İkiz Nehirler-21
Tuna ve Burçin
eşyalarını odaya bıraktıktan sonra yemeklerini yemiş birlikte bir süre etrafta
dolaşmışlardı. Tuna, Kerem ile konuştuktan sonra arkadaşının Zeynep'in yanına
gittiğini söylemişti sevgilisine. Burçin’de Zeynep’in yalnız olmadığını
öğrendikten sonra rahat bir nefes almıştı. Birlikte yan yana yürürlerken Tuna
onu kendine çekip başının üzerine bir öpücük bıraktıktan sonra;
-Üzülme bak iyiymiş
Zeynep dedi.
-Zeynep yine eskisi
gibi olacak diye korkuyorum.
-Kolay şeyler
yaşamamış.
-Hem de hiç kolay
değildi yaşadıkları neyse ki çabuk atlattı yani ben uzun yıllar bunu atlatamaz
Umay’ı kabullenemez diye düşünüyordum. Gerçek bir anne kız oldular… Zeynep
geçmişte aldığı yaralar yüzünden Kerem’e bu kadar katı yaklaşıyor zaten,
bilmiyorum neden ama Kerem’in onu üzmeyeceğine eminim.
Tuna sevgilisini
koluyla daha sıkı sararken esen akşam rüzgarından dolayı üşüdüğünü belli eden
Burçin’e gülümseyip;
-Hadi içeri geçelim
demişti.
Beraber Burçin'in
odasının önüne geldiklerinde genç kadın Tuna'ya dönüp;
-Hadi iyi geceler
dedi.
Tuna onun nasıl
tepki vereceğini kestiremediği için iki tane oda ayırtmıştı yan yana. Artık
araları düzeldiği için kendi odasına ihtiyaç olmadığı düşünmüştü ama genç
kadının iyi geceler dilemesi onu hayal kırıklığına uğratmıştı.
-Bu kadar erken mi?
Bir kahve falan ikram etseydin.
Burçin omuz silkip
kartla odasının kapısını açtıktan sonra;
-Az önce içtik ya
aşağıda, yemekte şarap üzerine kahve dedi.
Tuna gülerek
kafasını iki yana sallayıp;
-E süt içelim o
zaman dedi.
Burçin gülerek
yanağına hızla bir öpücük kondurup "İyi geceler sevgilim" dedikten
sonra odasının kapısını kapattı. Tuna ona şaşkınlıkla bakarken Burçin'de
gülerek üzerindekileri çıkarıp pijamalarını giydi. Banyoda işlerini
hallettikten sonra resepsiyonu arayıp bir şeyler istedi. Tuna ise odasına
gitmiş eşofman ve tişört giydikten sonra odada bir iki volta atmış ancak
dayanamamış Burçin'in kapısına gelmişti. Resmen başından savmıştı onu. Kulağını
kapıya dayamış içerden bir ses geliyor mu diye duymaya çalışırken kapı bir anda
açılınca irkilerek geri çekilmesine sebep olmuştu. Kadın tek kaşını kaldırmış
ona bakarken hiçbir şey söylemeden odaya geri dönmüştü. Tuna’da suçlu çocuklar
gibi onun açık bıraktığı kapıdan içeri girip ardından kapıyı kapattıktan sonra
yanına gitmişti. Burçin onun bu haline gülerken uzanıp yanağına bir öpücük
bıraktıktan sonra;
-Dayanamayıp
geleceğini biliyordum dedi.
Adam sevgilisinin
söylediğine gülümserken duyduğu kapı tıklatılma sesi ona soran gözlerle
bakmasına sebep olmuştu.
-Birini mi
bekliyordun?
Burçin “Bilmem”
deyip kapıyı açmaya giderken Tuna’da onun arkasından baktı merakla. Gidip
kapıyı açtığında görevlinin elindeki tepsiyi alıp teşekkür ettikten sonra
kapıyı kapatıp geri geldi.
-O ne?
-Süt.
Tuna gülerek onun
sehpanın üzerine bıraktığı tepsiye bakarken;
-Keşke şarap falan
deseymişim dedi.
Burçin süt
bardaklarından birini onun eline tutuşturduktan sonra gidip yatağın üzerinde
bağdaş kurup oturdu.
-Bence şansını
fazla zorlama.
Birlikte yatağın
üzerinde oturmuş sütlerini yudumlarlarken televizyondaki diziyi izlediler bir
süre. Burçin bir süre boş gözle ekrana baktıktan sonra;
-Kadını yerin
dibine sokup, aptallaştırarak sevimli olacağını mı düşünüyorlar gerçekten dedi.
Bir süredir
ekrandaki kızın sevdiği adam için tabiri caizse yaptığı maymunlukları
izliyorlardı. Adam ise gayet rahattı, herkes etrafında pervaneydi. Zeki ve
güçlü adam, karşısında da aciz sünepe bir kadın karakter vardı.
Tuna elindeki süt
bardağını komodinin üzerine bıraktıktan sonra bakışlarını ekrandan ayırmadan
konuşmaya başladı.
