İkiz Nehirler-6


Genç adam, Derin’in evinden çıktıktan sonra bir kez daha Kerem'i aradı ama ulaşamadı. Sinan’ı aramayı denediğinde ise birkaç ısrarlı çalıştan sonra cevap alabildi.
-Sinan neredesiniz, Kerem nerede günlerdir ulaşamıyorum?!
Selim heyecan ve meraklanmasından dolayı sesine yer etmiş sinir ile konuşurken telefonun diğer ucundaki genç adam suratını buruşturarak telefonu biraz kendinden uzaklaştırdı. Selim biraz sakinleşince konuşmaya başladı.
-Selim Bey aslında bir sürü şey oldu, Kerem Bey bir anda bir şey söylemeden çekip gitti. Günlerdir ben de ulaşamıyorum.
-Peki Sedef, onu buldunuz mu?
-Bulduğumuzu sandık ama O, Sedef değilmiş. Sedef'in ikizi varmış ve biz onu kaçırmışız.
Genç adam korkuyla aklındaki soruyu sordu.
-Kerem ona bir şey yaptı mı peki?
-Hayır, yani öfke ile kızdı bağırdı. Kadının hiçbir suçu yok anladığım kadarıyla Kerem Bey de gitmelerine izin verdi zaten.
Selim telefonu kapattıktan sonra sıkıntılı bir nefes verip dalgalı düz saçlarını karıştırdı. Şirkete geldiğinde masasının üzerine bırakılan dosyaları inceleyip raporladıktan sonra sıkıntılı bir nefes verip arkasına yaslandı. Aklı Kerem’deydi, ona ulaşması gerekiyordu ama istediği zaman ortadan çok iyi kayboluyordu çok iyi tanıyordu arkadaşını ve şu an yalnız kalmak istiyordu. Kapattığı gözlerini açılan kapı ile aralayıp oturduğu yerde dikleşti.
-Naber oğlum?
-İyi baba, sen nasılsın?
-İyi bende, gittin mi İbrahim'i görmeye?
-Evet gittim. Doktor bir haftaya tamamen iyileşir demiş.
Salim gülümseyerek kafasını aşağı yukarı sallarken;
-Çok güzel, o zaman iki hafta sonra yapılacak olan seçmelere katılabilir dedi.
Genç adam yüzündeki genişleyen gülümsemeyle babasına minnetle bakıp;
-Hallettin mi gerçekten? Diye sordu.
-Tabii hallettim eşek sıpası, sen benim sözümü tutmadığımı gördün mü hiç?
Selim hayranlıkla ona bakarken kafasını iki yana sallayıp;
-Hayır görmedim, sen benim kahramanımsın ve kahramanlar çok güçlüdür dedi.
-Takma dişli kahraman gördün mü sen hiç dediğinde genç adam kısık sesli bir kahkaha attı.
Babası onun gerçekten kahramanıydı, son zamanlarda kızıp çoğu zaman tartışsalar da babası ve annesi onun her şeyiydi. Genç adamın tüm haylazlıklarına, yanlışlarına göz yummuşlardı. Son yaptıklarıyla onları çok kızdırmıştı ama artık O da farkındaydı ileri gittiğinin ve evlenmese de en azından işler konusunda babasına yardımcı olabilir, yükünü hafifletebilirdi. İbrahim'in öğretmeni Derin’i düşününce bir an suratını buruşturdu. O kadını gördükçe evliliğin ne kadar yanlış olduğunu düşünüyordu. Kadınlara ağzında kuş tutsan yaranamazsın söyleminin canlı örneğiydi adeta. Genç adama her seferinde kan kusturuyordu ama bir yandan da ona ilginç bir şekilde çekici, sempatik geliyordu. Bugün ilk kez bir şeyler paylaşmışlardı ve her ne kadar Kerem açısından kötü olsa da bir şeyler konuşmaları onun hoşuna gitmişti. Bir insan hem birinden koşarak uzaklaşmak hem de ilginç bir şekilde onun yanıbaşında olmak ister miydi?
*
Genç kız korku dolu gözlerle karşısındaki abisine bakarken Burak ve Ezgi'de bir Ahu’ya bir de karşılarındaki adama bakıyorlardı. Genç kız cılız çıkan sesiyle zor da olsa;
-Abi dedi.
Karşısındaki adam ona öfke saçan, küçümseyen gözlerle baktı bir süre karşısında durmuş kendisine korku dolu gözlerle bakan kardeşine.
