İkiz Nehirler-21



Tuna ve Burçin eşyalarını odaya bıraktıktan sonra yemeklerini yemiş birlikte bir süre etrafta dolaşmışlardı. Tuna, Kerem ile konuştuktan sonra arkadaşının Zeynep'in yanına gittiğini söylemişti sevgilisine. Burçin’de Zeynep’in yalnız olmadığını öğrendikten sonra rahat bir nefes almıştı. Birlikte yan yana yürürlerken Tuna onu kendine çekip başının üzerine bir öpücük bıraktıktan sonra;
-Üzülme bak iyiymiş Zeynep dedi.
-Zeynep yine eskisi gibi olacak diye korkuyorum.
-Kolay şeyler yaşamamış.
-Hem de hiç kolay değildi yaşadıkları neyse ki çabuk atlattı yani ben uzun yıllar bunu atlatamaz Umay’ı kabullenemez diye düşünüyordum. Gerçek bir anne kız oldular… Zeynep geçmişte aldığı yaralar yüzünden Kerem’e bu kadar katı yaklaşıyor zaten, bilmiyorum neden ama Kerem’in onu üzmeyeceğine eminim.
Tuna sevgilisini koluyla daha sıkı sararken esen akşam rüzgarından dolayı üşüdüğünü belli eden Burçin’e gülümseyip;
-Hadi içeri geçelim demişti.
Beraber Burçin'in odasının önüne geldiklerinde genç kadın Tuna'ya dönüp;
-Hadi iyi geceler dedi.
Tuna onun nasıl tepki vereceğini kestiremediği için iki tane oda ayırtmıştı yan yana. Artık araları düzeldiği için kendi odasına ihtiyaç olmadığı düşünmüştü ama genç kadının iyi geceler dilemesi onu hayal kırıklığına uğratmıştı.
-Bu kadar erken mi? Bir kahve falan ikram etseydin.
Burçin omuz silkip kartla odasının kapısını açtıktan sonra;
-Az önce içtik ya aşağıda, yemekte şarap üzerine kahve dedi.
Tuna gülerek kafasını iki yana sallayıp;
-E süt içelim o zaman dedi.
Burçin gülerek yanağına hızla bir öpücük kondurup "İyi geceler sevgilim" dedikten sonra odasının kapısını kapattı. Tuna ona şaşkınlıkla bakarken Burçin'de gülerek üzerindekileri çıkarıp pijamalarını giydi. Banyoda işlerini hallettikten sonra resepsiyonu arayıp bir şeyler istedi. Tuna ise odasına gitmiş eşofman ve tişört giydikten sonra odada bir iki volta atmış ancak dayanamamış Burçin'in kapısına gelmişti. Resmen başından savmıştı onu. Kulağını kapıya dayamış içerden bir ses geliyor mu diye duymaya çalışırken kapı bir anda açılınca irkilerek geri çekilmesine sebep olmuştu. Kadın tek kaşını kaldırmış ona bakarken hiçbir şey söylemeden odaya geri dönmüştü. Tuna’da suçlu çocuklar gibi onun açık bıraktığı kapıdan içeri girip ardından kapıyı kapattıktan sonra yanına gitmişti. Burçin onun bu haline gülerken uzanıp yanağına bir öpücük bıraktıktan sonra;
-Dayanamayıp geleceğini biliyordum dedi.
Adam sevgilisinin söylediğine gülümserken duyduğu kapı tıklatılma sesi ona soran gözlerle bakmasına sebep olmuştu.
-Birini mi bekliyordun?
Burçin “Bilmem” deyip kapıyı açmaya giderken Tuna’da onun arkasından baktı merakla. Gidip kapıyı açtığında görevlinin elindeki tepsiyi alıp teşekkür ettikten sonra kapıyı kapatıp geri geldi.
-O ne?
-Süt.
Tuna gülerek onun sehpanın üzerine bıraktığı tepsiye bakarken;
-Keşke şarap falan deseymişim dedi.
Burçin süt bardaklarından birini onun eline tutuşturduktan sonra gidip yatağın üzerinde bağdaş kurup oturdu.
-Bence şansını fazla zorlama.
Birlikte yatağın üzerinde oturmuş sütlerini yudumlarlarken televizyondaki diziyi izlediler bir süre. Burçin bir süre boş gözle ekrana baktıktan sonra;
-Kadını yerin dibine sokup, aptallaştırarak sevimli olacağını mı düşünüyorlar gerçekten dedi.
Bir süredir ekrandaki kızın sevdiği adam için tabiri caizse yaptığı maymunlukları izliyorlardı. Adam ise gayet rahattı, herkes etrafında pervaneydi. Zeki ve güçlü adam, karşısında da aciz sünepe bir kadın karakter vardı.
