İkiz Nehirler-14



O geceden günler sonra Figen’in ameliyatı için hastanede görüşmüştü altı arkadaş. Tuna’yı yalnız bırakmamak için onun yanında olurlarken ameliyattan çıkan doktorun verdiği güzel haberle herkes derin bir nefes almıştı. Hatta sevinçle herkes birbirine sarılırken bundan Kerem ve Zeynep bile nasibini almıştı. Genç kadın yaptığı şeyin farkına varıp kendini hızla geri çekerken Kerem onun bu davranışına burukça gülümseyebilmişti sadece. Bir müddet sonra Zeynep, Kerem, Derin ve Selim daha sonra yine gelmek üzere vedalaşıp hastaneden ayrılırken Burçin’de Tuna’nın yanında kalmayı tercih etmişti. Tuna’ya söylemiş olmasından dolayı adamın babasının kızgın bakışlarını görmezden gelmeye çalışmıştı genç kadın. Tuna yanındaki kadını tek koluyla sarıp kendisine çekerken saçlarına bir öpücük bıraktı.
-Keşke sen de gitseydin, hem babaannen de merak eder.
Kadın onun göğsüne mümkünmüş gibi daha çok sokulurken “Yanında kalacağım, ben az önce konuştum onunla” diye mırıldandı sessizce sonra da bakışları Tuna’nın ablası Filiz’i bulduğunda yeniden konuşmaya başladı.
-Sen Filiz ablayı ikna etsen aslında hem çok üzüldü hem de yoruldu üstelik bir şey de yemedi ısrar etmeme rağmen.
Filiz uzun zamandır Türkiye’ye gelmediği için sürpriz yaparak üç gün önce eşi ve 5 yaşındaki oğluyla İstanbul’a gelmişlerdi fakat asıl sürpriz kendilerine olmuştu. Filiz onlara yeni torun müjdesi verip aylardır göremediği ailesi ile vakit geçirmek isterken kendisini bambaşka bir atmosferin içinde bulmuştu. Figen’in hastalığını öğrendikten sonra onu annesinin iyi olacağına ikna etmek çok kolay olmamıştı. Bugün de hastaneye gelme konusunda Tuna, babası ardından durumu onun gibi yeni öğrenen eşi dil dökmüş fakat kadını gelmeme konusunda ikna edememişlerdi. Burçin’in ona en azından bir şeyler ye deyip götürdüğü yiyecekleri midem almıyor diyerek geri çevirmişti. Tuna, Burçin ile beraber onun yanına gittiğinde yavaşça ablasının önünde diz çöküp;
-Ablacığım hadi eve gidelim bak annem de iyi, duydun doktoru hem Can’da özlemiştir seni Caner abiyi kaç kere aradı evden sizi özledim diye dedi.
Yanında oturmuş elini tutan kocası saçlarını okşarken;
-Hadi hayatım bak oğlumuz bekliyor, bebeğimizi de düşünmen gerekiyor hiçbir şey yemedin günlerdir dedi.
Faruk elini kızının sırtına koyup;
-Hadi kızım siz gidin ben buradayım zaten dediğinde kadın öfkesini belli eden bakışlarını babasına çevirmişti.
-Eğer anneme bir şey olsaydı seni asla affetmezdim baba, dua et ki annem iyi olacak.
Filiz babasının böyle bir şeyi saklamasına hazmedemezken en az Tuna kadar O da bu duruma kızmış, babasına öfkelenmişti. Tuna’yı bana neden söylemediniz diye sıkıştırıp hesap sorduğunda adam ona her şeyi anlatmak zorunda kalmıştı ve bu da karşısındaki kadını çok sinirlendirmişti.
