İkiz Nehirler-3
Genç kadın elleri
ve ayakları bağlı bir şekilde oturduğu sandalyede ağlamaklı sesiyle bağırarak;
-Bırakın beni,
kızım nerde?! Umay'a ne yaptınız?! Diye sordu.
İçeri giren adam
Zeynep'in başında duran kişiye "Sen çıkabilirsin" dedikten sonra onun
karşısına oturdu. Zeynep karşısına oturan adama öfkeyle bakarken;
-Ne istiyorsun
bizden, n'aptın kızıma? Diye sordu.
Genç adam oturduğu
sandalyede ağzındaki sakızı çiğnerken iyice yayılıp;
-Kızın ve halan iyi
dedi ve konuşmaya devam etti;
-Ama şimdilik
iyiler.
Zeynep daha fazla
kendini tutamayıp hıçkırarak ağlamaya başlarken;
-Biz sana ne yaptık
ne istiyorsun bizden? Bak bana istediğini yap ama onlara zarar verme dedi.
Genç adam kafasını
iki yana sallayıp öfkeden kararan gözleriyle;
-Sen benim
hayatımı, kardeşimi çaldın benden. Gözünün önünde kızının ve halanın ölümünü
göreceksin birazdan. Sen nasıl insanları zehirlediysen öyle ölecekler, hem de
gözlerinin önünde dedi.
Zeynep'in ağlaması
daha da şiddetlenirken;
-Dur ne olursun
yapma, yemin ederim ben kimseye bir şey yapmadım. Bana istediğini yap onları
bırak lütfen dedi.
Kerem bir süre
kıstığı gözlerle karşısındaki genç kadını izledi. Nasıl da masum görünüyordu,
sanki katil değildi. Sanki kardeşini o batağa kendi sürüklememişti. Ona
iğrenerek bakarken;
-Sıra sana da
gelecek merak etme, önce gözünün önünde onlar ölecek sonra da sen ölmek için
yalvaracaksın ama ben istemedikçe ölmeyip sürüneceksin dedi.
Zeynep aslında bu
adamın öfkesinin sebebini anlamıştı ama ona ne kadar anlatmaya çalışsa da
anlamayacaktı biliyordu. Duvara yansıyan iki ayrı görüntüde Umay ve halasını
gördü Zeynep. Küçük kız her şeyden habersiz karşısında oturan genç kadın ile
oynarken onun hemen arkasında elinde şırınga ile bir adam duruyordu. Zeynep
adamı görünce korkuyla ellerini ağzına kapattı. Umay onu görmüyordu ama Zeynep
adamı görüyor Umay’ın başına gelebilecekleri tahmin edebiliyordu. Küçük kız her
şeyden habersiz oyun oynamaya devam ederken ikinci ekranda Sema’nın görüntüsü
belirdi. Sema, Umay kadar sakin değildi ve olanların ya da olabileceklerin
farkındaydı. Sema önünde açılan ekranda elleri bağlı Zeynep’i gördüğünde
endişesi daha da arttı. Titreyen çenesi ve zor tuttuğu gözyaşlarıyla yeğenine
baktı uzun uzun. İçinden isyan etti “Bu denli kadersizliği, bu kadar kederi hak
etti mi?” dedi. Zeynep bir şeyler söylemek için dudaklarını araladı ancak
konuşamadı. Ne demesi gerektiğini bilemiyordu, nasıl teselli edebilir ya da
sakinleştirebilirdi ki onu? Kendi sakin kalamazken, onlar için endişe duyarken
ona “Korkma” demek çok saçma olacaktı. Belki de artık yolun sonuna geldim diye
düşündü genç kadın, yapmadığı şeylerin, işlemediği günahların bedelini
fazlasıyla ödetmişti bu hayat ona ve bu devam edecekti belli bir şeydi. Belki
de burada sonlanacaktı artık, kurtulacaktı bu yükten. Tek endişesi halası ve
Umay’dı. Onların bunu yaşaması onun canını çok yakıyordu. Neyse ki Umay
olanların farkında değildi ve oynamaya devam ediyordu. Genç kadın halasına
bakışlarıyla minnetini, sevgisini anlatırken karşısındaki gözünü öfke bürümüş
adam da onu izliyordu. İçinde bir savaş vardı ve onu artık çok yoruyordu. Bu
savaşta kazanan olacak mıydı gerçekten bilemiyordu ama bunu yapmak zorunda gibi
hissediyordu. Acısı artık içine sığmıyor, kalbine her gün daha büyük bir yük
oluyordu kardeşinin yokluğu. Farkındaydı bu kadar kötülüğü yapamazdı ona, onun
kadar kötü olamazdı. O küçücük çocuğu, onun olsa da, ve halasına böyle bir sonu
reva göremezdi. Onun amacı gözünü korkutmak onun nasıl acı çektiğini görmekti.
Bu kadını tanımadan önce aslında hep aklında sevgi, şefkat nedir bilmeyen biri
canlanmıştı hayalinde ve bunları ona yapmak gayet kolay olmuştu ama bu kadın
öyle değildi. Sevgiyle bakıyordu gözleri, acıyı biliyordu. Acı çekmenin ne
demek olduğunu en iyi kendisi bilir sanıyordu ama bu kadın da biliyordu. Bu
düşüncelerden sıyrılması gerekiyordu hemen, neler düşünüyordu böyle.