Tuna elindeki süt bardağını komodinin üzerine bıraktıktan sonra bakışlarını ekrandan ayırmadan konuşmaya başladı.
-Hayatım sen ne kadar istemesen de sinirlensen de bunlar normalleştiriliyor. Evet, çok yanlış ama toplumda böyle bir algı oluşuyor. Kadın güçsüzleştirilirken erkek bir o kadar heybetli oluyor. Yazılan kitaplar, çekilen filmler genellikle aynı yoldan gidiyor, bir nevi zehir aslında. Bir fikrin yayılması, bir algının oluşması için en etkili mecra şu sihirli kutu.
-İnsanların önce beynini uyuşturuyor, sonra düşünme yetisini alıyorlar. Tabii ki izlenmeli ama bu işlenen konular verdikleri mesajlar çok dehşete düşürücü şeyler. Kadına şiddeti meşrulaştıran, onları psikolojik olarak ezen, çocukları istismar eden içerikler. Aile adı altında öyle şeyler yaşıyorlar ki bunları ciddiye alan bu yaşantıları kendine örnek görenler var, bazen kendimi bir distopya kitabı okuyormuş gibi hissediyorum. Sürekli konuşan bir şeyler dayatan siyasetçiler, onları öven şu kutu, hayatımızı ele geçiren sosyal mecralar ben çok yanlış bir dönemde doğmuşum galiba.
Adam sevgilisinin söylediklerine gülümserken önce uzanıp kumandayı aldı ve televizyonu kapattı. Sonra da onu kendisine çekip boynuna uzun bir öpücük bıraktı.
-Bence çok doğru bir zamanda doğmuşsun, benim için önemli olan seni tanımış olmak mesela.
Sevgilisinin muzipçe söylediği şeye kendisi de gülerken uzanıp dudaklarına bir öpücük bırakmış geri çekilmek istediğinde Tuna ona engel olmuştu. Burçin heyecanla titrek bir nefes alırken Tuna’nın da ondan farkı yoktu. Genç kadın kısa sürede hayatında bu kadar yer tutan bu adamdan nasıl ayrılacaktı ya da ayrılabilir miydi emin olamıyordu. Onun küçücük bir dokunuşu, davranışı Burçin’i öyle çok heyecanlandırıyordu ki bazen onun küçücük dokunuşuna vücudunun bu denli tepki vermesine kızıyordu genç kadın. Daha önce hiç böylesine yoğun duygular hissettiği bir ilişkisi olmamıştı. Bunu Tuna ile yaşamak, onunla hissetmek çok güzeldi onun için. Tuna ile tanışmadan önce yaşamasam da olur dediği her şeyi artık onunla yaşamak istediğini fark etmişti. Dudakları yavaşça genç adamın dudaklarından ayrıldığında yüzünde oluşan gülümseme ile bakmıştı karşısındaki adamın gözlerine.

“…
Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz!
Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu,
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz!
Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkıyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz!...”

Burçin’in gülümsemesi sevgilisinin okuduğu dizelerle daha da genişlerken onun bıraktığı yerden kendisi devam etmişti.
“…Benim doğduğum köylerde
Kuzey rüzgârları eserdi,
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz!...”
Tuna gülümseyerek kadının dudaklarına bir öpücük daha bıraktıktan sonra “Sen yeter ki iste ben hep öperim” dedi muzipliğini belli ederek. Genç kadın onun bu haline gülerken uzanıp komodinin üzerindeki telefonunun alarmını kurdu sonra da örtünün altına girip “Hadi uyuyalım” dedi. Bu sırada Tuna’da daha önce fark etmediği askılı pijamasının açıkta bıraktığı iki omzunda da bulunan dövmeleri fark etmişti. Burçin onun kıstığı gözleriyle omzuna bakmaya çalıştığını anladığında bu haline burukça gülümseyip yatakta yeniden oturur pozisyona geçerken ona sırtını dönüp rahatça görmesini sağlamıştı. İki omzunda küçük iki ayrı birer melek kanadı vardı ve kanat başlangıç yerlerinin birinde küçük bir gözlük ve bıyık figürü diğerinde ise yine aynı şekilde küçük dört yapraklı bir yonca vardı. Tuna bu dövmelerin genç kadının anne ve babası ile ilgili olduğunu fark edince onu üzdüğünü düşünüp kısık çıkan sesiyle “Özür dilerim” demişti. Burçin sevgilisine burukça gülümseyip uzanıp yanağına bir öpücük bıraktıktan sonra “Üzülmedim, beş yaşımdan beri fiilen yanımda değiller belki ama hayallerimde, kalbimde daima benimleler” Burçin’in sırtı hâlâ Tuna’ya dönük olduğu için genç adam onu arkadan sararken beraber yatağa uzanmalarını sağlamıştı. Tuna onu kendisine daha çok çekip omzuna bir öpücük bırakırken Burçin de ona daha çok sokulmuştu.