Faruk “Ben…” diye mırıldanırken Tuna konunun yeniden açılmasıyla alevlenen öfkesini saklayamazken “Sen ne baba, sen ne?! Annem hastalığının verdiği duygusallıkla bunu istedi senden ve annem daha kötü de olabilirdi o zaman ne olacaktı?! Dua et şu an iyi ve önemli olan o, bu yüzden susacağım üzülmesin diye susacağım” dedi. Faruk’un bakışları az önce öfkeyle ayağa kalkmış Tuna’nın yanında duran genç kadını bulduğunda başını iki yana salladı gözlerinin içine bakarak. Tuna onun bakışlarını fark ettiğinde Burçin’in elini sıkıca kavrayıp;
-Sakin kendine günah keçisi arama! Burçin doğru olanı yaptı, sen bir suçlu arayacaksan aynaya bak dedi. Babalarını arkalarında bırakıp hastaneden çıktıklarında Filiz, Burçin’e dönüp;
-Sen ona aldırma sakın, bir şey söylerse de kulak asma biz yanındayız. Zaten annem de uyanıp mantıklı düşünmeye başlayınca o kararının yanlış olduğunu idrak edecektir dedi.
Karşısındaki kadının söyledikleri Burçin’in dudaklarında bir tebessüm belirmesini sağladı.
-Üzüntüden insan bazen ne dediğini bilemiyor, hem önemli olan Figen Hanım’ın iyileşmesi diğer her şey hallolur Filiz abla.
Arabalara binip Tunaların evine geldiklerinde hafif yağan kar ve soğuk hava onların hızla eve girmesine sebep olmuştu. Tuna ve Burçin yol boyunca pek konuşmamışlar genç adam sadece yine babası adına üzgün olduğunu söylemiş Burçin’de önemli olmadığını söyleyip konuyu yeniden kapatmıştı. Sözleri ya da kendisine karşı olan bakışlarını üzüntüsüne veriyor, düzeleceğine inanıyordu. Ameliyattan önce Figen ile de görüştüğünde de onun kendisine herhangi bir kızgınlığı olmadığını fark etmişti. Hatta Burçin’e ‘Ona söylediğin için teşekkür ederim ihtiyacım olan onların yanımda olmasıymış ben cesaret edememiştim’ demişti.
Eve girdiklerinde Can koşarak onların yanına gelirken önce annesine sonra babasına sarılmıştı sıkıca sonra da Tuna’yı pas geçip Burçin’e gitmişti. Burçin onu kucağına alıp onun dayısına benzeyen karışık biraz uzun kumral saçlarına bir öpücük bıraktıktan sonra “Sen ağırlaşmışsın ya” demişti şakayla karışık. Can onun yanağına bir öpücük bırakırken “Süt içiyorum hemen büyüyeyim diye, büyüyünce seninle evleneceğim ben” dedi. Tuna ona kocaman açtığı gözlerle bakarken “Sıpa ne evlenmesi o benim sevgilim rahat bırak sevgilimi” dedi. Can Burçin’e daha sıkı sarılırken Burçin’de onun bu haline gülümseyip saçlarını okşamaya devam etmişti. Beraber salona geldiklerinde Burçin’in bir yanına Can diğer yanına Tuna oturmuş karşılarına da Filiz ve Caner oturmuşlardı. Burçin ve Can’ın konuşmalarını dinleyip gülüşürlerken Filiz’in söyledikleri kısa bir suskunluğa neden olmuştu.
-Bir sonraki gelişim sizin düğününüz için olacak inşallah.
Tuna gözlerinde oluşan ışıltıyla bakışlarını yanında oturan kadına çevirdiğinde onun sessizce Can’ın az önce eline verdiği oyuncakla uğraştığını gördü. Üzerine gitmemek için konuyu değiştirirken aklına bunun altında bir sebep olup olmadığını ya da erken olduğu için mi sessiz kaldığını sormayı not etti.
*
Selim, Derin’i eve bıraktıktan sonra eve geçtiğinde odasına çıkıp üzerini değiştirdi önce. Islık çalıp merdivenlerden dans ederek inerken annesi de akşam yemeği için hazırlık yapıyordu. Kadının oğlunun bu neşesini kıstığı gözleriyle izlerken;
-Bu neşeni Figen hanımın sağlığına kavuşmasına mı yormalıyız? Diye sordu.