-Abi ya, abi! Seni hiç bulamayacağım sandın dimi?! Evden bu herif için mi kaçtın?
-Abi onların suçu yok, ben okulum için kaçtım. Beni siz mecbur ettiniz bırak onları, öldür beni kurtul. Bunu yapmadan peşimi bırakmayacaksınız biliyorum.
Abisi kafasını sağa sola sallarken belindeki silahı çıkarıp önce Burak’a doğrulttu. Genç kız korkuyla onun önüne geçerken isyan eden ses tonuyla;
-Onların suçu yok, yeter artık! Öldür beni kurtul dedi.
-Hepsi, hepiniz cezanızı çekeceksiniz. Şerefimizi iki paralık ettin, babam senin sözünü vermişken sen onun sözünü çiğnedin evden kaçtın. O öğretmenin olacak soysuz da çekecek cezasını dedi tükürür gibi.
Ahu birkaç adımda abisinin doğrulttuğu silahın önünde dururken Burak engel olmak istese de genç kız onu ardında bırakıp silahın tam önünde durdu.
-İhsan öğretmen benim kaçacağımı bilmiyordu, ona hiçbir şey söylemedim. O yapması gerekeni fazlasıyla yaptı, yıllarca sizin baskılarınıza rağmen bana sahip çıktı okumamı sağladı. Söylesem yine sahip çıkardı eminim, sizin yapmadığınızı yapar bana yine baba, abi olurdu. Eşine ya da ona bir zarar verirseniz yemin ederim sizi yakarım. Ben ölürsem de yanacaksınız ama o önemli değil. Babamla işlediğiniz cinayetleri, yaptığınız işleri biliyorum, sırf siz kazanacaksınız diye insanları öldürdünüz ve siz eğer bir kişiye daha zarar verirseniz tüm bildiklerimi anlatırım. He beni öldürürsen kurtulacağınızı sanma, bana bir şey olduğu an zaten sizi jandarma almaya gelecektir. Bu zamana kadar sustuysam yengem için Ahmet için sustum ama yeter. Bana bir kere abilik yapmadın babam vurduğunda bir de sen vurdun. Ama hiç üzülmüyorum artık biliyor musun? Önceden üzülür bir de bu yüzden ağlardım ama artık sevgisizliğinizle, hor görüp aşağılamalarınızla canımı yakamıyorsunuz.
Genç kızın istemese de gözünden birkaç damla yaş süzülmüştü. Derin bir nefes alıp kendini toparlayabildiğinde konuşmaya devam etti.
-Şimdi sen düşün abi hayatının geri kalanını hapiste geçirmeyi istiyor musun?
Ahu abisinin gözlerine meydan okur gibi bakarken abisi de öfkeden adeta kuduruyordu. Hakkari'de nakliye işleriyle uğraşıyorlardı ve bu pek de masum bir nakliye işi değildi. Kaçakçılık yapıyorlardı. Genç kız bunu öğrendikten sonra abisi ve babasının birkaç kez konuşmalarına şahit olmuştu. Bu işler yüzünden bir adamı nasıl öldürdüklerini anlatıyorlardı. O an aklına gelenle yapılan bu itirafı telefonuna kaydetmişti. Bir kısmını babası yakalandığında delil olarak Şahin abisine vermiş, gizli tanıklık yapmıştı. Babası ya da abisinin bir gün kendisine ya da İhsan öğretmen ile ailesine zarar verebileceğini bildiği için kalan delilleri onlara karşı kullanmak için saklamıştı. Bunları da en kısa zamanda Şahin abisine teslim edecekti ama biraz daha zamanı vardı. Önce Gonca’yı da oradan kurtarması gerekiyordu, sonra abisi ve babası kalan cezalarını da çekecekti. Onları öyle bir yere saklamıştı ki bu dünyadaki en güvenilir kişiye emanet ettiğine şüphesiz emindi. Yeğeni Ahmet 6 yaşındaydı ve genç kız onu çok seviyordu. Onların gizli oyun yerlerinde saklıydı videolar, belgeler ve Ahu’nun yazdığı mektup. Ahu, Ahmet'e bunun bir sır olduğunu ve ona bir şey olursa onları alıp Komutan Şahin abiye vermesini söylemişti. Ahmet'in asla kimseye bir şey anlatmayacağını, oynadıkları oyuna sadık kalacağını biliyordu.
Abisi ateş saçan gözlerle ona bakarken kafasını iki yana sallayıp onaylamaz bir şekilde ona baktı.
