İkiz Nehirler-20


Günler bazen asır bazen su misali akıp geçerken Zeynep'te Kerem ile karşılaşmamak için onunla adeta köşe kapmaca oynuyordu. Mümkün olduğunca ondan uzak duruyor ondan bir hamle geleceğini anladığı her an bir bahane bulup uzaklaşıyordu. Zeynep dersten çıkmış odasında tek başına bilgisayarda bir şeyler okurken bir müddet sonra gözlüğünü çıkarıp yüzünü elleriyle sıvazlamış bir süre ellerini yüzüne kapatıp öylece kalmıştı. Sonrasında gözleri dün gece okumaya kitabın arasında duran katlanmış kağıda takıldı. O gün çöpten aldığı kağıttı bu. Neden aldığını bilmiyordu, içinden geleni yapmıştı o an. Bir yanının yanlış diye bağırdığı şeyi yine yapmıştı. Kafasını yazılmış nottan kaldırıp pencereden dışarıdaki bahar havasını izledi bir süre. Kış bitmiş artık bahar gelmişti. Bilgisayarını kapatıp oturduğu sandalyesinden doğrulduktan sonra eşyalarını toplayıp odadan çıkmıştı. Kerem bugün dersi olmadığı içi gelmemişti ve bunun rahatlığıyla tüm gün okulda kalmıştı genç kadın. Zaten eve gitse de kimse yoktu. Halası birkaç arkadaşıyla birlikte Umay'ı da yanına alarak Yalova'da bir termal otele gitmişlerdi. Birkaç gün daha orada kalacaklardı. Sema Zonguldak'ta yaşadıkları dönemde oradaki Halk Eğitimden arkadaşlarıyla beraber gitmişti bu tatile. Zeynep okuldan çıktıktan sonra arabasıyla gelmediği için durağa doğru yürümeye başladı. Fakat kafasını kaldırdığında gördüğü kişi olduğu yerde çakılı kalmasına neden oldu. Yanlış gördüğünü düşünüp gözlerini sıkıca kapattıktan bir süre sonra tekrar yavaşça gözlerini araladı. Ancak gördüğü kişi gitmemiş, yok olmamıştı. Hâlâ oradaydı kanlı canlı. Üstelik O da Zeynep'e bakıyordu artık. Zeynep bir anda titremeye başlarken korkuyla kafasını sağa sola sallayıp hızla olduğu yerden uzaklaşmak için adım attı. Adamın ona doğru birkaç adım attığını görünce adımlarını daha da hızlandırıp adeta koşmaya başlamıştı. Caddedeki insanlar dönüp ağlayarak koşan bu kadının arkasından merakla bakarken Zeynep yok olup gitmek istedi. Çünkü ne hesap sorabilecek ne de savaşacak gücü vardı artık. Şiddetli bir şekilde gök gürlemesi sesi onu bir anda durdururken dudaklarından küçük bir çığlık dökülmesine sebep olmuştu. Sağanak şeklinde başlayan yağmurun altında öylece kaldı bir müddet kıpırdayamadı. Hıçkıra hıçkıra ağlarken koluna dokunan el bir anda irkilip geri çekilmesine neden oldu. Henüz 18 - 19 yaşlarındaki genç kız yanlış bir şey yapmış gibi ellerini hızla ondan çekip sağanak yağmurdan dolayı biraz bağırarak;
-Ben korkutmak istemedim, iyi misiniz? Dedi soran gözlerle.
Zeynep ona burukça gülümseyip kısık çıkan sesiyle;
-İyiyim diyebildi sadece.
Daha fazla konuşmadan genç kızın yanından uzaklaşırken ne kadar o yağan yağmurun altında yürüdüğünü hatırlamıyordu. Ara ara meraklı bakan gözlerin arasında dakikalarca yürüdükten sonra kendi evlerinin sokağına gelmeyi başarmıştı. Adım atmaya hali kalmamış, bitmiş bir halde eve ulaştığında ayakkabılarını çıkarmadan öylece banyoya gitti. Banyodaki aynada bir süre ağlamaktan kızarmış gözlerine ve yorgun yüzüne baktı. Yüzüne yapışmış ıslak saçları geri attığında önce ayakkabılarını ve çapraz taktığı çantasını ardından üzerindeki montu çıkardı. Yağmur montun içine işlemesine engel olsa da ayakları su içinde kalmıştı. Titremekten birbirine vuran dişlerini ağlamamak için birbirine bastırmış kendini sıkarken üzerindeki her şeyi tek tek çıkardı. Sıcak suyu açıp ayarladıktan sonra bir süre öylece akan suyun altında kaldı. İçindeki o buz erimiyordu sanki birbirine vuran dişlerini durdurmak için kendini daha çok sıkarken tüm vücudu daha çok titremeye başlamıştı artık. Bacakları onu taşımadığı için olduğu yere çökerken dudaklarından tutamadığı bir hıçkırık kopmuştu.