Selim önce annesinin sonra babasının en son onu büyüten dadısı Nermin’in yanağına birer öpücük bırakıp;
-Benim güzel ailem nasılsınız? Tabii ki Figen teyzenin iyileşmesi de mutlu etti, çok şükür iyi şimdi dedi.
Herkes çok şükür deyip iyi olmasına bir kez daha sevinirken Salim oğlunun bu halini sorgulayarak konuşmaya başladı.
-Senin bu halinin altında başka sebepler de var gibi.
Selim her zamanki yerine oturduktan sonra keyifle;
-Hazırlanın kız istemeye gideceğiz dedi.
Seda ve Nermin sevinçle gülümserken Salim şüpheci bakışlarla;
-Gene bir iş çevirmiyorsun değil mi eşek sıpası dedi.
Selim ellerini havaya kaldırıp;
-Yok vallahi bir iş çevirmiyorum bu sefer baba, aşık oldum ben dedi.
Salim çenesini kaşırken;
-E peki kim bu kız bildiğimiz tanıdığımız bir aile mi? Ne ara oldu anlat bakayım şunu sen dedi.
Selim, İbrahim konusunu bildikleri için onun öğretmeni olduğunu söyleyerek başladı işe ve her şeyi anlattı. Selim’in anlattıklarına göre gayet iyi bir aile belli ki diye geçirdi içinden Salim. Seda kocasının kabul etmeme ihtimalinden korktuğu için tedirgin bakışlarla kocasının cevap vermesini bekledi.
-E tanışalım o zaman, müsait bir zamanda ziyaretlerine gitmek istediğimizi söyle Derin’e.
*
Ezgi, Ahu’nun günlerdir sadece okul için dışarı çıkmasına diğer bütün zamanını evde geçirmesine dur diyebilmek için onu zorla dersten sonra bir kafeye getirmişti. Kahvelerini içerken Ezgi ona dönüp;
-Yengen ve yeğeninle görüştün mü? Diye sordu.
Abisi hapse girince onlar da orada bir başlarına kalmışlardı. Ahu kafasını aşağı yukarı sallarken;
-Yengem babasının evine döndü, abim ve babam hapse girdi. Analığımız da evden kaçtı. Yengemin babası da gelin bizimle kalın demiş. Bizim oralarda kocadan ayrılmaya pek hoş bakmazlar. Yani gelinlikle çıktıysan kefenle gelirsin derler ama her baba için geçerli değil bu tabi. Yengem o yönden şanslı abime sevdalanıp evlenerek en büyük yanlışı yaptı belki ama ona sahip çıkan bir babası vardı. Onun yerinde ben olsaydım büyük ihtimal babam benim yüzüme bakmazdı, hatta bir tekme de o vururdu dedi.
Ahu dalgın bakışlarla bunları söylerken Ezgi'de onu sessizce dinledi. Genç kızın ne kadar üzüldüğünün kendini suçlamaktan hiç vazgeçmediğinin farkındaydı. Kendisi her dediği yapılan bir çocuk olmuştu, anne babası onun gözünün içine bakardı. Ülkenin hatta dünyanın kara yüzlerinden biriydi bu. Bir kesim çocuklarını pamuklara sarıp sarmalarken diğer kesim hor görüp, ötekileştiriyordu. Bu en çokta kız çocuklarında olmuyor muydu? Ülkenin bir kesimi için eksik etek denilen, sofrada yediği lokma sayılan, biraz serpilince tohuma kaçtı diye aşağılanan taraftı.  İnsan evladı hiçbir yerde orta yolu bulamadığı gibi bunda da bulamıyordu. Bir kesim prensesler gibi bakıp büyütürken diğer kesim itip kakarak aşağılayarak büyütüyordu kız çocuklarını. Genç kız sadece haberlerde okur, izler üzülür kendince duyarlı olmaya çalışırdı. İlk defa Ahu ile bunun ne demek olduğunu tecrübe etmişti. Uzanıp onun elini sıktıktan sonra;
-Üzme bak kendini herkes cezasını çekti hiçbir şey yapamazlar artık size. Hem bak Gonca'da okula başladı, yeni arkadaşları var artık. O da çok mutlu, sen de üzme kendini dedi.