-Seninle işimiz bitmedi Ahu, yine geleceğim ve o zaman hepinizin eceli olacağım.
O sırada onları fark eden birkaç kişi endişeyle olanları izlemişlerdi.
Ahu ateş saçan gözlerle ona bakarken;
-Senin meselen benimle, ömrünün geri kalanını hapiste geçirmeye meraklıysan gel beni öldür dedi.
Burak korku ile karışık sinirle baktı genç kıza. Ne yapmaya çalışıyordu, kendini öldürtecekti bu diklenmeleri yüzünden!
-Ahu ne yapmaya çalışıyorsun?!
Dişlerinin arasından yönelttiği bu cümle genç kızın kısa bir an ona bakmasına neden oldu. Etraftakilerin korkuyla onları izlemeye devam etmesi ve polis laflarının geçmesinden dolayı Hüseyin hızla doğrulttuğu silahını tekrar beline sokup;
-Tekrar görüşeceğiz dedi ve oradan uzaklaştı.
Ezgi; Burak ve Ahu ile bir süre oturduktan sonra yanlarından kalkıp dersi olduğu için okula gitmişti. Genç kız ona her şeyi anlatmıştı. Ailesinden kaçması, buraya gelmesi, yaşadıkları, ailesinin baskıları... Ezgi hem üzülüp hem onun ailesine öfke duyarken Burak, Ahu’nun anlattıklarını sanki ilk kez dinliyormuş gibi aynı şekilde üzüntü ve kızgınlık hissetti. Burak sessizce denizi izleyen Ahu’yu izledi bir süre. Genç kız denizi, O genç kızı izledi. Altın sarısı saçlarının, güzel yüzünün her noktasını ezber etmek istediğini fark etti. Nasıl olduğunu anlamamıştı ama Ahu’ya gitgide daha da çok bağlandığını, onunla daha çok vakit geçirmek istediğini fark ediyordu. Genç kız ise denizi ilk gördüğü günü düşünüyordu, nasıl hayran kalmıştı. Hep filmlerde görür, kitaplarda okuduğu kadarıyla hayalinde canlandırırdı. Ama hayalinden bile güzeldi bu, geldiği gün eşyalarını okulun orada tuttuğu pansiyona bıraktıktan sonra okuldaki işlerini halledip bir süre etrafı gezmişti. Hem çok kalabalık, ürkütücü bir o kadar da büyüleyici gelmişti bu şehir genç kıza. Ertesi gün keşfettiği vapurlarla birkaç defa karşıya gidip gelmişti. Derin derin nefesler almış denizin kokusunu içine doldurmuş, atılan simitleri kapmak için yarışan martıları izlemişti. O ilk günkü heyecanı içinde bir yerlerde belki hâlâ vardı ama korku da vardı. Abisi ona olan öfkesini ya Gonca’dan çıkarırsa, o zaman ne yapacaktı?
-Gonca'yı onların elinden kurtarmam lazım. Onun hayatını mahvetmelerine izin veremem.
-Ne yapabiliriz, onu nasıl kurtarabiliriz
Genç kız bakışlarını karşısında oturan adama çevirip;
-Sen karışmayacaksın Burak, beni koruyorsun gerçekten çok iyi bir insansın yani sana minnettarım ama abimi görüyorsun. Peşimi bırakmayacak ve ben ne senin ne de Ezgi'nin zarar görmesini istemiyorum dedi.
-Ben seni asla yalnız bırakmayacağım, şimdi gel Zeynep hocanın yanına gidelim. Bak Ezgi'de tanıyormuş Zeynep hocayı, onunla görüştükten sonra Ezgi'nin dersi bitmiş olursa onu da alır yemeğe gideriz.
Ahu onu korumak başına bela olmuş ailesine bulaştırmamak istese de genç adam kararlıydı, onu yalnız bırakmayacaktı. Burak’ı ikna edemeyeceğini bildiği için dudaklarının arasından sadece kısık sesli bir "Tamam" dökülmüştü..
Birlikte okula geldiklerinde Zeynep'in odasını öğrendiler ve kapıyı tıklatıp birkaç saniye beklediler. Önden genç kız kapıyı açıp kafasını hafif uzattıktan sonra;
-Merhaba girebilir miyiz? Diye sordu.
Zeynep okuduğu notlardan kafasını kaldırıp yuvarlak çerçeveli gözlüklerinin arkasından onlara bakarak gülümseyip;
-Tabii ki dedi.