*
Burçin ve Tuna o günden sonra çok fazla görüşmemişlerdi. Aslında Tuna görüşmek istemiş ama Burçin bahanelerle onun yanından uzaklaşmış aramalarını cevapsız bırakmıştı. Şimdi de sinirle çantasını hazırlarken bir yandan da "Zekasız, marul saçlı gıcık" diyerek sevgilisine saydırmayı ihmal etmiyordu. Babaannesi bir süre onun homurdanarak çantaya bir şeyler tıkıştırmasını izlemişti.
-Bir şeye sinirlendiğinde git kimle kavga ettiysen ondan sor hesabını. Günlerdir muhatabın olmayan her şeyden almaya çalıştın hırsını ama bak muhatabın onlar olmayınca geçmiyor, aksine büyüyor öfken.
Burçin babaannesinin söyledikleri ile omuzlarını düşürürken yatağının üzerine oturmuş sinirden kızarmış yüzü ve karışmış saçlarıyla karşısındaki yaşlı kadına bakıyordu. Hızlı oturduğu için yatak birkaç kez yaylanırken babaannesi onun bu haline burukça gülümseyip yanına oturdu.
-Erkekler gerçekten çok salaklar, o kafaları sadece kötü şeylere, fenalıklara çalışıyor.
Babaannesi onun bu haline gülerken;
-Pire için hangi yorganı yakıyorsun yine? Diye sordu.
-Ya babaanne bu sefer ben gerçekten bir şey yapmadım. Ben kadınım diye kendimi koruyamaz mıyım, karşı cinsle konuştuğumda flört etmiş mi oluyorum?
-Evladım sen neden kendini koruyamayasın, tabii ki korursun. Bunca yıl nasıl başardıysan bundan sonra da başarırsın. Tuna mı diyor bunu sana?
-Öyle demedi ama buna getirdi. Şirkette bir arkadaşım var benden hoşlanıyor ama ben izah ettim yani aklı selim bir çocuk anladı, saygı duydu ama Tuna olacak zekasız hödük konuşup sinirimi bozdu.
Fadime babaanne derin bir nefes alıp tonunun elinin üzerine elini koyduktan sonra;
-Ah güzel çocuğum bir de severken birbirinize zarar vermemeyi öğrenebilseniz ne güzel olacak... Kıskançlığın fazlası önce sana sonra karşındakine zararlı. Tuna şimdi yaptığı hatanın, söylediği kelimelerin elbette cezasını çekiyordur ama küçük bir meseleyi bu kadar büyütmek de ne kadar doğru sence? Diye sordu.
Burçin gözlerini kaçırıp;
-Beni çok kızdırdı diyebildi sadece.
-Senin ananla baban da böyleydi. İkisi de inattı. Düğünden bir gün önce biz evlenmiyoruz diye gelmişleri dedenle karşımıza. Yok efendim neymiş evlerine aldıkları koltuğun rengi söylediklerinden değilmiş. Annen daha heyecanlı genç kız tabii, niye olmuyor ben o rengi istiyorum diye babana söylenmiş. Baban da ya kabul et ya da konuşma diye annene densizlik etmiş. Bunlar bir geldiler eve ikisi de sanırsın kırmızı görmüş boğa. O zaman da bir anneanneciğin var, annenin de ondan başka kimsesi yoktu zaten. Hep beraber bizdeyiz. Deden bunlar evlenmeyeceğiz deyince sinirlendi tabii, birkaç dakika sustu sonra da;
"Tamam evlenmeyin, ben de ikinizi birden istemediğiniz kişilerle evlendiririm kimse de karışamaz" dedi.