Gonca'yı evlerine yakın olan bir okula vermişlerdi ve günlerdir tekrar okula gitmenin mutluluğunu yaşıyordu. Ahu’nun canını yakan tek şey ise Burak’tı. Ona yakın olursa tekrar zarar geleceğini düşünüyordu, hem ailesi de istemiyordu Ahu ile görüşmesini. Haklılardı... Genç kız düşünceleri arasında kaybolurken oturdukları masaya yaklaşan genci fark ettiğinde kanat çırpın bir kuş telaşıyla atan kalbinin sesini duydu içinde günler sonra. Ezgi gülerek ayağa kalkıp yanlarına gelen arkadaşına sarıldı.
-Hele şükür gelebildin.
Burak’ta ona sıkıca sarılıp gülümsedi. Ondan ayrıldıktan sonra Ahu’nun tam karşısına geçip;
-Merhaba dedi.
Genç kızın kalbi günler sonra onu yeniden görmenin vermiş olduğu heyecanla atarken derin bir nefes aldı önce, heyecanını yatıştırmaya çalıştı. Onun kendisine bakan gözlerinden gözlerini koparabilmek istedi ama yapamadı. Bir süre karşılıklı bakıştılar sadece, Burak bir kez daha anlamıştı, onu seviyordu. Karşısındaki genç kızın da ondan bir farkı yoktu. Birbirlerine olan hislerinden belki habersizlerdi ama bakışları tüm duygularını ortaya döküyordu. Burak daha fazla dayanamayıp Ahu’ya sıkıca sarılırken genç kızın elleri ilk an havada kalsa da sonrasında onun sırtına yerleşmiş O da aynı şekilde sıkıca sarılmıştı. Onların bu halini yüzünde oluşan buruk bir gülümseme ile izleyen Ezgi bir müddet sonra sessizce çantasını alıp yanlarından ayrıldı. Burak, Ahu’dan yavaşça ayrıldıktan sonra şakağına bir öpücük bırakıp burnunu genç kızın uzun saçlarının arasında gezdirdi bir süre, derin derin içine çekti sevdiği kızın kokusunu. Bir süre sonra karşılıklı oturduklarında Burak konuşmaya başladı.
-Nasılsın, telefonlarıma da cevap vermiyorsun merak ettim seni.
Ahu gözlerini kaçırarak konuştu.
-Böylesi daha doğru değil mi? Yani görüşmememiz....
-Sen çoktan kararını vermişsin, kaçıyorsun yine.
Kız ona çaresiz gözlerle bakarken;
-Ne yapmamı istiyorsun Burak, görmüyor musun sevdiğim herkese zarar veriyorum. Abim ya da babam hapisten çıktıktan sonra tekrar peşime düşmeyecekler mi sanıyorsun, o zaman yine aynı şeyler olacak. Tamam, şu an aldıkları ceza yüksek ama ben onları tanıyorum intikam almak için uğraşacaklar. Kendileri alamasa da babam illaki birini bulacak benimle uğraşacaklar, benim yüzümden zarar görmeni istemiyorum dedi.
Karşısında oturan genç uzanıp onun ellerini tuttuktan sonra;
-Bırak buna o zaman karar verelim. Belki senin düşündüğün gibi olmayacak nereden biliyorsun, hem bak ben sen ne yaparsan yap senden vazgeçmeyeceğim yanında durmaya devam edeceğim dedi.
Kız sıkıntılı bir nefes verip omuzlarını düşürürken;
-Korkuyorum ya tekrar zarar vermek isterlerse dedi.
Burak kalkıp onun yanındaki sandalyeye otururken genç kızın ellerini yeniden kavrayıp üzerine bir öpücük bıraktı.