Sonra da oturduğu yerden doğrulup onlara elini uzattı. Burak’ta kendini tanıttıktan sonra karşılıklı koltuklarda oturdular ve bir süre havadan sudan konuştular. Zeynep odasındaki kahve makinasında kahvelerini yaptıktan sonra tekrar onların karşılarına oturdu.
-İhsan bana bir şeylerden bahsetti. Ailenle ilgili... Seni rahatsız ediyorlar mı hâlâ?
Genç kız kafasını önüne eğdiğinde Zeynep'te cevabını almıştı.
-Şimdi nerede kalıyorsun peki, kaldığın yer güvenli mi? istersen benimle kalabilirsin.
Burak o sırada araya girip konuşmaya başladı.
-Benim çocukluk arkadaşım var O da burada okuyor, hatta sizi tanıyormuş. Derslerine giriyormuşsunuz. Ezgi Fidan, onunla kalıyor.
Zeynep gülümseyerek;
-Evet Ezgi'yi tanıyorum, çok iyi o zaman ama aklında bulunsun canım sakın çekinme benimle de kalabilirsin ya da istersen sana kalacak başka bir yer ayarlayabilirim dedi.
Ahu ona minnetle bakarken konuşmaya başladı.
-Çok teşekkür ederim, Burak sağ olsun beni Ezgi ile tanıştırdı. Zaten yurt sonuçları açılandı yedekten çıktı ama çok gerilerde değil, yakında yurda yerleşebilirim.
Zeynep anladım der gibi başını sallarken bir süre daha konuştular. Genç kız ne kadar yurtta kalabileceğini düşünse de Burak bu konuya hiç ılımlı bakmıyordu. Hele ki bugünden sonra onu asla yalnız bırakamazdı. Ahu ve Burak bir süre daha oturup sonrasında Zeynep ile vedalaşarak genç kadının yanından ayrıldılar.  Bir süre kampüste sessizce yürüdükten sonra Ezgi'nin dersi bitene kadar oturabilecekleri bir ağaç gölgesi buldular. Çimlerin üzerine oturup bağdaş kurduktan sonra genç kız burukça gülümseyip konuşmaya başladı.
-Hiç tanımadığın birine iyilik yapıyorsun, gözün kapalı güveniyorsun... Önce İhsan öğretmen yaptı, bana hep sahip çıktı. O ve Komutan Şahin abi sahip çıktı, babamın elinden kaç kere kurtardılar beni. Annem onlar kadar sahip çıkmadı, ona yalvardım ama şikayetçi olmadı hiçbir zaman babamdan. Bir ara hapse girmişti babam o ara biraz olsun rahatlamıştık, hoş abim onu çok aratmıyordu ama aslında iyi biridir O. Babama yaranabilmek için böyle kötü oldu. Sonra babam hapisten çıktı yine eskiye döndü her şey. Aslında bir sürü suça karıştı, pis işler yaptı ama ya kılıfına uydurdu ya da başkasının üzerine yıktı. İhsan öğretmen sayesinde okudum, kaçtım buraya geldim. Beni hâlâ düşünüyor, Zeynep hocaya söylemiş baksana. Ben buraya gelene kadar yani onunla konuşana kadar hep şey diye düşündüm, geliriz öyle bir konuşuruz sonra bir daha da görüşmeyiz ama O daha ilk anda sahip çıktı. Evini, adresini her şeyi verdi. Bana bunu ailem yapmadı ve şimdi düşününce çok ağırıma gidiyor. Abim, babam tüm ailem kötü bir şey yapmışım gibi davranıyor. Çoğu kişinin gururlanarak söylediği şey benim ayıbım oldu resmen.
Genç kızın gözünden düşen birkaç damla yaş Burak’ın canının acımasına neden olurken ona üzgün gözlerle bakıp;
-Lütfen ağlama dedi.
Ahu sanki bunu bekliyormuş gibi daha çok ağlamaya başlayınca Burak onu kendine çekip sarıldı. Genç kız bir süre ağladıktan sonra içli içli nefesler alıp sakinleşmeye çalışırken bu durum gerçekten canını çok yaktığını fark etti bir kez daha. Tamam alışmıştı belki bu duruma ama sürekli böyle bir yerlerde karşılarına çıktıkları için unutamıyordu, bu gidişle asla unutamayacaktı da. Abisi karşısına çıkmış ona ağzına geleni sayarken bir kez daha içinden ölüp kurtulmayı dilemişti. Daha 18 inde bile değildi. Aslında bakıldığında reşit olmayan kız evden kaçtığı için jandarmaya, polise haber verseler daha çabuk bulunurdu ama babasının işine gelmiyordu. Ahu’yu kendi bulacak cezasını kesecekti. Tabi genç kızın abisine meydan okumasından sonra bunu yapabilecekler miydi ondan emin değildi.