Babanlar korkuyorlar tabi, annen de bizim elimizde büyüdü sayılır. Anneannen ve deden ilçeye çalışmak için geldiklerinden biliyoruz birbirimizi. İkisi de dedenin sözünde durup onları dinlemeyeceğini biliyor. Baban kabul etmese annen kabul eder. Hoş deden yapmazdı ya sırf burunları sürtsün diye söyledi o lafları. Velhasıl kelam düğün gününün sabahı bir kalktık bunların ikisi de kapıda bekliyor süt dökmüş kedi gibi. Öfke ile verdikleri kararın yerini kaybetme korkusu alınca bunlar el ele çıktılar karşımıza... Yani güzel kızım küçük şeyleri büyütüp hayatı kendinize zehir etmeyin. Birbirinizin kıymetini kaybetme korkusu gelip kapınızı çaldığında bilmeyin, her zaman bilin hissedin.
Burçin, anne ve babasının anılarını dinlemenin verdiği hüzün ile babaannesinin haklılığını düşündü. Başını babaannesinin omzuna yaslayıp titrek bir nefesi dışarı bıraktıktan sonra onun buruşmuş ellerini daha sıkı kavradı.
-Onları çok özlüyorum.
-Ben de çocuğum, ben de...
-Her şeyleri silinip gidiyor hafızamdan kokuları, sesleri... Birkaç video ve fotoğrafları kaldı elimde, onlar da olmasa yüzleri silinip gidecek hafızamdan diye korkuyorum.
-İnsan sevdiklerini öyle kolayca unutamaz, korkma güzel kızım. Sadece... Yanında olan insanların da unutmaktan korktuğun birer fotoğraf olmasına izin verme. Emin ol bu daha kötü ve korkunç bir şey.
Burçin'in gözünden birkaç damla yaş süzülürken kafasını kaldırıp baktığında babaannesinin de ağladığını gördü. Uzanıp yanaklarını sildikten sonra yanağına bir öpücük bırakıp ona sıkıca sarıldı. Bir süre sonra çalan kapı onların ayrılmasına neden olurken Burçin gözlerini silip çektiği burnuyla;
-Şu iş için Sapanca'ya gideceğiz diye Muhsin Bey birilerini gönderecekti, O gelmiştir dedi.
Burçin dış kapıyı açtığında karşısında Tuna'yı görünce şaşkınlıkla ona baktı. Tuna ise Burçin'in kızarmış gözlerinden dolayı merakla;
-Burçin neden ağladın, ne oldu? Fadime babaanneye mi bir şey oldu? Diye soruları art arda sıraladı.
Burçin onun bu haline gülümseyip kollarını boynuna sardıktan sonra;
-Şimdi iyiyim dedi sadece.
Tuna günler sonra ona tekrar sarılmanın verdiği rahatlama hissiyle kollarını hemen onun beline sararken kulağına "Çok özür dilerim" diye fısıldadı birkaç kez.
Fadime babaanne ise onların bu halini bir süre kendini fark ettirmeden izlemişti. Sonra da birkaç adım geri gidip yeni geliyormuş gibi seslenerek;
-Burçin kim gelmiş? Diye sormuştu.
Burçin ve Tuna ayrıldıktan sonra Fadime babaanne de onların yanına gelmişti.
-Ben geldim Fadime babaannem deyip Tuna yaşlı kadının elini öperken yaşlı kadın da ona aynı sıcaklıkla;
-Gel çocuğum, sen de mi gideceksin bu iş gezisine? Diye sordu.
Tuna onun peşinden salona geçerken;
-Evet, ortak yapılacak proje için gideceğiz. Muhsin Bey birini yollayacakmış, ben de ona Burçin Hanım benimle gelir dedim. Sana sormadan karar vermiş oldum ama dedi sonlara doğru kısılan sesiyle.
Burçin ona gülümseyip;
-Önemli değil yani gideriz beraber dedi.
-E iyi o zaman kalkın gidin vakitlice varın, beni de merakta bırakmayın.
Burçin az önce sinirle eşyalarını tıkıştırdığı çantasını alıp babaannesi ile vedalaştıktan sonra sevgilisi ile beraber evden çıkmıştı. Tuna barışmış olmanın verdiği rahatlıkla arabayı çalıştırmadan önce Burçin'in yanağına bir öpücük bırakırken genç kadın da onun bu haline gülümsemişti. Cuma trafiğinden dolayı kâh durup kâh kalkarak İstanbul’dan çıkabildikten sonra Tuna yanında oturan sevgilisine kısa bir bakış atıp konuşmaya başlamıştı.