-Hayatım sen ne
kadar istemesen de sinirlensen de bunlar normalleştiriliyor. Evet, çok yanlış
ama toplumda böyle bir algı oluşuyor. Kadın güçsüzleştirilirken erkek bir o
kadar heybetli oluyor. Yazılan kitaplar, çekilen filmler genellikle aynı yoldan
gidiyor, bir nevi zehir aslında. Bir fikrin yayılması, bir algının oluşması
için en etkili mecra şu sihirli kutu.
-İnsanların önce
beynini uyuşturuyor, sonra düşünme yetisini alıyorlar. Tabii ki izlenmeli ama
bu işlenen konular verdikleri mesajlar çok dehşete düşürücü şeyler. Kadına
şiddeti meşrulaştıran, onları psikolojik olarak ezen, çocukları istismar eden
içerikler. Aile adı altında öyle şeyler yaşıyorlar ki bunları ciddiye alan bu
yaşantıları kendine örnek görenler var, bazen kendimi bir distopya kitabı
okuyormuş gibi hissediyorum. Sürekli konuşan bir şeyler dayatan siyasetçiler,
onları öven şu kutu, hayatımızı ele geçiren sosyal mecralar ben çok yanlış bir
dönemde doğmuşum galiba.
Adam sevgilisinin
söylediklerine gülümserken önce uzanıp kumandayı aldı ve televizyonu kapattı.
Sonra da onu kendisine çekip boynuna uzun bir öpücük bıraktı.
-Bence çok doğru
bir zamanda doğmuşsun, benim için önemli olan seni tanımış olmak mesela.
Sevgilisinin
muzipçe söylediği şeye kendisi de gülerken uzanıp dudaklarına bir öpücük
bırakmış geri çekilmek istediğinde Tuna ona engel olmuştu. Burçin heyecanla
titrek bir nefes alırken Tuna’nın da ondan farkı yoktu. Genç kadın kısa sürede
hayatında bu kadar yer tutan bu adamdan nasıl ayrılacaktı ya da ayrılabilir
miydi emin olamıyordu. Onun küçücük bir dokunuşu, davranışı Burçin’i öyle çok
heyecanlandırıyordu ki bazen onun küçücük dokunuşuna vücudunun bu denli tepki
vermesine kızıyordu genç kadın. Daha önce hiç böylesine yoğun duygular
hissettiği bir ilişkisi olmamıştı. Bunu Tuna ile yaşamak, onunla hissetmek çok
güzeldi onun için. Tuna ile tanışmadan önce yaşamasam da olur dediği her şeyi
artık onunla yaşamak istediğini fark etmişti. Dudakları yavaşça genç adamın
dudaklarından ayrıldığında yüzünde oluşan gülümseme ile bakmıştı karşısındaki
adamın gözlerine.
“…
Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz!
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz!
Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu,
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz!
Buğday tarlaları yoktu,
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz!
Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkıyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz!...”
Akşamları eşkıyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz!...”
Burçin’in gülümsemesi sevgilisinin okuduğu dizelerle daha
da genişlerken onun bıraktığı yerden kendisi devam etmişti.
“…Benim doğduğum köylerde
Kuzey rüzgârları eserdi,
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz!...”
Kuzey rüzgârları eserdi,
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz!...”
Tuna gülümseyerek
kadının dudaklarına bir öpücük daha bıraktıktan sonra “Sen yeter ki iste ben
hep öperim” dedi muzipliğini belli ederek. Genç kadın onun bu haline gülerken
uzanıp komodinin üzerindeki telefonunun alarmını kurdu sonra da örtünün altına
girip “Hadi uyuyalım” dedi. Bu sırada Tuna’da daha önce fark etmediği askılı
pijamasının açıkta bıraktığı iki omzunda da bulunan dövmeleri fark etmişti.
Burçin onun kıstığı gözleriyle omzuna bakmaya çalıştığını anladığında bu haline
burukça gülümseyip yatakta yeniden oturur pozisyona geçerken ona sırtını dönüp
rahatça görmesini sağlamıştı. İki omzunda küçük iki ayrı birer melek kanadı
vardı ve kanat başlangıç yerlerinin birinde küçük bir gözlük ve bıyık figürü
diğerinde ise yine aynı şekilde küçük dört yapraklı bir yonca vardı. Tuna bu
dövmelerin genç kadının anne ve babası ile ilgili olduğunu fark edince onu
üzdüğünü düşünüp kısık çıkan sesiyle “Özür dilerim” demişti. Burçin sevgilisine
burukça gülümseyip uzanıp yanağına bir öpücük bıraktıktan sonra “Üzülmedim, beş
yaşımdan beri fiilen yanımda değiller belki ama hayallerimde, kalbimde daima
benimleler” Burçin’in sırtı hâlâ Tuna’ya dönük olduğu için genç adam onu
arkadan sararken beraber yatağa uzanmalarını sağlamıştı. Tuna onu kendisine
daha çok çekip omzuna bir öpücük bırakırken Burçin de ona daha çok sokulmuştu.