-Bir de sen... Beni doğru dürüst tanımazken inatla yanımda durup, yalnız bırakmıyorsun. Git dememe rağmen gitmiyorsun.
Genç adam onun söylediklerine burukça gülümserken genç kızın kendisine bakan yeşil gözlerine baktı.
-Çünkü sen üzülünce ben daha çok üzülüyorum, seni ağlarken görmek kalbimi acıtıyor. O güzel gözlerinde sadece mutluluk ışıltısı görmek istiyorum.
Burak’ın söyledikleri genç kızın hem mutlu olmasını sağlayıp hem de utandırmıştı. Dişleriyle alt dudağını kemirirken gözlerini kaçırıp kafasını öne eğmişti. Genç adam onun bu haline gülümserken Ahu’nun elinin üzerine kendi elinin tersiyle hafif bir dokunuş bıraktı. Bu yaptığı kendi kalbinin deli gibi çarpmasına yeterken aynı heyecan genç kızda da baş göstermişti. Sanki kilometrelerce koşmuş ve bu yüzden kalbi ağzından çıkacakmış gibi atıyordu. Bir süre birbirlerinin gözlerine baktıktan sonra Burak yeniden konuşmaya başladı.
-Yarın kardeşini almak için yola çıkacağız.
*
Zeynep sıkıntılı bir nefes verip ileride oyun oynayan Umay'ı izledi bir süre. Halam, Umay ve ben kaçıp gitsek diye düşündü bir an ama nereye gidecekti. Hem neden, kimden kaçacaktı ki? Kalbindeki acılar, asla unutamadığı yaşanmışlıkları geride bırakabilir miydi? İstediği tek şey huzurdu ama onu da onu sinsice takip eden geçmişi sayesinde asla tam olarak bulamayacaktı galiba. Yanına birinin oturduğunu fark etmesiyle o yöne döndüğünde karşısında o adamı görmek aklındaki son şeydi. Onu karşısında görmüş olmanın verdiği garip hisle yutkunma gereği duydu. Korkuyor muydu? Hayır bu korku değildi ama bu adama güvenemiyordu da… Kafasını Umay’a çevirdiğinde onun aynı yerde oynadığını görmek içini rahatlattı. Genç adam ona bu korkuyu yaşattığı için kendine kızdı bir kez daha. O gün Sinan koşup gelmese, ona genç kadının aslında kim olduğunu söylemese yine de kötülük yapamaz, zarar veremezdi. Fakat masum birine böyle bir korku yaşatmış olmayı hiç istemezdi. Genç kadını izledi kısa bir an. Aklına Sadık babasının söylediği şey geldi. ‘Beş parmağın hepsi bir olmaz’ derdi hep, haklıydı. Bunu Zeynep ile tecrübe etmişti genç adam, onun Umay’a sahip çıkışını, benimseyişini gördükçe hayranlığı artıyordu. Belki de kendi annesinin onları hiçbir zaman sevmemiş, benimsememiş olmasından dolayı bu kadar hayranlık uyandırmıştı kendinde, emin olamıyordu.
-Ben korkutmak istemedim, nasılsın?
-İyiyim, teşekkürler.
-Sana o korkuyu yaşattığım için gerçekten çok üzgünüm, size asla zarar vermek gibi bir niyetim yok, olamaz da. Ben düşündüğün kadar kötü bir adam değilim Zeynep…
-Ben sana kızamıyorum yani Sedef daha kötüsünü yapamaz dedikçe bana daha kötüsünü, imkansız dediklerimi yaşatıyor bana. O benim kamburum olacak, ben son nefesimi verene kadar bu değişmeyecek bunu anladım artık. Keşke zamanı geri alma şansım olsa, Defne’yi geri getirebilsem kendi yaşadıklarımı silip atabilsem, hiç yaşanmamış olsa o acılar ama olmuyor. Bak ben yıllardır onun bende açtığı yaraları biraz olsun kapatabilmek, unutabilmek umuduyla yaşıyorum ama olmuyor her seferinde bana daha acı bir şekilde hatırlatıyor kendini. Umay ve halam olmasa bu çok daha zor olurdu benim için ama onlar bana güç oluyor her seferinde, sen de elinde kalan ailene annene babana ya da sevdiğin kadın varsa ona, onlara sarıl. Bu yük kinini diri tutunca seni bırakmıyor emin ol aksine seni daha çok eziyor, yoruyor. Kinine sığınma, öfkeni diri tutma unutamazsın belki ama affetmeye hiç olmadı yok saymaya çalış… Affetmek çok zor belki ama yok saymak o kadar zor değil. Ben başlarda yapamam, atlatamam, öfkem ya da nefretimi azaltamam sandım ama emin ol yapabiliyorsun. Çünkü karşındaki insanın senin nefretine dahi layık olamayacağını öğretiyor zaman sana, dışarıda akan hayata, doğup batan güneşe, değişen mevsime, türlü güzelliğe seni nasıl kör ettiğini gösteriyor sana.