-Bana kızgın değilsin artık değil mi?
Burçin onun konuşmasıyla bakışlarını izlediği yoldan ayırıp ona çevirmişti.
-Hayır, yani yaptığın tabii ki doğru değil ama bir daha yapmayacağını düşünüyorum.
-Aslında verdiğim tepkiye ben bile şaşırdım yani ben de kendimden beklemezdim ama aşk böyle bir şeymiş insana hiç ummadığı şeyleri yaptırabiliyormuş. Her şey sana olan aşkımdan, seni kıskandım.
Kadın ona tamamen dönmüş büktüğü bacağını poposunun altına sıkıştırırken oturuşunu düzeltip yeniden konuşmaya başladı.
-Hiç aşkımdan yaptım falan deyip bahanelere sığınma Tuna, öyle bir şey söylemiş olman aklıma geldikçe sinirlerimi bozuyor hâlâ.
Genç adam kadının yine sinirlenmeye başladığını fark edince hemen onu sakinleştirmeye çalışmıştı.
-Tamam yaptığım eşeklik için özür dilerim sinirlenme lütfen sen de söz veriyorum tekrarlanmayacak.
Sevgilisinin, uzanıp elini sıkıca kavrarken üzerine bir öpücük bırakmasını ardından da kendisine gülümseyerek kısa bir bakış atmasını izledi genç kadın. Genç kadın bir müddet sessizce sevgilisini izlemiş daha fazla konuşmamıştı. Ona böyle kapılıp gitmek ne kadar doğruydu emin olamıyordu eğer böyle giderse bir gün Tuna onunla evlenmek isteyecekti, ki bunu daha şimdiden dillendiriyordu. O zaman ne yapacaktı? Bir gün evlenmeyi kendisinin de isteyebileceği aklına gelmemişti ama onun için bunu istemek bencillik olurdu bunu ona yapamazdı.
Genç kadın dalgın gözlerle sevgilisini izlerken Tuna’da onun bu düşünceli halini anlamlandıramayıp birkaç defa seslenmişti. Burçin sonunda düşüncelerinden sıyrılabildiğinde kendini toparlayıp onu cevapladı.
-Kusura bakma hayatım dalmışım, ne dedin?
-Acıktın mı diye sormuştum, eğer istersen şimdi de yiyebiliriz ya da aç değilim dersen otelde yeriz.
-Tabi yani otelde yeriz, çok aç değilim zaten.
Tuna bir anda durgunlaşan sevgilisinin bu halini sorgulayarak;
-Sen iyi misin? Diye sordu.
-İyiyim canım, öyle dalmışım sadece.
Adam onun bu halini daha fazla sorgulamamış bir süre sonra aklına gelen şeyle arabayı sağa çekmişti. Burçin onun neden durduğunu anlamaya çalışırken Tuna’da kontağı kapatmış onun gibi ona dönük olacak şekilde oturmuştu. Karşısındaki kadının kendisine yönelttiği soru dolu bakışlara gülümseyip dudağına küçük bir öpücük kondurduktan sonra aklındakini sormuştu.
-Araba kullanmayı öğrenmek ister misin?
Kadının gülen yüzü bir anda düz bir ifade alırken sevgilisinin tedirgin gözlerine bakıp;
-Hiç öğrenmek istemedim isteyeceğimi de sanmıyorum dedi.
Genç adam derin bir nefes alıp Burçin’in saçlarını okşadı bir süre.
-Neden o kafanda kurduğun şey olacağına, bunun seni mutsuz edeceğine bu kadar inandırıyorsun kendini? Belki mutlu olacaksın, korktuğun şey olmayacak bir defa denesen ne olur?
-Sen nereden biliyorsun beni mutlu edebileceğini? Bunca yıldır merak etmedim etmiyorum da bunu daha önce de konuştuk anlattım sana neden ısrar ediyorsun?!