“Bu dövme
babaannemden gizli yaptığım ilk ve son şeydir herhalde, üzülmesin diye
söylememiştim ona ama onlardan bir iz kalsın istemiştim. Sonradan gördü tabii
ama bir şey demedi. Bazen yüzleri zihnimden silinecek diye o kadar çok
korkuyorum ki babamı hep o kocaman yuvarlak çerçeve gözlükleri ve öptükçe ben,
gıdıklayan bıyıklarıyla hatırlıyorum. Annem ise babamın heybetli haline göre
daha ufak tefek bir kadındı. Babaannem anneme çok benzediğimi söyler, çok
hatırlamıyorum onları beş yaşındaydım zaten. Birkaç albüm ve video kaydı kaldı
sadece onlardan. O kaza olmasaydı acaba nasıl olurdu diye çok düşündüm çok
fazla hayal kurdum biliyor musun? Fakat zamanla onları geri getiremeyeceğimi
kabullendim zor ama doğru bir kabulleniş oldu benim için. Her anımızın
kıymetini bilmeliyiz çünkü bir gün bir bakıyorsun o anı kıymetli kılanların
hiçbiri kalmıyor, geri de getiremiyorsun sadece sende bıraktıkları anılara
sığınabiliyorsun.”
Tuna’ya babası ile
anlaşması konusunda ısrarcı olması ondan sürekli ılımlı yaklaşmasını
istemesinin sebebi de bu değil miydi zaten? Hiçbir anımızın garantisi yoktu
mutluluğumuzun da mutsuzluğumuzun da, aslında hepimizin hayatı güçlü bağlarla
sarılı gibi görünse de çok narin pamuk ipliğine bağlıydı ve hiç ummadığımız
anda kopabiliyordu bu bağlar. O kopan bağın da bir daha asla tamiri olmuyor,
gerisinde dönüşü olmayan hasarlar bırakıyordu çoğunlukla. Bu sebeple vakti
varken sıkıca sarılmalı, küçük şeyleri dert bilip gününü zehir etmemeliydi
insan.
Tuna sanki
mümkünmüş gibi onu daha sıkı sararken tepeden topladığı saçlarından açıkta
kalan ensesine dudaklarını bastırıp derin bir nefes aldıktan sonra “Seni çok
seviyorum” diye fısıldamıştı.
*
Kerem, Zeynep'in
söylediği şey ile hızla bakışlarını ona çevirirken Zeynep’te gözlerini ondan
kaçırmıştı.
-Sana bir şey yaptı
mı?
Zeynep gözlerini
sımsıkı kapatıp kafasını iki yana sallarken Kerem’de genç kadını kendisine
çekip sıkıca sarılmış onu sakinleştirmeye çalışmıştı. Bu sırada kendisini de
sakinleştirmeyi ihmal etmiyordu. O şerefsiz herif nasıl olup da onun karşısına
çıkma cesareti gösterebiliyordu ki?!
-Tamam sen sakın
sıkma canını, kimsenin seni üzmesine izin vermeyeceğim.
-Onu görünce
kendimden, onlardan bir kez daha nefret ettim.
Dudaklarından bir
hıçkırık dökülürken Kerem onu daha çok kendine çekip;
-Sen onların bu
kadar iğrenç olabileceğini bilemezdin ki, sen hiçbir şey için kendini kötü
hissetme dedi. Bu sırada onun saçlarını ve sırtını okşuyordu sakince. Zeynep
ise kendini artık sakinleştirmekten vazgeçmiş ağlaması daha da şiddetlenmişti.
İkisi de bir süre konuşmamışlar Zeynep ağlamış Kerem ise onun sakinleşmesini
beklerken sırtını ve saçlarını okşamıştı sadece.