Genç adam sessizce yanında oturan kadının Umay’ı izlerken yaptığı konuşmayı dinledi, onun dağınık kıvırcık saçlarının hafif rüzgarda savruluşunu, güneşte yanmış biçimli yüzünü izledi uzun uzun. O an dudaklarından dökülen kelimeye kendisi de şaşırdı.
-Seni bir yere götürmek istiyorum, benimle gelir misin?
Genç kadın bakışlarını hızla yanındaki adama çevirdiğinde onun kendisine beklenti ile bakan gözleri ile buluştu gözleri. Kısa bir an tereddüt etse de kendisini bile şaşırtan cevabı verdi.
-Tamam
Genç adam bunu beklemediğinden olsa gerek bir an şaşırsa da kendini toparlayıp kendisinden haber beklemesini söyleyerek yanından ayrıldı.
 Umay ile eve geldiklerinde Sema mutfaktan kafasını uzatıp;
-Hoş geldiniz, hadi ellerini yıkayın gelin yemek hazır dedi.
Umay koşarak banyoya giderken Zeynep'te onun peşinden gitti. Küçük kız ona alınmış olan küçük tabureyi lavabonun önüne getirip üzerine çıktıktan sonra ellerini yıkamaya başladı. Kadın onun bu haline gülümserken ellerini suyun altına tutup onunla birlikte ellerini yıkamaya başladı. Kendi elleriyle onunkileri de sabunlarken Umay huysuzca;
-Ben yıkayabilirim anne ya dedi.
Genç kadın, küçük kızın kendisine anne demesiyle içinde oluşan garip kıpırtıyı hissetti bir kez daha. Kendini ona küçük yaşına rağmen yaşattıkları için suçluyor, belki de içten içe biraz öfkeleniyordu. Sedef’in günahını küçük bir çocuğa yıkmaya çalışmak kabul edilebilir gelmiyordu.  Ama onun böyle kendisine ‘anne’ demesi kötü bir etki bırakmıyor aksine mutlu ediyordu, her şeyi unutuyordu. Eve geldiği ilk zamanlarda onu gördükçe daha da öfkeleneceğini düşünüp sürekli kaçmış ve onu istememişti. Şimdi ise görmediği anlarda sürekli özlüyor, okuldayken gün içerisinde fırsat buldukça arayıp iyi olup olmadığını soruyordu.
Zeynep ellerini yıkadıktan sonra havluyla önce kendi elini silip sonra da Umay'ın ellerini sildi ve konuşmaya başladı.
-Ben senin el yüz yıkamalarını biliyorum Umay Hanım, iki saat oyun oynuyorsun.
Küçük kız uzattığı dudakları ile ona bakarken Zeynep gülerek onun yanağına sulu bir öpücük bıraktı.
-Isırırım bak seni.
Umay kıkırdarken;
-Ya tamam ısırma deyip kaçmaya başladı.
Zeynep onun peşinden oyun yapıp koşarken birlikte gülerek mutfağa girdiler. Birlikte yemeklerini yedikten sonra Umay oyun oynarken Zeynep ve Sema da çay içtiler.
-Geçen gün İhsan'ın öğrencisi geldi, tanıştık.
-Ailesinden kaçıp gelen kız mı?
Genç kadın sıkıntılı bir nefes verip kafasını aşağı yukarı salladı.
-Ailesi kıza yapmadığı eziyeti bırakmamış, İhsan anlatmıştı zaten.
-Yazık yavrum benim, e şimdi nerede kalıyor? Kalacak yeri var mı?