Tuna onun aksine sakin kalmaya çalışıp sevgilisinin saçlarını okşamaya devam etti. O kazada yaşadığı korkudan olsa gerek hiçbir zaman öğrenmek istemediğini, merak etmediğini söylemişti ona bir defa konuşmalarında. Tuna eğer kabul ettirebilirse bu kaygısının yok olacağına inanıyordu ama karşısındaki kadın onun gibi olamıyordu bu konuda. Burçin birazcık hız yapıldığında dahi gerilirken araba kullanmaya cesaret edebileceğini hiç sanmıyordu. Aslında babaannesi de bu konuda onunla birkaç defa konuşmuş üniversitedeyken ehliyet kursuna yazdırmayı teklif etmişti ancak genç kadın o zaman da aynı şekilde istemediğini söyleyip bu teklifi reddetmişti. Tüm ailesini bir trafik kazasında kaybetmişti ve yanında sadece babaannesi kalmıştı. Arabaya binmeye bile çekinen bir insandı, kullanmayı hiç düşünmemiş, istememişti. Galiba kendisi de bir kaza sonucu ölürse babaannesini yalnız bırakmaktan korkuyordu, bu korkuyu aşamıyordu. Karşısındaki adamın sakince saçlarını okşamasıyla artık o da sakinleşmiş az önceki öfkesi biraz olsun dinmişti. Tuna kadının biraz olsun sakinleştiğini fark ettiğinde uzanıp dudaklarına küçük bir öpücük daha kondurduktan sonra yeniden konuşmaya başladı.
-Tamam seni zorlamayacağım o zaman eğer bir gün olur da bu fikrinden vazgeçersen her zaman emrine amadeyim bunu unutma.
Kadın kollarını sevgilisinin boynuna dolarken dudaklarını boynuna bastırıp derin bir nefes aldıktan sonra “Teşekkür ederim” demişti sadece. Beraber tekrar yola çıktıklarında Burçin, Zeynep’i aramış kötü gelen sesinden dolayı ne olduğunu sorguladığında biraz hastalandığı cevabını almıştı arkadaşından. Sema’nın Umay ile şehir dışında olduğunu bildiği için aklı arkadaşında kalmış telefonu kapatmadan önce doktora gitme konusunda ondan söz almıştı. Zeynep ise uzun süre sıcak suyun altında kalmış titreyen vücudunun biraz için dindirebilmişti. Belki de ona benzettim, hem neden geri dönsün ki diye düşünmüş kendi kendini sakinleştirmeye çalışmıştı. Yine aklına geçmişte yaşadıkları gelirken düşüncelerden kurtulabilmek için yağmurda ıslanmış çamaşırlarını makineye ardından kurutmaya atmış kendisine hastalanmamak için ballı bitki çayı yapmıştı. Başındaki ağrı kendisini hissettirmeye başladığında oturduğu yerden kalkıp ilacın olduğu dolabı açtı. İlacın ona hatırlattıkları yüzünde garip bir tebessüm oluştururken bir an bu haline şaşırdı. Küçücük bir detay bile onu hatırlatıyordu ve bu onu artık rahatsız etmiyordu. İlacını içtikten sonra bir tanede soğuk algınlığı için ilaç almış sonra da tüm ışıkları kapatıp uyumaya gitmişti.
Kerem ise şirketteki işlerini halletmiş Selim ile buluşmuş bir süre onunla oturduktan sonra evine geçmişti. Selim’in Derin ile yaşadıklarından dolayı morali bir hayli bozuktu ve Kerem hiç de onun bu haline alışkın değildi. Derin aklı başında bir kadındı ve böyle düşünüyor olması onu açıkçası şaşırtmıştı. Tamam arkadaşının Derin’den önce ilişkileri olmuştu ama hakkında yazılanların çoğu yalan yanlış şeylerdi. Selim sadece eğlenmeyi, muzipliği fazla seviyordu zaten bu hali onun adını çapkına çıkarmamış mıydı? Ama arkadaşını tanıyordu Kerem ve Derin’e çok aşık olduğunun da farkındaydı. Zaten onu buna inandıramamış olmak çok üzmüştü Selim’i. Kerem önce babasına uğrayıp ardından kendi evine geçtiğinde duş alıp kendine bir kahve yaptı. Bahçeye çıkan sürgülü kapıyı açıp dışarı çıktıktan sonra yağmurdan sonra yayılan toprak kokusunu çekti içine. Günlerdir Zeynep’i doğru düzgün görememişti, çok özlemişti. Bu içindeki özlem bir gün bitebilir miydi ya da genç kadının inadını kırmayı başarabilecek miydi bilmiyordu ama vazgeçmeye niyeti yoktu. Onun o şaşkınlıkla karışık kaygılı bakışları yer yer büyüyen kahverengi gözleri, sinirlenince kızaran yanakları geldi aklına. Derin bir nefes alıp kahvesinden bir yudum alırken telefonuna gelen bildirim sesi düşüncelerinden sıyrılmasına neden oldu.