-Allah beni
kahretsin, yapabilirim sandım. Bana yaptığı o iğrençliğe rağmen onun sunduğu
bahanelere ben sığınıp yapabilirim sandım. Ya o adam beni ikizimle aldattı. Ben
onlar yüzünden küçücük bir çocuktan aylarca nefret ettim. Halam bana o adamla
evlenme dediği halde dinlemedim onu ama ne oldu düğüne iki gün kala kardeşim
demeye utandığım o kadınla aynı yatakta yakaladım. Kendimden utandım, babamın
yüzüne bakmaktan utandım, onun bana yaptığını yutmaya çalıştım. Ya o bana…
Genç kadın hıçkıra
hıçkıra ağlarken Kerem ‘in bir yanı öfke ile kavrulurken bir yanı onu
sakinleştirebilmek için çare arıyordu. Volkan sarhoş olduğu bir gece Zeynep’in
istememesine rağmen onunla birlikte olmuş sonrasında sarhoşluğunu ve bir ay
sonra evlenecek olmalarını bahane ederek yaptığı iğrençliği örtbas etmek
istemişti. Genç kadın her ne kadar ona kabullenmiş gibi görünmüş olsa da
kabullenememişti, babasından utandığı için sesini çıkaramamıştı. O gün halası
ondaki durgunluğu fark edip biraz zorlayınca o pisliğin yaptıklarını öğrenmiş
Zeynep’e bu evliliğin olmayacağını söylemişti. Zeynep, halasından aldığı
kuvvetle evden çıkmış Volkan’ın evde olduğunu bildiği için evlendikten sonra
kalmak için tuttukları eve gitmişti. Eve vardığı karşılaştığı manzara onun için
tam anlamıyla bir kıyamet olmuştu. Volkan’ın nasıl bir pislik olduğunu
kendisine yaptığı ile anlamıştı ama Sedef’ten bu kadarını beklememişti genç
kadın. Bu denli bir ihaneti yapamaz demiş, halası ona şüphelerinden bahsettiğinde
ihtimal dahi vermemişti. Zaten canını en çok yakan da Sedef’in ona böyle bir
şey yapmış olmasıydı. O gün oradan çıktığında merdivenlerde bir an ayağının
kaymasıyla yere düşmüş sağ kaşının üstünü köşedeki sivri yere çarpmıştı. O iz
aynaya her baktığında o lanet günü hatırlatıyordu ona. İçindeki bu öfke
soğumasın, onların ihanetlerini, sana yaşattıklarını, babanı elinden alışlarını
unutma demekti o iz genç kadın için. Zeynep’in biraz sakinleştikten sonra
aklına gelenler ağlamasını yeniden arttırırken her seferinde olduğu gibi
yeniden iliklerine kadar pişmanlık hissetmişti.
Genç kadın biraz
olsun sakinleşebildiğinde bir süredir kollarında olduğu adamdan yavaşça
ayrılmış aralarındaki mesafesi çok açmadan öne eğdiği başıyla yeniden konuşmaya
başlamıştı.
-Onlar yüzünden
aylarca masum bir çocuğu suçladım, nefret ettim. Karnımdaki bebeğin katili
oldum.
Kerem bir an
zorlukla yutkundu, bunu o gece anlatmıştı ama tekrar duymak mümkünmüş gibi daha
da öfkelenmesine neden olmuştu. Zeynep’e bunları yaşattıkları için ikisinden de
nefret ediyordu. Genç kadın öne eğdiği başıyla mırıldanarak söyledikleri onu
daha çok üzerken çenesine hafifçe dokunup eğdiği kafasını kaldırmasını sağladı.
Bakışları kadının bakışlarıyla buluştuğunda onun sessizce akıttığı gözyaşlarını
sildi önce. Onun gözlerinde acı ve pişmanlık kendi gözlerinde ise salt bir
sevgi ve şefkat vardı. Genç kadının içli içli soluk alışları artarken adam da
sağ elini yanağına yerleştirip hafifçe okşamış onu sakinleştirmek istediğini
belli edecek şekilde sakince fısıldamıştı.
-Tamam bak geçti,
bir daha sana zarar veremeyecek.
O gün olanlardan
sonra Volkan ortadan kaybolmuş ardından Sedef eve geldiğinde halası onu
hırpaladıktan sonra evden atmıştı. Onlar farkında olmasa da bu olanlara babası
da şahit olmuştu ve yaşananları kalbi kaldıramamıştı. Sema ile beraber üç gün
önce gelmişlerdi düğün için ve adam Zeynep’teki durgunluğu fark etmişti ve kızı
ne kadar iyiyim dese de buna inanmamış Sema’yı sıkıştırmıştı bir şey bilip
bilmediği ile ilgili. Sema sadece evlilik konusunun yanlış verilmiş bir karar
olabileceği fikrini açmıştı abisine. Adam hiç tereddütsüz “Zeynep istemiyorsa
olmaz, söyle kendini mecbur hissetmesin” demişti. Sema sonrasında Zeynep ile
konuştuğunda dehşete düşmüş bu evlilik asla olmayacak demişti. Zeynep o dönem
kendini o kadar kötü hissediyordu ki istemediği bir ilişkiye zorlanmış hiç
haberi olmadan hamile kalmıştı, kardeşiyle o şerefsizi aynı yatakta
yakalamıştı. Babası Sedef’in yaptıklarını duyunca geçirdiği kalp krizi sonucu
ölmüştü ve bu onun ikisinden daha çok nefret etmesine neden olmuştu. Bir daha
toparlanamam deyip bir kutu ilaç içtiğinde hiç bilmeden karnındaki bebeğin de
ölümüne sebep olmuştu. “Onu gerçekten soğurabilir miydim?” diye çok düşünmüştü
genç kadın. Volkan’dan yaptığı şeyler yüzünden o kadar çok nefret ediyordu ki
onu doğuramazdım diye demişti her seferinde. Böyle bir adamla evlenmeyi
düşünmüş olmak kendisine olan öfkesini daha da artırmıştı günden güne, midesini
bulandırmıştı. Umay’ı da ona her baktığında onları hatırlayacağını düşündüğü için
başlarda istememişti. Fakat küçük kız ilginç bir şekilde onun ilacı olmuştu,
onların günahını küçücük bir çocuğa yükleyemezdi bunu yapamazdı. Yapmamıştı da,
ona sahip çıkmış annesi olmuştu. Onun korkularını kaygılarını hislerini yok
sayarak ona sahip olmaya çalışan bir adama nasıl bu kadar inanabilmişti hâlâ
aklı almıyordu. Genç kadını o gece Burçin kurtarmıştı. Onun tüm kaçmalarına
rağmen peşini bırakmamış, o gece de Zeynep'in kapısına gittiğinde kapıyı
açmaması korkutmuştu onu ve zor da olsa eve girmeyi başardığında baygın halde
koltukta yatan Zeynep'i bulmuştu. Sonrasında hastane, içilen ilaçtan dolayı
Zeynep'in karnında zehirlenip ölen bebeği öğrenmeleri… Zeynep uzun bir süre
kendini toparlayamamıştı. Yüksek lisansını son yıl dondurmuş bir süre ortaya
çıkmamıştı. Hocaları, çevresi bunu sorgulamamış ancak kimseye bir şey
söylememişti. Sadece Burçin her şeyi biliyordu ve yanından hiç ayrılmamıştı.