-Sen kendini üzme bak sana söz veriyorum her şey çok güzel olacak.
Burak ne yapması gerektiğini çok iyi biliyordu ve ne olursa olsun vazgeçmeyecekti. Aklındaki şey belki çok doğru bir karar değildi ama bunu yapmak zorundaydı. Yoksa ne ailesi onun ciddiyetini anlayacaktı ne de genç kızın korkuları bitecekti. Şimdi gecikmiş bir kutlama yapmaları gerekiyordu sonrasında aklındakini yanındaki kızla da paylaşacaktı.
*
Kerem sıkıntıyla yüzünü sıvazlarken haftalardır uğramadığı evin kapısının önünde bekledi bir süre. Derin bir nefes alıp zile bastıktan sonra kısa bir süre bekledi. Açılan kapının ardındaki genç kadın;
-Hoş geldiniz Kerem Bey dedikten sonra geçmesi için geri çekildi.
Yukarıdaki odadan gelen bağrış sesinden annesinin yine pek de iyi olmadığını anladı. Onun bağrışlarına kulaklarını tıkayalı yıllar olmuştu, duymuyordu artık. Babasının nerede olduğunu bildiği için direkt bahçeye açılan kapıdan çıkıp küçük kulübeye gitti. Sürgülü cam kapının ardından bir süre yanan şöminenin başında oturan babasını izledi. Annesinin çığlıklarını duymamak için çoğu zaman burada oluyordu evde olduğu zamanlarda. Kapının kulpunu çevirip geçebileceği kadar açtıktan sonra içeri girip kapıyı kapattı. Ahmet kafasını çevirdiğinde bakışları oğlu ile buluştu. Oğlunu görmek onu mutlu etmişti. Kalkıp ona sarıldıktan sonra yanındaki tekli koltuğu işaret edip;
-Gel dedi.
Kerem koltuğa oturduktan sonra bir süre konuşmadı.
-Uzun zamandır gelmiyordun.
-Kaçıyorum.
-Kimden?
-Kendimden, herkesten, her şeyden... Annemi sana yaşattıklarına rağmen nasıl affedebiliyorsun?
Kerem'in sorusuyla Ahmet derin bir nefes alıp;
-Affedebildim mi bilmiyorum aslında... Bana yaşattığı tüm hayal kırıklıklarına rağmen ona sırtımı dönemem. Sonuçta bana iki tane evlat verdi dedi.
Kerem sıktığı dişlerinin arasından sinirle;
-Bir tanesi onun yüzünden öldü dedi.
Ahmet acıyla gözlerini sıkıca yumarken;
-Keşke Defne'yi geri getirme şansım olsa... İnan bana içimdeki acı çok büyük oğlum. Sana o kızın peşini bırakman için kızmam, kavga etmem senin de zarar görmeni istemediğim için. Seni de kaybetmeye dayanamam dedi.
-O kız, Sedef, ölmüş.
-Sen de hiç olmaması gereken kadına, ikizine aşık oldun.
Kerem şaşkınlıkla ona bakarken Ahmet burukça gülümseyip;
-İkizi olduğunu ben de sonra öğrendim, seninle ilgili Sinan’ı sıkıştırdım biraz, aşık olduğun ise her halinden belli. Ne de olsa celladına aşık olmak ne demek çok iyi biliyorum dedi.
-Bu hep böyle mi devam edecek peki baba? İçimdeki bu yangın hep sürüp gidecek mi?
-Her şey senin elinde evlat... İçindeki yangının sadece seni yakmasına izin verme, seni bu ateşe sürükleyene git. Gönlündeki yangını bilmeyen birini suçlayamazsın.
-Peki ya kapanmayacağına inandığı yaraları varsa?
-Her yara kapanır evlat ama merhem olmayı bilirsen. Sen tuz olursan sadece acı verirsin, hem kendine hem ona... Ama sen sana yarasını açana merhem olmayı bilirsen işte o zaman her şey bambaşka olur. Yeter ki sen vazgeçme...

Yorumlar