“Kardeşim belki bilmek istersin Zeynep biraz hastalanmış, halası da evde değilmiş”
Tuna’dan gelen mesaj kaşlarını çatmasına neden olurken bir an genç kadını aramayı düşündü ama bu saçma olacaktı çünkü açmayacağını biliyordu. Hazırlanıp evden çıktıktan sonra akşam trafiğinde biraz oyalanıp bir saatin sonunda Zeynep’in evinin önüne gelmişti. Saat on biri geçiyordu ve zile basıp basmama arasında kararsız kalmıştı. Kısa bir an saat geç olduğu için vazgeçmeyi düşünse de aklı ondayken geri dönemeyeceği için zile basmaya karar verdi. Üst üste iki kere zile basıp bir süre beklemiş sonunda açılan kapı ile apartmana girmişti. Yukarı çıkıp kapıyı tıklattığında birkaç dakika içinde açılan kapının ardından genç kadının solgun yüzü görünmüştü. Zeynep şaşkınlıkla karşısındaki adama bakarken Kerem’de içeri girip kapıyı kapatmış, konuşmaya başlamıştı.
-Zeynep ne bu halin ne oldu sana?
Genç kadının gözleri ışıktan dolayı rahatsız olurken hafif araladığı gözlerle karşısındaki adama bakıp “Başım çok ağrıyor, biraz da üşüttüm galiba. Sen neden geldin?” demişti.
-Ben seni merak ettim Burçin’e hasta olduğunu söylemişsin, halan da yokmuş bir ihtiyacın var mı diye sormak, seni görme istedim.
Genç kadın onun bu düşünceli davranışından başındaki ağrı olmasa belki etkilenebilirdi ama şu an bu pek mümkün değildi. Konuşmaya bile dermanı yoktu sanki.
-Benim çok başım ağrıyor, ben yatmaya gidiyorum sen ne yapıyorsan yap.
Kerem, kadının arkasından şaşkınlıkla bakarken Zeynep’te odasına gitmiş çoktan yorganın altına girmişti. Böyle zamanlarda kafasını adeta koparıp atmak istiyordu genç kadın. O gözlerini sımsıkı yummuş yeniden uyumaya çalışırken Kerem’de bir süre olduğu yerde kaldıktan sonra üzerindeki montu çıkarıp vestiyere asmış genç kadına belli etmeden üst kata çıkıp onun uyuyup uyumadığını anlamaya çalışmıştı. Mutfağa döndüğünde onun tezgahın üzerinde duran ilaç kutularından ilacını içtiğini anlamıştı. Kahve makinesinde kendisine bir kahve yaptıktan sonra daha önce geldiğinde Umay’ın evi gezdirirken söylediği fakat girmediği Zeynep’in çalışma odasına girdi. Zeynep genç adamın bu yaptığını görse kesin çok kızardı ama neyse ki kalkıp gelmeyeceğinden emindi. Çok fazla geniş olmayan iki duvarın kitaplık olduğu bir köşede ikili bir koltuğun bulunduğu duvardaki birkaç tablo ile renklendirilmiş bir odaydı. Kitaplık dahil her yer gayet toplu ve düzenliydi, masasının üzerinde duran siyah beyaz fotoğrafın anne ve babası olduğunu tahmin ederken gördüğü kitap gülümsemesini sağladı. Sayfaları karıştırdığında onun da bazı cümlelerin altını çizdiğini gördü, buna ona okuduğu cümle de dahildi. Bir süre kitabı karıştırdıktan sonra gözüne çarpan Zeynep’in eve geldikten sonra ıslanan çantasından çıkarıp çalışma masasının üzerine bıraktığı kitabı gördü. Kendisi de okumuştu bu kitabı ve yazarın diğer kitapları dahil bu kitabını da çok seviyordu.

“Ben de sıyrılabildiğim her şeyden sıyrıldım daha uzağa gidebilecek kadar hafif olmak için. Ama olmadı. Terk ettiğim her şeyin ağırlığı binle çarpılıp, beynime yerleşti. Hafiflemek bir tarafa, daha da ağırlaştım. Söküp attıklarım tonlarca kâbus olup döndüler bana.”