Derin ile de bu olaylar ortaya çıktıktan sonra tamamen kopmuşlardı zaten.
Aslında Derin, Zeynep'i okulda çok aramıştı ama ona ulaşamamıştı. Kimin
kapısını çaldıysa eli boş dönmüştü. Zeynep ise kendini her şeyden soyutlamış
haftalarca dışarı çıkmamıştı. Burçin'in zorlamasıyla bir psikiyatrdan yardım
almış ayakta kalmaya çalışmıştı. Babasını ölümü, yaşadıkları o kadar yormuştu
ki ne ayakta kalabilecek ne de bir şeyler yapabilecek gücü bulabiliyordu
kendinde. Sema ise hiç sorgulamadan, kolu kanadı kırılmış yaralı evladını her
zaman yaptığı gibi sarıp sarmalamıştı ama Zeynep'in her gün kötüye giden haline
daha fazla dayanamamış ve bir gün ona bu halden artık çıkması gerektiğini
söyleyip biraz azarlamıştı. Hayat devam ediyordu ne de olsa ve acının içinde
kendini boğmak sadece yaralarına tuz basmana neden oluyordu. Yeni yaralar alıp
daha sağlam kalkabilmek için bu kabullenilmiş çaresizliğine son vermesi
gerekiyordu. Tam her şeyin yoluna girdiğini düşünmüştü ki Sema bir gün
kucağında Umay ile gelmişti eve. Nefret ettiği o iki kişinin çocuğu... Günlerce
ondan kaçmış, suçlamış, evden gitmesini istemişti. Sema ise inatla onun evden
gitmeyeceğini söylemişti, onun tüm bağrışlarına kulak tıkamıştı. Sonuçta o bu
olanları bilse bu dünyaya gelmek ister miydi? İki kişinin günahının suçsuz bir
çocuğa yüklemek ne kadar doğruydu? Zeynep küçük kızı o zamanlar her ne kadar
istemese de, kimlikte annesi olarak yazdırmıştı kendisini. Sema bir şekilde
belgelerde annenin Zeynep görünmesini sağlamıştı. Genç kadın bu durumu çok
kurcalamadan her şeye tamam demişti. Aslında oradaki ebe sağlamış, Sema’ya
yardım etmişti. Doğum belgesinde baba adı olmadan evlilik dışı olarak anne
adında Zeynep Yılmaz yazılmasını sağlamıştı. Sema ona bunu neden yaptığını
birkaç kez sormuş ama "Zamanı gelince öğrenmesi gereken öğrenir"
cevabını almıştı sadece. Zaten sonrasında da Zeynep'in Umay'ı kabullenme evresi
başlamıştı yavaş yavaş. Genç kadın haftalarca küçük kızdan köşe bucak kaçmış
ama sonunda onun aslında hiçbir suçu olmadığını kabullenmişti.
-Ben yoruldum
artık, neden geldi çıktı karşıma. Yetmedi mi yaptıkları, daha ne istiyorlar
benden. Ondan nefret bile etmiyorum, uzak dursun bizden ben başka bir şey
istemiyorum.
-Size zarar
veremez, her nereden geldiyse oraya geri dönecek merak etme.
"Neden, kim
için hesap soracaksın?" diye sormadı Zeynep. Sorgulamaktan,
çatışmaktan, savaşmaktan yorulmuştu. Hiçbir şey söylemeden yeniden önüne eğdiği
bakışlarıyla bir süre üzerindeki battaniyeyle uğraşan parmaklarını izledi.
Kerem onun tekrar ilaç içeceğini düşünüp kahvaltı hazırlamak için yanından
kalkacağı sırada konuşmasıyla duraksamıştı.