“Bu dövme babaannemden gizli yaptığım ilk ve son şeydir herhalde, üzülmesin diye söylememiştim ona ama onlardan bir iz kalsın istemiştim. Sonradan gördü tabii ama bir şey demedi. Bazen yüzleri zihnimden silinecek diye o kadar çok korkuyorum ki babamı hep o kocaman yuvarlak çerçeve gözlükleri ve öptükçe ben, gıdıklayan bıyıklarıyla hatırlıyorum. Annem ise babamın heybetli haline göre daha ufak tefek bir kadındı. Babaannem anneme çok benzediğimi söyler, çok hatırlamıyorum onları beş yaşındaydım zaten. Birkaç albüm ve video kaydı kaldı sadece onlardan. O kaza olmasaydı acaba nasıl olurdu diye çok düşündüm çok fazla hayal kurdum biliyor musun? Fakat zamanla onları geri getiremeyeceğimi kabullendim zor ama doğru bir kabulleniş oldu benim için. Her anımızın kıymetini bilmeliyiz çünkü bir gün bir bakıyorsun o anı kıymetli kılanların hiçbiri kalmıyor, geri de getiremiyorsun sadece sende bıraktıkları anılara sığınabiliyorsun.”
Tuna’ya babası ile anlaşması konusunda ısrarcı olması ondan sürekli ılımlı yaklaşmasını istemesinin sebebi de bu değil miydi zaten? Hiçbir anımızın garantisi yoktu mutluluğumuzun da mutsuzluğumuzun da, aslında hepimizin hayatı güçlü bağlarla sarılı gibi görünse de çok narin pamuk ipliğine bağlıydı ve hiç ummadığımız anda kopabiliyordu bu bağlar. O kopan bağın da bir daha asla tamiri olmuyor, gerisinde dönüşü olmayan hasarlar bırakıyordu çoğunlukla. Bu sebeple vakti varken sıkıca sarılmalı, küçük şeyleri dert bilip gününü zehir etmemeliydi insan.
Tuna sanki mümkünmüş gibi onu daha sıkı sararken tepeden topladığı saçlarından açıkta kalan ensesine dudaklarını bastırıp derin bir nefes aldıktan sonra “Seni çok seviyorum” diye fısıldamıştı.

*
Kerem, Zeynep'in söylediği şey ile hızla bakışlarını ona çevirirken Zeynep’te gözlerini ondan kaçırmıştı.
-Sana bir şey yaptı mı?
Zeynep gözlerini sımsıkı kapatıp kafasını iki yana sallarken Kerem’de genç kadını kendisine çekip sıkıca sarılmış onu sakinleştirmeye çalışmıştı. Bu sırada kendisini de sakinleştirmeyi ihmal etmiyordu. O şerefsiz herif nasıl olup da onun karşısına çıkma cesareti gösterebiliyordu ki?!
-Tamam sen sakın sıkma canını, kimsenin seni üzmesine izin vermeyeceğim.
-Onu görünce kendimden, onlardan bir kez daha nefret ettim.
Dudaklarından bir hıçkırık dökülürken Kerem onu daha çok kendine çekip;
-Sen onların bu kadar iğrenç olabileceğini bilemezdin ki, sen hiçbir şey için kendini kötü hissetme dedi. Bu sırada onun saçlarını ve sırtını okşuyordu sakince. Zeynep ise kendini artık sakinleştirmekten vazgeçmiş ağlaması daha da şiddetlenmişti. İkisi de bir süre konuşmamışlar Zeynep ağlamış Kerem ise onun sakinleşmesini beklerken sırtını ve saçlarını okşamıştı sadece.