Altı çizili cümleyi okurken Zeynep’in bu cümlenin altını çizerken ne hissettiğini duydu yüreğinde. Diğer sayfaları karıştırırken kitabın arkasındaki kağıt çekti dikkatini, bir anlık tereddüdün ardından kağıdı eline alıp katını açtığında bunun ona yazdığı not olduğunu gördü. Genç kadının bunu saklamış olması yüzünde bir gülümseme oluştururken kağıdın buruşukluğundan da çöpe atılıp geri aldığını anlaması zor olmamıştı. Yüzüne yer eden gülümsemesine engel olamazken kitabı karıştırmaya devam etti. Genç kadının düşüncelerinde yer etmeye başladığını fark etmek onu daha da cesaretlendirip umutlandırırken önündekileri okumaya bir yandan da kahvesini içmeye devam etmişti. Ne kadar zaman geçtiğini bilmezken kendisine seslenilmesiyle kafasını kaldırmış bakışları bir çift kahverengi gözle buluşmuştu.
-Sen gitmedin mi?
-Aaa şey ben seni yalnız bırakmak istemedim yani belki bir şeye ihtiyacın olur diye gitmedim.
“Bu kadar düşünceli olmak zorunda mısın?” dedi kendi kendine Zeynep, “Neden bu kadar düşüncelisin? Aklımı kalbimi zaten yeterince karıştırmadın mı?” diye geçirdi içinden. Kerem yerinden kalkıp onun yanına doğru giderken Zeynep’te onun kağıdını gördüğünü fark etmişti.
-Madem gitmedin özelime girmeseydin.
Genç kadının huysuzca söylenmesi onu gülümsetirken yanına ulaştığında yeni duş aldığını belli eden saçlarına dokundu usulca.
-Sana yazdığım not sonuçta bu pek özel sayılmaz.
Genç adam ona daha çok yaklaşırken Zeynep’te yutkunma gereği hissetmişti. Kerem karşısındaki kadının bu haline gülümserken ilk kez onun da kendisine karşı bir şeyler hissettiğini düşünerek buna inanarak yaklaşmıştı ona. Parmaklarını saçlarının arasından hafifçe geçirip geriye attıktan sonra onun kendisine tedirgin bakan gözlerini izledi bir müddet. Genç kadının kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarparken artık ona karşı koyamadığını fark etti. Günden güne ona daha çok yakınlaşıyordu sanki, aralarında öyle bir bağ oluşuyordu ki kadın bu bağı koparmak istese de artık başaramıyordu. Farkındaydı bunu karşısındaki adam ilmek ilmek örmüştü ve bundan artık şikayetçi de olamıyordu. Onun kendisine bakan yeşil gözleri öylesine derinlerdi ki içinde kayboluyordu sanki genç kadın, bu kadar güzel bakmak zorunda mıydılar? Genç adamın nefesi yüzüne vururken kendisi de heyecanla titrek bir soluk almıştı, küçücük bir dokunuşta bile böylesine heyecanlanmak nasıl bir şeydi? Kerem, kadının aralanan dudaklarını dudaklarıyla kavramak istese de bu arzusunu göz ardı edip onun dudağının kenarına bastırdı dudaklarını. Genç kadın olduğu yerde öylece kalakalırken bir an ellerini saçlarına götürmek istedi fakat hemen vazgeçti. Adam bir müddet dudaklarını onun dudağının kenarından çekmedi, bu sırada bir eli kadının sırtını diğeri ise saçlarını okşuyordu hafifçe. Sonunda dudaklarını ondan ayırabildiğinde alnını alnına yaslamış fısıldayarak konuşmuştu.
-Saçlarını kurut, ıslak kalmasınlar.