-Senden kaçıp
kurtulmaya çalıştıkça sana doğru çekiliyorum. Tüm yaralarımı görmen benim için
iyi bir şey mi emin değilim.
Kerem ona üzgün
gözlerle bakarken uzanıp yara izine dudaklarını bastırdı. Az önce aralarında
geçen bu konuşmadan mıydı bilmiyordu ama bu dokunuş daha farklı gelmişti Zeynep’e.
Daha fazla şefkat, sevgi hissetmişti tenine dokunan dudaklarda. Belki de şu an
içinde bulunduğu duygusallıktan olmuştu bu, emin olamıyordu. Volkan ile
yaşananlardan sonra kimseyle görüşmemişti. Onun tenine değen ellerinden o kadar
çok nefret etmişti ki bir daha kimsenin ona dokunmasına izin vermeyeceğini
düşünmüştü. Fakat Kerem farklıydı dokunuşu salt şefkatten, sevgiden ibaretti.
-Ben senin
hayatının kara deliği olmak istemiyorum ki. Seni içime hapsedip orada boğmak
değil seninle orada yaşamak, beraber nefes almak istiyorum.
*
Selim havuz başında
oturmuş başı ellerinin arasında öylece düşünürken Salim’de salondaki camdan
oğlunun bu halini izliyordu.
-Günlerdir hali hâl
değil, Derin’le mi kavga etti acaba?
Karısının sesiyle
kendine gelen Salim;
-Kendi hallerine
bırakalım çözerler aralarındaki mesele ne ise dedi.
Seda huzursuz bir
şekilde "Tamam" derken Salim’de dışarıya oğlunun yanına çıkmıştı.
Oğlunun yanına oturduğunda bir süre ikisi de konuşmadılar. Sessizliği bozan
Selim olmuştu.
-İtalya'daki proje
için ben gideceğim.
Salim yanında
oturan oğluna kıstığı gözleriyle baktı bir müddet.
-Derin ile...
cümlesini tamamlayamadan Selim tekrar konuşmaya başladı.
-Derin ile bazı
şeylerde fazla aceleci davrandık galiba... Yani ben onu zorladım, bir süre birbirimizden
uzak kalırsak daha iyi olur.
-Oğlum ne oldu
birden?
-Derin ona olan
sevgimden hâlâ emin değil.
Salim şimdi
anlamıştı, oğlunun geçmişte yaptıkları şimdi ayağına dolanıyordu.
-Zamanında yediğin
hurmalar... derken genç adam buruşturduğu suratıyla babasına dönüp;
-Of baba ya! Diye
isyan etti.
-Yalan mı eşek
sıpası?
-Baba tamam ben
belki hiçbir şeyi ciddiye almadım, yakın zamana kadar sorumluluk sahibi de
olmadım ama sen de biliyorsun o yazanların çoğu yalan yanlış haberlerdi. Çoğu
benim liseden ortaokuldan arkadaşlarımdı, o kızları sizler de tanıyordunuz ama
sen de biliyorsun artık değiştim sorumluluk almaktan da kaçmıyorum. Üstelik
Derin’i ne kadar çok sevdiğimi siz de biliyorsunuz, ona bu kadar aşık olmasam
evleneceğim diye çıkar mıydım karşınıza?
Salim oğlunu
sessizce dinlemiş konuşmasının sonunda oğlunun kendisinden bir onay, destek
almayı beklediğini fark etmişti.
-Oğlum sen kendi
pencerenden baktığında tabii ki haklısın, ben senin sorumluluk almamana,
ciddiyetsizliğine kızıyordum ama bunu aştık artık çok rahat görebiliyorum. Aynı
Derin’e olan aşkını görebildiğim gibi… Aynı benim annene baktığım gibi
bakıyorsun sen de ona, sevginden ben şüphe duymuyorum ama o da kendince haklı
be oğlum. Şöyle düşün hayatında ilk defa Derin ile bu hisleri yaşayıp, tecrübe
ediyorsun ve onun senden önce birçok gençle doğru ya da yanlış adı geçmiş olsa
bu durum içinde bir kaygı oluşturmaz mı? Bak eminim onun sevgisi de en az
seninki kadar büyüktür ama şüphe çok kötü bir şey oğlum insanın içinde nokta
kadar dahi yer etmişse o zamanla beslenip kocaman bir çığa dönüşerek üzerine
yıkılabiliyor insanın. O şüpheleri de senin silmen gerekir. Eğer istiyorsan git
İtalya’ya bir müddet Derin’de sen de düşünün ama Derin’e kendini unutturma, ona
tamamen kendini kapatma. Ondan uzağa gitsen de hâlâ kalbinde olduğunu
hissettir.