-Allah beni kahretsin, yapabilirim sandım. Bana yaptığı o iğrençliğe rağmen onun sunduğu bahanelere ben sığınıp yapabilirim sandım. Ya o adam beni ikizimle aldattı. Ben onlar yüzünden küçücük bir çocuktan aylarca nefret ettim. Halam bana o adamla evlenme dediği halde dinlemedim onu ama ne oldu düğüne iki gün kala kardeşim demeye utandığım o kadınla aynı yatakta yakaladım. Kendimden utandım, babamın yüzüne bakmaktan utandım, onun bana yaptığını yutmaya çalıştım. Ya o bana…
Genç kadın hıçkıra hıçkıra ağlarken Kerem ‘in bir yanı öfke ile kavrulurken bir yanı onu sakinleştirebilmek için çare arıyordu. Volkan sarhoş olduğu bir gece Zeynep’in istememesine rağmen onunla birlikte olmuş sonrasında sarhoşluğunu ve bir ay sonra evlenecek olmalarını bahane ederek yaptığı iğrençliği örtbas etmek istemişti. Genç kadın her ne kadar ona kabullenmiş gibi görünmüş olsa da kabullenememişti, babasından utandığı için sesini çıkaramamıştı. O gün halası ondaki durgunluğu fark edip biraz zorlayınca o pisliğin yaptıklarını öğrenmiş Zeynep’e bu evliliğin olmayacağını söylemişti. Zeynep, halasından aldığı kuvvetle evden çıkmış Volkan’ın evde olduğunu bildiği için evlendikten sonra kalmak için tuttukları eve gitmişti. Eve vardığı karşılaştığı manzara onun için tam anlamıyla bir kıyamet olmuştu. Volkan’ın nasıl bir pislik olduğunu kendisine yaptığı ile anlamıştı ama Sedef’ten bu kadarını beklememişti genç kadın. Bu denli bir ihaneti yapamaz demiş, halası ona şüphelerinden bahsettiğinde ihtimal dahi vermemişti. Zaten canını en çok yakan da Sedef’in ona böyle bir şey yapmış olmasıydı. O gün oradan çıktığında merdivenlerde bir an ayağının kaymasıyla yere düşmüş sağ kaşının üstünü köşedeki sivri yere çarpmıştı. O iz aynaya her baktığında o lanet günü hatırlatıyordu ona. İçindeki bu öfke soğumasın, onların ihanetlerini, sana yaşattıklarını, babanı elinden alışlarını unutma demekti o iz genç kadın için. Zeynep’in biraz sakinleştikten sonra aklına gelenler ağlamasını yeniden arttırırken her seferinde olduğu gibi yeniden iliklerine kadar pişmanlık hissetmişti.
Genç kadın biraz olsun sakinleşebildiğinde bir süredir kollarında olduğu adamdan yavaşça ayrılmış aralarındaki mesafesi çok açmadan öne eğdiği başıyla yeniden konuşmaya başlamıştı. 
-Onlar yüzünden aylarca masum bir çocuğu suçladım, nefret ettim. Karnımdaki bebeğin katili oldum.
Kerem bir an zorlukla yutkundu, bunu o gece anlatmıştı ama tekrar duymak mümkünmüş gibi daha da öfkelenmesine neden olmuştu. Zeynep’e bunları yaşattıkları için ikisinden de nefret ediyordu. Genç kadın öne eğdiği başıyla mırıldanarak söyledikleri onu daha çok üzerken çenesine hafifçe dokunup eğdiği kafasını kaldırmasını sağladı. Bakışları kadının bakışlarıyla buluştuğunda onun sessizce akıttığı gözyaşlarını sildi önce. Onun gözlerinde acı ve pişmanlık kendi gözlerinde ise salt bir sevgi ve şefkat vardı. Genç kadının içli içli soluk alışları artarken adam da sağ elini yanağına yerleştirip hafifçe okşamış onu sakinleştirmek istediğini belli edecek şekilde sakince fısıldamıştı.
-Tamam bak geçti, bir daha sana zarar veremeyecek.
O gün olanlardan sonra Volkan ortadan kaybolmuş ardından Sedef eve geldiğinde halası onu hırpaladıktan sonra evden atmıştı. Onlar farkında olmasa da bu olanlara babası da şahit olmuştu ve yaşananları kalbi kaldıramamıştı. Sema ile beraber üç gün önce gelmişlerdi düğün için ve adam Zeynep’teki durgunluğu fark etmişti ve kızı ne kadar iyiyim dese de buna inanmamış Sema’yı sıkıştırmıştı bir şey bilip bilmediği ile ilgili. Sema sadece evlilik konusunun yanlış verilmiş bir karar olabileceği fikrini açmıştı abisine. Adam hiç tereddütsüz “Zeynep istemiyorsa olmaz, söyle kendini mecbur hissetmesin” demişti. Sema sonrasında Zeynep ile konuştuğunda dehşete düşmüş bu evlilik asla olmayacak demişti. Zeynep o dönem kendini o kadar kötü hissediyordu ki istemediği bir ilişkiye zorlanmış hiç haberi olmadan hamile kalmıştı, kardeşiyle o şerefsizi aynı yatakta yakalamıştı. Babası Sedef’in yaptıklarını duyunca geçirdiği kalp krizi sonucu ölmüştü ve bu onun ikisinden daha çok nefret