Zeynep çayından bir yudum aldıktan sonra;
-Üst döneminden bir çocuk arkadaşının evini ayarlamış, kızı da tanıyorum benim öğrencim. Güvende yani ben sürekli kontrol ederim zaten, ona da evin adresini verdim dedi.
Sema, Zeynep konuştukça başını onaylar biçimde sallarken yeğeninin konuşması bitince konuşmaya başladı.
-İyi yapmışsın kızım, buraya da gelsinler yemeğe, kalmaya. Yazık kızcağız neler çekti kim bilir. Neyse ki o arkadaşı sahip çıkmış.
Genç kadın sıkıntılı bir nefes verip ince belli çay bardağının kenarı ile oynarken;
-Hem de neler çekmiş... O kaçıp kendini kurtardı ama ya kurtulamayanlar... Onlar her gün daha çok ölüyorlar. Sürekli psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalıyorlar. Ahu buraya kaçıp geldi ama abisi peşindeymiş, bana hâlâ peşinde olduğunu söylemedi ama İhsan anlattı onu da sıkıştırmışlar dedi.
Sema üzüntülü gözlerle dinledi karşısındaki genç kadını. Zeynep'in üniversiteyi kazandığını öğrendiklerinde nasıl mutlu olmuşlardı. Babası gururla bakmıştı Zeynep'in gözlerine. Abisi ikisinin de gözlerinin içine bakmıştı, sevdiği kadının emaneti bilmişti. Sedef’in asiliğine üzülür ‘Bu kız neden böyle?’ diye bazen Sema’ya dert yanardı. Ne Sedef’i ne Zeynep’i birbirinden ayırmamış korumak için çabalamıştı ama Sedef bile bile kendisini ateşe atmıştı, Zeynep’te açtığı yaranın büyüklüğü ve kendisine yaşattığı acı uzun süre silinmemişti. Hoş şimdi bile unutuldu denmezdi farkındaydı ama en azından Zeynep iyileşmeye çabalamış, güçlü kalmıştı. Sema’nın bildiği bir şey vardı ki o da Zeynep’e daima sahip çıkacağıydı. Sedef’e bile yaptığı onca kötülüğe rağmen kucak açabilirdi, buna adı gibi emindi. Keşke herkes abim kadar gönlü güzel olabilse diye geçirdi içinden. O zaman Ahu, kız kardeşi ya da bu ülkede fiziksel - psikolojik şiddete uğrayan binlerce çocuk ve kadın hak ettikleri sevgiyi, saygıyı görebilirdi belki. Umay ile yerde bağdaş kurmuş oynayan yeğenini izledi uzun uzun, iki kanadı kırık kuşa baktı. Umay’ı bu eve ilk getirdiğinde Zeynep’in kesin dille reddetmesi ve ona nefretle bakması onu çok korkutmuştu ama şimdi gözü kapalı onları birbirlerine emanet edebilirdi. Gerçek bir anne – kız olmuşlardı artık, birlikte büyüyen birbirlerinin yaralarını iyileştiren anne – kız…
*
Genç kadın dinlediği şarkının etkisiyle oturduğu bankta hafif sağa sola dans eder gibi yaylanırken yeni doğmuş güneşi ve her zaman hayranlıkla izlediği tarihi yarımadaya baktı uzun uzun. Nasıl da güzel görünüyordu, bu şehri hiçbir zaman tam anlamıyla sevemeyecekti belki ama bazı yerleri ona bu şehrin bütün sevmediği yönlerini unutturuyordu. Sultan Ahmet Meydanı, Ayasofya, Yıldız ve Gülhane parkları ve tabii ki Süleymaniye… Süleymaniye caminin avlusunda oturmak, ağaçların gölgesinde dinlenmek düşünmek ona inanılmaz bir huzur veriyordu. Son zamanlarda işi ticarete döküp bütün güzel yanlarını sömürmeye, tüketmeye çalışan iki ayaklı organizmalar olsa da onun gözünde hâlâ bakirliğini korkuyordu. Derin bir nefes alıp rüzgarın getirdiği deniz kokusunu ciğerlerine doldururken kulaklığının çekilmesiyle bir an irkildi ve o yöne döndü. Tanıdık bir çift göz onun gülümsemesini sağladı.
-Korkuttum mu?
-Bir an öyle kulaklık çekilince irkildim, nasılsın?
-İyiyim, sen nasılsın?
-Ben de iyiyim, bunlar son güzel havalar. Bende erkenden kalktım tadını çıkarıyorum.
