi tanıyorum, biz birbirimizle aklına gelebilecek her şeyi paylaştık. Kardeş gibi büyüdük ve aramızda gizli saklı olmadı hiçbir zaman. Onun sana nasıl baktığının farkındayım ben, seni çok seviyor ve seni incitecek hiçbir şey yapmaz emin ol. Hem aşkını onunla sürekli öpüşüp koklaşarak belli etmiş olmuyorsun ki, bakma biz kendi aramızda eğlenirken daha samimi görünüyoruz Çağan ile ama aşk insanların gözüne sokarak yaşanmaz zaten. Hannah Arendt aşk için şöyle demiş; ‘Ortalıkta gösterildiği an, solmaya ve ölmeye yüz tutar.’ Aşkın ortalıkta yaşanmayanı, aceleye getirilmeyeni makbuldür emin ol. Siz çok güzel ilerliyorsunuz, ilmek ilmek işliyorsunuz aranızda kurulan sevgi bağını.” Demişti. Ezgi ona o kadar iyi geliyordu ki ne zaman bir çaresizliğe düşse hemen onun yardımına koşuyordu genç kız.
Bakışlarını Burak’a çevirdiğinde onun Çağan ve Ezgi’ye heyecanlı bir şekilde bir şeyler anlattığını fark etti. Bir müddet sessizce onu izlemiş onun da sohbete katılması için kendisine yönlendirilen birkaç soruyu cevaplamasıyla onlara dahil olmuştu. Saat artık epey geç olduğunda herkes odasına çekilmeye hazırlanırken yatağı hazırlayan Ahu’ya Gonca dayanamayıp aklındaki soruyu sormuştu.
-Abla siz evliyseniz neden Burak abiyle birlikte yatmıyorsunuz? Dün gecede diğer odada kaldı.
Ahu ne söylemesi gerektiğini bilmeden Gonca'ya baktı bir süre. Evlilerdi ama kağıt üzerindeydi, kardeşine bundan bahsetmemişti. Ne söylemesi gerektiğini bilemeden birkaç kez ağzını açıp kapatmış ancak doğru kelimeleri bulamamıştı. Kapının ardından konuşulanları duyan Burak genç kızın yardımına aralık olan kapıya hafif tıkladıktan sonra kafasını uzatıp;
-Ahu bir gelebilir misin canım? Demişti.
Ahu, kardeşinin sorgusundan kurtulduğu için şükrederken bir yandan da Boran’ın kendisini neden çağırdığını düşünüyordu.
Burak’ın arkasından odaya giren genç kız ona soran gözlerle bakarken Burak’ta onun arkasından kapıyı kapatmıştı.
-Bugün fazla konuşamadık iyi misin?
Genç kız bakışlarını önüne eğerken;
-Ben iyiyim ama benim yüzümden sen kötüsün. Ailenle benim yüzümden sürekli karşı karşıya kalıyorsun dedi.
Yan yana yatağa oturduklarında Burak ona döndükten sonra kolunu hafifçe sıvazlayıp;
-Ahu lütfen kendini suçlama, onlar benim tüm hayatıma müdahale edebileceklerini sanıyorlar. Ben seni seviyorum ve biz evlendik. Sen bunlara takılma, sıkma canını tamam mı? Dedi.
Kızın dudaklarından dökülen kısık bir "Tamam" onun burukça gülümsemesine neden oldu. Onu çekip göğsüne batırırken başının üzerine bir öpücük bırakıp;
-Kendimize ev bakmaya başlayabiliriz, ne de olsa artık ben de evsizim dedi.
Ahu onun söylediklerini tepkisiz kalıp dinlerken Burak’ta onu nasıl rahatlatabileceğini düşünüyordu. Yaşı itibariyle öyle aman aman bir ilişkisi olmamıştı ama hiç böyle şeyler de yaşamamıştı. Kendini yeniden o 17 – 18 yaşlarındaki zamanlarına dönmüş gibi hissediyordu. Genç kız ise aklındaki soruları nasıl sorması ne demesi gerektiğini düşünüyordu.
-Burak ben...
Ahu ne demesi gerektiğini bilmezken karşısındaki gençte ona tebessümle bakıp uzanıp yanağını okşadı.
-Seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun değil mi?
-Biliyorum, ben de seni çok seviyorum.
-Evliliğimiz çok erken oldu çünkü şartlar böyle olmasını gerektirdi ama şunu unutma ben eminim eğer şartlar bunu gerektirmeseydi ve her şey normal seyrinde ilerleseydi bir hafta önce olmazdı ama gelecekte bir gün mutlaka bu evlilik olurdu. Çünkü ben o gün de yine seninle evlenmek isterdim.
Ahu ona dolan gözleriyle bakarken alnını onun omzuna yasladı ve fısıldayarak "Teşekkür ederim" dedi.
"Ve şunu unutma hiçbir şey için kendini mecbur hissetme sakın"
Genç kız onun ne söylemek istediğini anladığı için başını onun omzundan kaldırmadan kısık çıkan sesiyle "Ben çekiniyorum, korkuyorum" dedi. Burak onu kendine çekip kollarıyla onu sararken saçlarına bir öpücük bırakıp;
-Hiçbir şeyden çekinmene ya da korkmana gerek yok, az önce de söyledim istemediğin hiçbir şeyi yapmak zorunda değilsin. Hem daha iki aşık olarak bir sürü yeni yerler, ülkeler keşfedeceğiz, tiyatroya, sinemaya gideceğiz, ooo... daha neler neler yapacağız dedi.