etmesine neden olmuştu. Bir daha toparlanamam deyip bir kutu ilaç içtiğinde hiç bilmeden karnındaki bebeğin de ölümüne sebep olmuştu. “Onu gerçekten soğurabilir miydim?” diye çok düşünmüştü genç kadın. Volkan’dan yaptığı şeyler yüzünden o kadar çok nefret ediyordu ki onu doğuramazdım diye demişti her seferinde. Böyle bir adamla evlenmeyi düşünmüş olmak kendisine olan öfkesini daha da artırmıştı günden güne, midesini bulandırmıştı. Umay’ı da ona her baktığında onları hatırlayacağını düşündüğü için başlarda istememişti. Fakat küçük kız ilginç bir şekilde onun ilacı olmuştu, onların günahını küçücük bir çocuğa yükleyemezdi bunu yapamazdı. Yapmamıştı da, ona sahip çıkmış annesi olmuştu. Onun korkularını kaygılarını hislerini yok sayarak ona sahip olmaya çalışan bir adama nasıl bu kadar inanabilmişti hâlâ aklı almıyordu. Genç kadını o gece Burçin kurtarmıştı. Onun tüm kaçmalarına rağmen peşini bırakmamış, o gece de Zeynep'in kapısına gittiğinde kapıyı açmaması korkutmuştu onu ve zor da olsa eve girmeyi başardığında baygın halde koltukta yatan Zeynep'i bulmuştu. Sonrasında hastane, içilen ilaçtan dolayı Zeynep'in karnında zehirlenip ölen bebeği öğrenmeleri… Zeynep uzun bir süre kendini toparlayamamıştı. Yüksek lisansını son yıl dondurmuş bir süre ortaya çıkmamıştı. Hocaları, çevresi bunu sorgulamamış ancak kimseye bir şey söylememişti. Sadece Burçin her şeyi biliyordu ve yanından hiç ayrılmamıştı. Derin ile de bu olaylar ortaya çıktıktan sonra tamamen kopmuşlardı zaten. Aslında Derin, Zeynep'i okulda çok aramıştı ama ona ulaşamamıştı. Kimin kapısını çaldıysa eli boş dönmüştü. Zeynep ise kendini her şeyden soyutlamış haftalarca dışarı çıkmamıştı. Burçin'in zorlamasıyla bir psikiyatrdan yardım almış ayakta kalmaya çalışmıştı. Babasını ölümü, yaşadıkları o kadar yormuştu ki ne ayakta kalabilecek ne de bir şeyler yapabilecek gücü bulabiliyordu kendinde. Sema ise hiç sorgulamadan, kolu kanadı kırılmış yaralı evladını her zaman yaptığı gibi sarıp sarmalamıştı ama Zeynep'in her gün kötüye giden haline daha fazla dayanamamış ve bir gün ona bu halden artık çıkması gerektiğini söyleyip biraz azarlamıştı. Hayat devam ediyordu ne de olsa ve acının içinde kendini boğmak sadece yaralarına tuz basmana neden oluyordu. Yeni yaralar alıp daha sağlam kalkabilmek için bu kabullenilmiş çaresizliğine son vermesi gerekiyordu. Tam her şeyin yoluna girdiğini düşünmüştü ki Sema bir gün kucağında Umay ile gelmişti eve. Nefret ettiği o iki kişinin çocuğu... Günlerce ondan kaçmış, suçlamış, evden gitmesini istemişti. Sema ise inatla onun evden gitmeyeceğini söylemişti, onun tüm bağrışlarına kulak tıkamıştı. Sonuçta o bu olanları bilse bu dünyaya gelmek ister miydi? İki kişinin günahının suçsuz bir çocuğa yüklemek ne kadar doğruydu? Zeynep küçük kızı o zamanlar her ne kadar istemese de, kimlikte annesi olarak yazdırmıştı kendisini. Sema bir şekilde belgelerde annenin Zeynep görünmesini sağlamıştı. Genç kadın bu durumu çok kurcalamadan her şeye tamam demişti. Aslında oradaki ebe sağlamış, Sema’ya yardım etmişti. Doğum belgesinde baba adı olmadan evlilik dışı olarak anne adında Zeynep Yılmaz yazılmasını sağlamıştı. Sema ona bunu neden yaptığını birkaç kez sormuş ama "Zamanı gelince öğrenmesi gereken öğrenir" cevabını almıştı sadece. Zaten sonrasında da Zeynep'in Umay'ı kabullenme evresi başlamıştı yavaş yavaş. Genç kadın haftalarca küçük kızdan köşe bucak kaçmış ama sonunda onun aslında hiçbir suçu olmadığını kabullenmişti.
-Ben yoruldum artık, neden geldi çıktı karşıma. Yetmedi mi yaptıkları, daha ne istiyorlar benden. Ondan nefret bile etmiyorum, uzak dursun bizden ben başka bir şey istemiyorum.
-Size zarar veremez, her nereden geldiyse oraya geri dönecek merak etme.
"Neden, kim için hesap soracaksın?" diye sormadı Zeynep. Sorgulamaktan, çatışmaktan, savaşmaktan yorulmuştu. Hiçbir şey söylemeden yeniden önüne eğdiği bakışlarıyla bir süre üzerindeki battaniyeyle uğraşan parmaklarını izledi. Kerem onun tekrar ilaç içeceğini düşünüp kahvaltı hazırlamak için yanından kalkacağı sırada konuşmasıyla duraksamıştı. 