Sonbahar artık kendini hissettirmeye başlamış, havalar iyice serinlemeye başlamıştı. Burçin erkenden kalkmış kendini sahile atmıştı. Tuna ise yine babasıyla tartışmıştı ve dün gece eve gitmemişti. Babası inatla şirketteki tüm işi ona devretmekte ısrar ediyor Tuna ise bunu kabul etmiyordu. Ablası Japonya'ya gitmiş bir daha da dönmemişti, ailesi kadına asla ne yapması konusunda ısrarcı olmamıştı ama Tuna'yı bu konuda çok zorluyorlardı. Aslında Tuna bu işi seviyordu ama şirketin sorumluluğunu almak istemiyordu. Tüm sorumluluğu almak için henüz çok toydu, yanlış bir şey yapma kaygısı onu babasıyla sürekli karşı karşıya getiriyordu son zamanlarda. Babası ise ben artık yoruldum işleri sen devralacaksın diye diretiyor, genç adama söz hakkın ya da seçim şansı tanımıyordu.
-Bugün sizin şirkete uğrayacağım, proje için.
Tuna, Burçin'in söyledikleriyle düşüncelerinden sıyrılırken ona gülümseyip;
-O zaman bir kahvemi içmeye beklerim dedi.
Sonra da ekledi;
-İşin var mı? Kahvaltı edelim birlikte.
Burçin ona gülümseyip;
-Başka zaman, babaannem bekler. Her sabah birlikte kahvaltı yaparız dedi.
Tuna ona gülümseyip başını anladım der gibi sallarken kulaklıklardan birini alıp kulağına taktı ve çalan şarkıyı dinledi bir süre.
-Çok severim.
-Ben de, özellikle Zülfü Livaneli’nin aynı adla yazdığı kitaptan sonra daha da sevdim. Çok etkilenmiştim o kitaptan, içimde garip bir his ve hüzünle bitirmiştim. Üniversitedeydim o zamanlar, kemana merak salmıştım. O dönemde özellikle klasik müziği daha çok dinlemeye başlamıştım. Aslında babaannem sağ olsun beni müzik, sanat konusunda bir hayli donanımlı yetiştirmeye çalıştı. Ortaokulda saz kursuna gitmiştim, lisede de kemençe çalmayı öğreneceğim diye tutturmuştum. Bizim orada kızlar pek kemençe çalmaz, aslında çalmak isteseler çaldırırlar ama nedense pek merak uyandırmamış demek ki belki de benim aykırılığım bilmiyorum. Babaannem beni halk eğitime gönderiyordu o zamanlar güzel aktiviteler de oluyordu küçük bir ilçeydi ama imkanımız kısıtlı da olsa vardı. Babaannem benim köy enstitüsü mezunu ve hep ‘keşke sizlerin de orada, öyle bir okulda okuma şansınız olsaydı’ diye çok hayıflanırdı. Kapatılmış olmasına hâlâ hazmedebilmiş değil, haksız da sayılmaz… Ben de isterdim öyle donanımlı bir okulda yetişmek. Düşünsene bundan seneler önce sanatın birçok dalı, müzik, ziraat, teknik bilgi her şey veriliyormuş. Neden hep güzel olan şeyler cezalandırılır hiç anlamış değilim?!
Genç adam yanında oturan kadının anlık değişen ruh haline göre şekillenen mimiklerini izledi uzun uzun. Bazen gözleri ışıldayarak, bazen sevgiyle bazen de kızgın oluyordu. Nasıl da yakışıyordu her ruh hali, her türlü mimik yüzüne. Burçin onun kendisini izlediğini fark etmesiyle yüzünü buruşturarak;
-Ben yine çok konuştum değil mi? Hep böyle oluyor farkında olmadan çok konuşuyorum dedi.
Tuna onun konuşmasıyla daha çok gülümserken;
-Ben halimden memnunum hem bence söylediklerin anlamlıydı, kemençe çalıyor olman ayrıca dikkatimi çekti dedi.
Tuna ve Burçin o sabah bir süre daha sahilde oturup konuştuktan sonra şirkette tekrar görüşmek üzere sözleşerek ayrılmışlardı.

Yorumlar

  1. Selim şimdi beğenmiyosun ama iki güne kapısında köle olursun derinin şjclhdlhxlhxhlchlc

    YanıtlaSil
  2. Keremle zeynep nereye gidecek acaba🤔🤔🤔🤔 gittikleri yerde öpüşçekler mi acaba 😈😈😈😈

    YanıtlaSil

Yorum Gönder