Selim babasının
konuşmasını bitirdikten sonra rengini ondan aldığı gözleriyle minnetle baktı
ona. Onunla çoğu zaman çatışsa da hayattaki en kıymetli varlığının onlar
olduğunu hep hissetmişti, canı her sıkıldığında, başı her sıkıştığında koşup
onlara gelmişti yine. Babası onun bu durgunluğuna pek alışık olmadığı için
oğlunu kendisine çekip sarıldıktan sonra sırtına birkaç kez hafifçe vurmuş
“Aşık Selim’de pek mahzun oluyormuş canım” demişti muzipçe. Selim babasının
söylediğine gülerken “Tabii sana da uğraşacak malzeme lazım zaten” demiş onun
kendisine takılmasına aynı muziplikle karşılık vermişti.
*
-Derin güzel kızım
iyi misin?
Babasının sesi ile
kendine gelen genç kadın ona gülümseyip;
-İyiyim baba
demişti.
Fakat babası
kızının hiçte dediği gibi iyi olmadığının farkındaydı, günlerdir durgundu ve bu
durum gözünden kaçmamıştı adamın.
-Günlerdir güzel
gözlerin neden böyle mahzun bakıyor o zaman?
Babasının sorduğu
soru ile gözlerinin dolmasına engel olamayan genç kadına Mustafa şaşkınlıkla
baktı.
-Ne oldu şimdi,
neden ağlıyorsun?
-Ben galiba hata
yaptım.
-Selim konusunda
mı?
Derin kafasını
aşağı yukarı sallarken;
-Kafam çok karışık,
herkes bir şey söylüyor baba. Ben onu çok seviyorum ama aynı zaman da
korkuyorum dedi.
Mustafa kızının
neden bu halde olduğunun farkındaydı. Aslında başlarda kendisi de endişe duymuş
kızım üzülür mü diye çok düşünmüştü ama bu süreçte onun bu hislerinin farkında
olan ve ona güven aşılayan biri olmuştu, Selim’in babası Salim. Onun kaygılarını
fark etmiş bulduğu her fırsatta ona güven vermek için çabalamış, oğlunun
Derin’i ne kadar çok sevdiğinden bahsetmişti. Selim’in hislerine artık inanıyor
ona tereddütle yaklaşmıyordu. Kızının da sakin ve salim kafayla tekrar
düşününce doğruyu bulacağına emindi. Kızının saçlarını sakince okşadıktan sonra
uzanıp elini onun kalbine götürmüş ve gözlerinin içine bakarak konuşmaya
başlamıştı.
-Güzel kızım önemli
olan buranın ne söylediği değil mi? Herkes bir şeyler der ama bu hayat senin,
bu sebeple de senin ve burasının ne istediği önemli. Sana o lafları söyleyenler
başkalarının hayatları hakkında konuşmayı seven, kendi hayatlarını yönetemeyen
insanlar. Bu insanların söyledikleriyle mi ölçeceksin Selim’in sevgisinin
büyüklüğünü?
*
-Merhaba, ben Derin
Hanım ile görüşecektim, Salim derseniz tanır kendisi.
-Tabi bekleyin
biraz ben Derin hocaya haber vereyim.
Salim güvenlik
görevlisinin Derin’e haber vermesini beklerken bir yandan da okulu incelemişti
dışarıdan. Bahçeyi saran duvarlara ünlü ressamların tablolarının öğrenciler
tarafından çizilmiş hallerini incelemişti bir kez daha. Daha öncesinde Derin’in
babası ile görüşmek için iki kez gelmiş ve çok beğenmişti okulu. Mustafa her
şeyiyle kendi ilgilendiğinden bahsetmiş her aşamasını büyük zevkle anlatmıştı.
Uzun yıllardır burada öğretmenlik yapıyordu ve Derin’de mezun olduktan sonra
kamu sınavına girince önce şark görevi nedeniyle ataması Van’a olmuş ardından
görevi bitince babasının olduğu okula gelmişti. Mustafa çiçekleri sevdiğini
burada da belli ederken bu defa okulun bahçesinde çiçek değil de meyve sebze
yetiştirmişti ama bunu kendi yapmamış çocuklardan istemişti. Her sınıf için
belli bir gün belirlemiş onların topraktan kopmaması için mevsimine göre meyve
sebze dikimlerinde görevlendirmişti. Okul bahçesinin bir kısmında bu bitkiler
diğer tarafta basketbol potaları ve birkaç kamelya vardı. Salim etrafı izlemeye
devam ederken bir müddet sonra Derin’de yanına gelmişti.
-Hoş geldiniz,
nasılsınız?
-İyiyim güzel
kızım, sen nasılsın?
-Ben de iyiyim.
Birlikte güzel
havadan dolayı dışarıdaki çardaklardan birine otururlarken, Derin oturmadan
önce kendilerine iki tane kahve istemişti. Kahveleri geldikten sonra bir müddet
gündelik şeylerden konuşmuşlar sonunda konu Salim’in isteğiyle Selim’e
gelmişti. Genç kadın konu Selim’e gelince suskunlaşmış bu durum karşısındaki
adamın gözünden kaçmamıştı.