-Senden kaçıp kurtulmaya çalıştıkça sana doğru çekiliyorum. Tüm yaralarımı görmen benim için iyi bir şey mi emin değilim.
Kerem ona üzgün gözlerle bakarken uzanıp yara izine dudaklarını bastırdı. Az önce aralarında geçen bu konuşmadan mıydı bilmiyordu ama bu dokunuş daha farklı gelmişti Zeynep’e. Daha fazla şefkat, sevgi hissetmişti tenine dokunan dudaklarda. Belki de şu an içinde bulunduğu duygusallıktan olmuştu bu, emin olamıyordu. Volkan ile yaşananlardan sonra kimseyle görüşmemişti. Onun tenine değen ellerinden o kadar çok nefret etmişti ki bir daha kimsenin ona dokunmasına izin vermeyeceğini düşünmüştü. Fakat Kerem farklıydı dokunuşu salt şefkatten, sevgiden ibaretti.
-Ben senin hayatının kara deliği olmak istemiyorum ki. Seni içime hapsedip orada boğmak değil seninle orada yaşamak, beraber nefes almak istiyorum.

*
Selim havuz başında oturmuş başı ellerinin arasında öylece düşünürken Salim’de salondaki camdan oğlunun bu halini izliyordu.
-Günlerdir hali hâl değil, Derin’le mi kavga etti acaba?
Karısının sesiyle kendine gelen Salim;
-Kendi hallerine bırakalım çözerler aralarındaki mesele ne ise dedi.
Seda huzursuz bir şekilde "Tamam" derken Salim’de dışarıya oğlunun yanına çıkmıştı. Oğlunun yanına oturduğunda bir süre ikisi de konuşmadılar. Sessizliği bozan Selim olmuştu.
-İtalya'daki proje için ben gideceğim.
Salim yanında oturan oğluna kıstığı gözleriyle baktı bir müddet.
-Derin ile... cümlesini tamamlayamadan Selim tekrar konuşmaya başladı.
-Derin ile bazı şeylerde fazla aceleci davrandık galiba... Yani ben onu zorladım, bir süre birbirimizden uzak kalırsak daha iyi olur.
-Oğlum ne oldu birden?
-Derin ona olan sevgimden hâlâ emin değil.
Salim şimdi anlamıştı, oğlunun geçmişte yaptıkları şimdi ayağına dolanıyordu.
-Zamanında yediğin hurmalar... derken genç adam buruşturduğu suratıyla babasına dönüp;
-Of baba ya! Diye isyan etti.
-Yalan mı eşek sıpası?
-Baba tamam ben belki hiçbir şeyi ciddiye almadım, yakın zamana kadar sorumluluk sahibi de olmadım ama sen de biliyorsun o yazanların çoğu yalan yanlış haberlerdi. Çoğu benim liseden ortaokuldan arkadaşlarımdı, o kızları sizler de tanıyordunuz ama sen de biliyorsun artık değiştim sorumluluk almaktan da kaçmıyorum. Üstelik Derin’i ne kadar çok sevdiğimi siz de biliyorsunuz, ona bu kadar aşık olmasam evleneceğim diye çıkar mıydım karşınıza?
Salim oğlunu sessizce dinlemiş konuşmasının sonunda oğlunun kendisinden bir onay, destek almayı beklediğini fark etmişti.
-Oğlum sen kendi pencerenden baktığında tabii ki haklısın, ben senin sorumluluk almamana, ciddiyetsizliğine kızıyordum ama bunu aştık artık çok rahat görebiliyorum. Aynı Derin’e olan aşkını görebildiğim gibi… Aynı benim annene baktığım gibi bakıyorsun sen de ona, sevginden ben şüphe duymuyorum ama o da kendince haklı be oğlum. Şöyle düşün hayatında ilk defa Derin ile bu hisleri yaşayıp, tecrübe ediyorsun ve onun senden önce birçok gençle doğru ya da yanlış adı geçmiş olsa bu durum içinde bir kaygı oluşturmaz mı? Bak eminim onun sevgisi de en az seninki kadar büyüktür ama şüphe çok kötü bir şey oğlum insanın içinde nokta kadar dahi yer etmişse o zamanla beslenip kocaman bir çığa dönüşerek üzerine yıkılabiliyor insanın. O şüpheleri de senin silmen gerekir. Eğer istiyorsan git İtalya’ya bir müddet Derin’de sen de düşünün ama Derin’e kendini unutturma, ona tamamen kendini kapatma. Ondan uzağa gitsen de hâlâ kalbinde olduğunu hissettir.