Ahu kızarmış yanaklarıyla gözlerini kaçırıp ona kısa bakışlar atarken Burak onun bu utangaç haline gülümseyip şakağına bir öpücük bıraktıktan sonra "Hadi şimdi uyumaya, yarın erken kalkıp ev bakarız" dedi.
Genç kız gözlerinden belli olan teşekkürü ve sevgisiyle ona bakarken karşısındaki gencin uzanıp yanağına bir öpücük bırakmış "İyi geceler" dedikten sonra kendi odasına dönmüştü.
*
Giden uçağın arkasından yaşlı gözlerle ve biraz da kızgınlıkla karışık kırgınlıkla bakıyordu Derin. Nasıl gidebilmişti, seven insan bu kadar çabuk nasıl vazgeçip gidebilirdi ki? Ancak bir süre düşününce kendisinin de aynı şeyi yaptığı aklına geldi. Ona güvenmemişti, geçmişiyle yargılamıştı. Kendine o kadar öfkeliydi ki genç kadın ona söyledikleri, aldığı tavır aklına geldikçe daha da öfkelenmesine neden oluyordu. Ağlaya ağlaya geri dönüp bir taksiye bindikten sonra havaalanından ayrılmıştı. Eve gitmek istemiyordu, zaten anne ve babasına Zeynep ve Burçin ile olacağını söylemişti. Kendi kendisine kafasında kurup hem kendine hem Selim’e günleri zehir etmişti. Sonunda adam dayanamayıp kaçmıştı işte. Zeynep ve Burçin ile de kaç gündür konuşmamışlardı. Burçin ile kısa bir mesajlaşma olmuş hiçbir şey söylememişti ona. Kendisi yeterince acı çekiyordu, arkadaşlarının da onun yüzünden üzülmesini istemiyordu. Taksiciye gideceği yeri söyledikten bir süre camdan dışarıyı izledi, arabanın camına vuran yağmur damlalarına baktı. Akşam trafiğinin etkisiyle bir saat sonra sahil kenarına geldiklerinde taksiye ücreti ödeyip inmişti genç kadın. Az önce hava alanında yağan yağmurun buraya hiç yağmadığını fark etti, bir müddet boş gözlerle etrafa bakındı. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu, Selim’in peşinden ben de gitsem diye düşündü ama sonra vazgeçti. Belli ki biraz yalnız kalmaya ihtiyacı vardı adamın, sonuçta ona haksızlık etmişti. Yaptıkları Selim’in aldığı kararları değiştirmesine neden olmuştu belki de bir şeyleri gözden geçirme ihtiyacı duymuştur diye düşündü. Bunları düşündükçe yeniden ağlamaya başladı Derin. Daha önce hiç böyle hissetmemişti, neden herkesin söylediğine kulak verirsin ki diye kızdı kendine. Kendi iç sesini, kalbini dinlese bunlar hiç olmayacaktı ama o tutup başkalarının söylediklerini dinlemişti. Onların etkisinde kalmıştı. Kalbi ona Selim yapmaz dese de o gidip etrafta söylenenler doğrultusunda hareket etmişti. Gitmişti işte Selim, bırakmıştı onu. Selim ile buraya gelmelerini düşündü genç kadın, biraz ileride Selim’in çok sevdiği Vahit abinin nohut pilav arabası vardı ve Derin’de onunla keşfetmişti. Onun kendisiyle uğraşmalarını, onunla eğlenmeyi daha şimdiden özlemişti. Akan gözyaşlarını silip burnunu çektikten sonra bakışlarını denizden çekip arkasına döndüğünde gördüğü kişi bir an afallamasına neden oldu, hayal gördüğünü düşündü. Küçük adımlar atarak ona yaklaşmaya başladı. Hızlı giderse o hayalin oradan kaybolacağını, yok olacağını düşündü. O yüzden yavaş yavaş yaklaştı. Karşı karşıya geldiklerinde şaşkınlıkla karışık heyecandan titreyen eliyle onun yanağına dokundu. Dudaklarından sadece fısıltı halinde "Gitmemişsin" kelimesi döküldü. Karşısındaki adam ona burukça gülümserken;
"Birini arkanda bırakıp gitmek pek olay olmuyor, geri döneceğini bilsen bile" dedi.
"Özür dilerim, sana güvenmem gerekirken başkalarının söylediklerini dinledim"
Uraz sevgilisini kendine çekip kollarıyla sardıktan sonra şakağına dudaklarını bastırmış bir süre öyle kalmıştı. Günlerdir ikisine de çektirdiği için aslında kızgındı ona ama kıyamıyordu da, aşk böyle bir şeydi galiba sevdiğine kıyamamaktı. Dakikalar sonra ayrılabildiklerinde beraber boş bir banka oturdular. İkisi de konuşmadı, birlikte karşı yakayı izlediler. Derin sevgilisine daha çok sokulup başını omzuna yerleştirirken Selim’de onun bu haline burukça gülümseyip tek koluyla onu sıkıca sarmıştı. Bazen bazı şeyleri anlayabilmek için kaybetme korkusunu tatmak gerekirdi, genç kadın bunu öylesine derinde hissetmişti ki bir daha aynı hataya düşmeyeceğine dair kendi kendine yeminler etmişti.

Yorumlar