Zeynep bir süre onun ne söylediğini idrak edememişti, yakınlıkları yetmezmiş gibi yaptıklarıyla da onu altüst etmişti yine. Bir müddet sonra kafasını aşağı yukarı sallarken onun gibi fısıldayarak “Tamam” demiş ardından banyoya gitmişti. Nasıl gittiği konusunda bir fikri yoktu çünkü en az kendine gelmek kadar zor olmuştu onun kollarından ayrılmak genç kadın için. Banyo kapısını kapatıp sırtını kapıya dayadıktan sonra elini de kalbine götürmüş onun kulaklarını sağır edecek gümbürtüyle çarpmasını dinlemişti bir müddet. Sakinleşebildikten sonra aynanın önüne geldiğinde kızarmış yanakları çekti dikkatini, eli istemsizce dudağının kenarına giderken az önceki dudakların baskısını hissetti yeniden. Vücudu karıncalanıyordu sanki, tatlı bir bahar esintisinin etkisi vardı sanki yüreğinde. Kapanan gözlerini zorlukla aralayabildiğinde aynadaki aksi önce bugünü hatırlattı ona sonra da geçmişini. Kafasını hızla iki yana sallarken musluğu açıp yüzüne birkaç kez soğuk su çarptı. Bu hissettiği yanlıştı, sonunda pişman olacağı şeyler yapacaktı yine. Ondan hoşlanıyor olması, içinde garip bir heyecan uyandırıyor olması onu kabul edeceği anlamına gelmemeliydi. Saçlarını kuruttuktan sonra kabaran saçlarını eliyle biraz düzeltip çıktı. Saat beşe geliyordu, erken uyuyunca bu saatte kalkmıştı tabii. Baş ağrısı ve halsizliği geçmişti neyse ki. Kerem’in çalışma odasında olmadığını görünce yanan ışıktan salonda olduğunu anladı. Ancak gittiğinde onun uyuyakalmış haliyle karşılaştı. Bu hali yüzünde bir tebessüm oluştururken gidip koltuğun kenarında duran örtüyü alıp onun üzerine örtmüştü. Eli istemsizce saçlarına giderken bu dokunuşun kendi avuç içinde bıraktığı gıdıklayıcı etkisini hissetti bir müddet. Ondan uzak durmaya çalıştıkça daha çok yaklaşıyordu ona, az önce banyoda gayet kararlı dururken onu görünce bu kararlarının çoktan tuzla buz olduğunu görmüştü yeniden. Işığı kapattıktan sonra kendisi de karşısındaki koltuğa geçmiş oraya uzanmıştı. Üzerindeki örtüye daha çok sarılırken hafif loş salonda göründüğü kadarıyla karşısındaki adamın yüzünü incelemişti uzun uzun. Bu dönem haftanın son günü dersi yoktu neyse ki ve bu yüzden rahattı. Aklına yine bugün gördüğü kişi geldi, huzursuzca döndü koltukta. “Neden geri gelsin ki?” diye geçirdi içinden. Zeynep bu düşünceler içinde boğuşurken saatler sonra hava aydınlandığında huzursuz bir uykuya dalmıştı. Kerem ise kulağına gelen ağlamaklı sesler ile araladı gözlerini, uyandığında ilk an nerede olduğunu idrak edemese de sonrasında dün olanları hatırlamış hızla kanepeden doğrulmuştu. Yan tarafına, sesin geldiği yöne, baktığında kabus gördüğü belli olan Zeynep’in huzursuzluğunu belli eden yüz ifadesiyle karşılaşmıştı. Onun yanına gittiğinde saçlarını okşayıp sakinde adını fısıldadı birkaç kez ama genç kadın uyanmamıştı. Saçlarını okşamaya devam edip adını yeniden fısıldadığında Zeynep’te irkilerek uyanmıştı.
-Şişşt tamam benim korkma.
Kadın hızlı bir şekilde nefes alıp verirken Kerem’de onu sakinleştirmek için saçlarını okşamaya devam etti.
-Sadece kabustu, geçti bak.
Kerem onu kollarıyla sarmış sakinleştirmeye çalışırken bir yandan da saçlarını ve sırtını okşuyordu. Zeynep gördüğü kabusun etkisinden çıkmaya çalışırken derin derin nefesler alıp kendi kendini sakinleştirmeye çabaladı. Kabusunda olduğu gibi ya peşine düşerse ya Umay’a bir şey yaparsa o zaman ne yapardı? Yetmemiş miydi verdiği onca acı, hayal kırıklığı? Dudaklarından bir hıçkırık koparken adamda onu daha sıkı sarmış “Lütfen ağlama bak her ne olduysa düzelecek Zeynep” diye fısıldamıştı kulağına. Bir müddet sonra biraz olsun sakinleşebildiğinde içli içli nefesler alırken geri çekilip kızarmış gözleriyle bakışlarını kaçırarak baktı karşısındaki adamın gözlerinde. Kerem ona üzgün gözlerle bakarken saçlarını okşayıp akan gözyaşını sildikten sonra “Tamam geçti bak, ağlama artık” dedi.
“Ben bugün galiba onu gördüm

Yorumlar