Selim babasının konuşmasını bitirdikten sonra rengini ondan aldığı gözleriyle minnetle baktı ona. Onunla çoğu zaman çatışsa da hayattaki en kıymetli varlığının onlar olduğunu hep hissetmişti, canı her sıkıldığında, başı her sıkıştığında koşup onlara gelmişti yine. Babası onun bu durgunluğuna pek alışık olmadığı için oğlunu kendisine çekip sarıldıktan sonra sırtına birkaç kez hafifçe vurmuş “Aşık Selim’de pek mahzun oluyormuş canım” demişti muzipçe. Selim babasının söylediğine gülerken “Tabii sana da uğraşacak malzeme lazım zaten” demiş onun kendisine takılmasına aynı muziplikle karşılık vermişti.
*
-Derin güzel kızım iyi misin?
Babasının sesi ile kendine gelen genç kadın ona gülümseyip;
-İyiyim baba demişti.
Fakat babası kızının hiçte dediği gibi iyi olmadığının farkındaydı, günlerdir durgundu ve bu durum gözünden kaçmamıştı adamın.
-Günlerdir güzel gözlerin neden böyle mahzun bakıyor o zaman?
Babasının sorduğu soru ile gözlerinin dolmasına engel olamayan genç kadına Mustafa şaşkınlıkla baktı.
-Ne oldu şimdi, neden ağlıyorsun?
-Ben galiba hata yaptım.
-Selim konusunda mı?
Derin kafasını aşağı yukarı sallarken;
-Kafam çok karışık, herkes bir şey söylüyor baba. Ben onu çok seviyorum ama aynı zaman da korkuyorum dedi.
Mustafa kızının neden bu halde olduğunun farkındaydı. Aslında başlarda kendisi de endişe duymuş kızım üzülür mü diye çok düşünmüştü ama bu süreçte onun bu hislerinin farkında olan ve ona güven aşılayan biri olmuştu, Selim’in babası Salim. Onun kaygılarını fark etmiş bulduğu her fırsatta ona güven vermek için çabalamış, oğlunun Derin’i ne kadar çok sevdiğinden bahsetmişti. Selim’in hislerine artık inanıyor ona tereddütle yaklaşmıyordu. Kızının da sakin ve salim kafayla tekrar düşününce doğruyu bulacağına emindi. Kızının saçlarını sakince okşadıktan sonra uzanıp elini onun kalbine götürmüş ve gözlerinin içine bakarak konuşmaya başlamıştı.
-Güzel kızım önemli olan buranın ne söylediği değil mi? Herkes bir şeyler der ama bu hayat senin, bu sebeple de senin ve burasının ne istediği önemli. Sana o lafları söyleyenler başkalarının hayatları hakkında konuşmayı seven, kendi hayatlarını yönetemeyen insanlar. Bu insanların söyledikleriyle mi ölçeceksin Selim’in sevgisinin büyüklüğünü?
*
-Merhaba, ben Derin Hanım ile görüşecektim, Salim derseniz tanır kendisi.
-Tabi bekleyin biraz ben Derin hocaya haber vereyim.
Salim güvenlik görevlisinin Derin’e haber vermesini beklerken bir yandan da okulu incelemişti dışarıdan. Bahçeyi saran duvarlara ünlü ressamların tablolarının öğrenciler tarafından çizilmiş hallerini incelemişti bir kez daha. Daha öncesinde Derin’in babası ile görüşmek için iki kez gelmiş ve çok beğenmişti okulu. Mustafa her şeyiyle kendi ilgilendiğinden bahsetmiş her aşamasını büyük zevkle anlatmıştı. Uzun yıllardır burada öğretmenlik yapıyordu ve Derin’de mezun olduktan sonra kamu sınavına girince önce şark görevi nedeniyle ataması Van’a olmuş ardından görevi bitince babasının olduğu okula gelmişti. Mustafa çiçekleri sevdiğini burada da belli ederken bu defa okulun bahçesinde çiçek değil de meyve sebze yetiştirmişti ama bunu kendi yapmamış çocuklardan istemişti. Her sınıf için belli bir gün belirlemiş onların topraktan kopmaması için mevsimine göre meyve sebze dikimlerinde görevlendirmişti. Okul bahçesinin bir kısmında bu bitkiler diğer tarafta basketbol potaları ve birkaç kamelya vardı. Salim etrafı izlemeye devam ederken bir müddet sonra Derin’de yanına gelmişti.
-Hoş geldiniz, nasılsınız?
-İyiyim güzel kızım, sen nasılsın?
-Ben de iyiyim.
Birlikte güzel havadan dolayı dışarıdaki çardaklardan birine otururlarken, Derin oturmadan önce kendilerine iki tane kahve istemişti. Kahveleri geldikten sonra bir müddet gündelik şeylerden konuşmuşlar sonunda konu Salim’in isteğiyle Selim’e gelmişti. Genç kadın konu Selim’e gelince suskunlaşmış bu durum karşısındaki adamın gözünden kaçmamıştı.