-Seda’yı ilk
gördüğümde bu kadınla evlenmeliyim demiştim. Aramızda kalsın Selim’in bu zıpır
halleri bana benzemiş. Yani gençlikte, evlenmeden önce, ben de onun gibiydim
kızlarla çok arkadaşlık ederdim. Sonra babamların da münasip görmesiyle evlilik
kararı alındı, ben tabii dünden razıyım. Seda’nın da gönlü var ama gel gör ki
yakın civar benim kızlarla olan arkadaşlıklarımı ve bana güven olmayacağını
konuşuyor. Ben seni seviyorum dedikçe bir bahane buldu, iki yıl boyunca o kaçtı
ben kovaladım. Sonunda ikna oldu ve biz evlendik. Anlayacağın olan bizim iki
yıla oldu. Zamanla Seda’da anladı bunu tabi boşuna kaygılanıp korkmuşum, şüphe
duymuşum dedi. O zamanlar çok dil döktüm ama inandıramadım onu, insan bazen
inanmak istese de başarılı olamıyor. Etrafındaki seslere kulak tıkamayı
başaramıyor ama o sırada zaman da akıp gidiyor. Diyeceğim o ki akıp giden
zamanı unutma güzel kızım küçük şeylerin aranızda sorun olmasına müsaade
etmeyin. Birbirinizi ne kadar çok sevdiğiniz gözlerinizin içinden belli, sana
oğlumu savunmuyorum haytalık yaptı zamanında ama emin ol hepsi geride kaldı.
Derin bir şey
söylemeden sessizce karşısındaki adamı dinlemiş bir süre masanın üzerine düşmüş
olan yaprakla uğraşmıştı.
-Ben Selim’i çok
seviyorum ama söylenenler, yazılanlar aklımı çok karıştırıyor. Biz biraz acele
ettik galiba…
Salim onun üzerine
daha fazla gitmemek için bir şey söylememiş bakışlarıyla onu anlayabildiğini
beli etmişti. Adam kahvesini bitirdikten sonra müsaade isteyip okuldan
ayrılırken Derin’de onun arkasından bir süre daha düşündü. Salim laf arasında
Selim’in İtalya'ya gideceğini söylemişti. Sıkıntıyla yüzünü sıvazlarken yanına
gelen İbrahim ile düşüncülerinden sıyrıldı.
-Hocam iyi misiniz?
Derin ona gülümseyip;
-İyiyim canım, sen
nasılsın? Antrenman var mı bugün? Diye sordu.
-Yok, bugün
gitmeyeceğim.
İbrahim bir süre
sessiz kaldıktan sonra aklındaki soruyu yöneltti öğretmenine;
-Selim abi ile bir
şey mi oldu?
-Hayır, sadece
biraz yoğun bu ara.
İbrahim anladım der
gibi kafasını hafifçe aşağı yukarı sallasa da içten içe inanmıyordu yanındaki
kadına çünkü onun ne kadar üzgün ve düşünceli olduğunu görüyordu.
*
Sadece çatal bıçak
seslerinin duyulduğu masada kimseden ses çıkmadı bir süre. Burak kahvaltısını
bitirdikten sonra peçeteye ağzını silip;
-Afiyet olsun demiş
ve masadan kalkmıştı ancak duyduğu ses salondan çıkmasına engel olmuştu.
-O kızla görüşmeyi
artık kesmeni istiyorum.
Burak derin bir
nefes alıp bir süre anne ve babasına sırtı dönük kaldı. Sonunda cesaretini
toplayabildiğinde arkasına dönmüş konuşmaya başlamıştı.
-O kızın bir adı
var; Ahu. Ayrıca o benim karım.
Annesi şaşkınlıkla
ona bakarken babası bir an oğlunun söylediğini algılayamadı. Bu çocuk delirmiş
olmalıydı, daha iki gün önce tanıdığı kız ile evlenmekte ne oluyordu. Üstelik
kız daha 18 yaşındaydı ve ailesine yakışacak biri de değildi. Boran'ın babası
Fuat sinirle elindeki çatal bıçağı bırakıp ayağa kalktıktan sonra;
-Sen ne dediğinin
farkında mısın? Ne demek evlenmek, kime sordun da böyle bir kara aldın? Dedi.
Burak ise sinirden
kızarmış çehresiyle karşısındaki adama bakarken işaret parmağıyla kendi kalbini
gösterip;
-Kalbime sordum
baba! Senin yıllar önce yaptığın gibi ben de kalbime sordum! Sakın tek kelime
etmeyin. Ben yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim dedi.
Fuat oğlunun
söyledikleriyle bir an duraksasa da sonrasında kendinden emin bir halde;
-O zaman bu
kararının bedelini ödemeyi de bileceksin. Benim sana sağladığım ne varsa
hepsini bırak ve çık bu evden. Bakalım bunlardan vazgeçtiğinde hâlâ sevgili
karın yanında olacak mı?!

Yorumlar
Yorum Gönder