-Seda’yı ilk gördüğümde bu kadınla evlenmeliyim demiştim. Aramızda kalsın Selim’in bu zıpır halleri bana benzemiş. Yani gençlikte, evlenmeden önce, ben de onun gibiydim kızlarla çok arkadaşlık ederdim. Sonra babamların da münasip görmesiyle evlilik kararı alındı, ben tabii dünden razıyım. Seda’nın da gönlü var ama gel gör ki yakın civar benim kızlarla olan arkadaşlıklarımı ve bana güven olmayacağını konuşuyor. Ben seni seviyorum dedikçe bir bahane buldu, iki yıl boyunca o kaçtı ben kovaladım. Sonunda ikna oldu ve biz evlendik. Anlayacağın olan bizim iki yıla oldu. Zamanla Seda’da anladı bunu tabi boşuna kaygılanıp korkmuşum, şüphe duymuşum dedi. O zamanlar çok dil döktüm ama inandıramadım onu, insan bazen inanmak istese de başarılı olamıyor. Etrafındaki seslere kulak tıkamayı başaramıyor ama o sırada zaman da akıp gidiyor. Diyeceğim o ki akıp giden zamanı unutma güzel kızım küçük şeylerin aranızda sorun olmasına müsaade etmeyin. Birbirinizi ne kadar çok sevdiğiniz gözlerinizin içinden belli, sana oğlumu savunmuyorum haytalık yaptı zamanında ama emin ol hepsi geride kaldı.
Derin bir şey söylemeden sessizce karşısındaki adamı dinlemiş bir süre masanın üzerine düşmüş olan yaprakla uğraşmıştı.
-Ben Selim’i çok seviyorum ama söylenenler, yazılanlar aklımı çok karıştırıyor. Biz biraz acele ettik galiba…
Salim onun üzerine daha fazla gitmemek için bir şey söylememiş bakışlarıyla onu anlayabildiğini beli etmişti. Adam kahvesini bitirdikten sonra müsaade isteyip okuldan ayrılırken Derin’de onun arkasından bir süre daha düşündü. Salim laf arasında Selim’in İtalya'ya gideceğini söylemişti. Sıkıntıyla yüzünü sıvazlarken yanına gelen İbrahim ile düşüncülerinden sıyrıldı.
-Hocam iyi misiniz?
Derin ona gülümseyip;
-İyiyim canım, sen nasılsın? Antrenman var mı bugün? Diye sordu.
-Yok, bugün gitmeyeceğim.
İbrahim bir süre sessiz kaldıktan sonra aklındaki soruyu yöneltti öğretmenine;
-Selim abi ile bir şey mi oldu?
-Hayır, sadece biraz yoğun bu ara.
İbrahim anladım der gibi kafasını hafifçe aşağı yukarı sallasa da içten içe inanmıyordu yanındaki kadına çünkü onun ne kadar üzgün ve düşünceli olduğunu görüyordu.
*
Sadece çatal bıçak seslerinin duyulduğu masada kimseden ses çıkmadı bir süre. Burak kahvaltısını bitirdikten sonra peçeteye ağzını silip;
-Afiyet olsun demiş ve masadan kalkmıştı ancak duyduğu ses salondan çıkmasına engel olmuştu.
-O kızla görüşmeyi artık kesmeni istiyorum.
Burak derin bir nefes alıp bir süre anne ve babasına sırtı dönük kaldı. Sonunda cesaretini toplayabildiğinde arkasına dönmüş konuşmaya başlamıştı.
-O kızın bir adı var; Ahu. Ayrıca o benim karım.
Annesi şaşkınlıkla ona bakarken babası bir an oğlunun söylediğini algılayamadı. Bu çocuk delirmiş olmalıydı, daha iki gün önce tanıdığı kız ile evlenmekte ne oluyordu. Üstelik kız daha 18 yaşındaydı ve ailesine yakışacak biri de değildi. Boran'ın babası Fuat sinirle elindeki çatal bıçağı bırakıp ayağa kalktıktan sonra;
-Sen ne dediğinin farkında mısın? Ne demek evlenmek, kime sordun da böyle bir kara aldın? Dedi.
Burak ise sinirden kızarmış çehresiyle karşısındaki adama bakarken işaret parmağıyla kendi kalbini gösterip;
-Kalbime sordum baba! Senin yıllar önce yaptığın gibi ben de kalbime sordum! Sakın tek kelime etmeyin. Ben yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim dedi.
Fuat oğlunun söyledikleriyle bir an duraksasa da sonrasında kendinden emin bir halde;
-O zaman bu kararının bedelini ödemeyi de bileceksin. Benim sana sağladığım ne varsa hepsini bırak ve çık bu evden. Bakalım bunlardan vazgeçtiğinde hâlâ sevgili karın yanında olacak mı?!

Yorumlar