Karşısındaki bir katildi, üstelik kardeşinin katili.
-İğneleri yapın.
Zeynep’in
kulaklarına dolan buz gibi ses içinin ürpermesine neden olurken bakışlarına
hızla karşısındaki adama çevirdi;
-Lütfen yapma,
yalvarıyorum sana.
Adam buz gibi
bakışlarıyla iğrenerek Zeynep'e bakarken;
-Sen daha çok
yalvaracaksın dedi.
Zeynep çaresizce
Umay’ın arkasında şırıngayı hazırlayan adama bakarken son anda kapıdan koşarak
giren kişi tüm dikkatlerin bir anda dağılmasına neden oldu.
*
Burçin aynanın
karşısında kendine bakarken mor renk elbisesinin eteklerini düzeltti. Ön ve
arka kısmı V kesim sade elbisesine son kez bakıp çantasını da aldıktan sonra
odadan çıktı. Babaannesi elinde ördüğü ağasar çorabından kafasını kaldırıp
gözlüklerinin üzerinden bakarak;
-Dikkatli ol, erken
gel uşağam beklerim ben seni dedi.
Burçin,
babaannesinin yanağına bir öpücük bırakıp;
-Tamam merak etme,
uyu ama sen bekleme beni deyip hızla evden çıktı.
Apartmandan
çıktığında arabasının önünde bekleyen genç adamı gördü. Mert ona gülümseyerek
bakarken O da ufak bir tebessümle baktı. Ufak bir selamlaşmanın ardından
arabaya binip davetin olacağı mekana gitmek için yola çıktılar.
-Nasıl oldu karnın?
Burçin, Mert'in
sorusuyla kafasını ona çevirip;
-İyi, geçti
sayılır. Babaannem bir merhem yapıyor o çok iyi geliyor yanıklara dedi.
Mert çattığı
kaşlarıyla;
-Ne merhemi? Her
şey sürülmez ama dedi.
Burçin bakışlarını
yan taraftaki camdan ayırmadan;
-Merak etme
babaannem öyle her şeyi sürdürmez zaten, çocukluklarından beri yapılan ilaç.
Ona da babası öğretmiş, babasının eczacılık, doktorluk yapan bir arkadaşı
varmış eskiden ondan öğrenmiş birçok ilacı dedi.
Mert anladım der
gibi başını aşağı yukarı salladıktan sonra mekana gidene kadar ikisi de
konuşmadılar. Mekanın önüne geldiklerinde arabadan inip kapıdaki görevlinin
yönlendirmesiyle içeri girdiler. Fazlasıyla gürültülü bölüme giriş
yaptıklarında boş bir yer bulup oraya geçtiler. Bir süre şirketten, işlerden
konuştuktan sonra Mert yanlarına gelen birkaç arkadaşıyla Burçin'i tanıştırdı.
Burçin, Mert'in ona olan ilgisinin farkındaydı ve nasıl davranması gerektiğini
bilmiyordu. Mert iyi biriydi ama onu arkadaş olarak seviyordu sadece. Bu akşam
buraya gelmekle yanlış bir adım mı attım acaba diye düşünmeden edemedi.
Önündeki çerez tabağını tırtıklayıp bir yandan da düşünürken Mert'in konuşmaya
başlamasıyla bakışlarını ona çevirdi.
-Dans edelim mi?
Burçin bir an
tereddüt etse de Mert'in uzattığı eli tutup dans etmeyi kabul etti. Mert,
Burçin'in belinin iki yanına ellerini yerleştirirken Burçin'de ellerini Mert'in
omuzlarına koydu. Bakışlarını ondan kaçırıp omzunun üzerinden etrafa bakmaya
başlarken Mert de onun dalgalı siyah saçlarından yayılan kokuyu daha çok
duyabilmek için ona bira daha yaklaştı. Burçin aralarındaki mesafeyi
koruyabilmek için kendini biraz geri çekerken genç adam ondan biraz ayrılıp
kaçırdığı gözlerine bakarak;
-Burçin benim sana
söylemem gereken bir şey var dedi.
Burçin onun ne
söyleyeceğini içten içe tahmin ettiği için nasıl davranması gerektiğini
kestiremedi. Mert arkadaş olarak gerçekten çok iyiydi, çok iyi anlaşıyorlardı
ama asla onun hissettiği şekilde değildi bu duygular. Aslında kalbini kırmak
istemiyordu, çünkü Burçin'in öyle çok fazla arkadaşı yoktu, herkesle iyi
anlaşırdı konuşurdu neşeli görünürdü ama onu tam olarak bilen fazla insan
yoktu. Kimseyi kırmak, onda kendi ile ilgili kötü anılar bırakmak istemezdi.
Ailesini kaybettiğinde daha beş yaşındaydı. Tek hatırladığı iki tane tabut
etrafında ağlayan insanlardı. Annesinin karnının bir hayli büyüdüğünü
hatırlıyordu hayal meyal. Zaten annesinin kucağında da küçük kardeşi varmış,
öyle duymuştu etrafından. "Vah yavru anacığının kucağında gömüldü, bir
küçücük sabi de ardında öksüz yetim kaldı." Sonrasında da hiç unutmadı o
anı zaten. Yıllar geçtikçe o görüntü hiç silinmedi ama bütün güzel anılar tek
tek silinmeye başladı. Ailesi bir anda yok olduğu için hep korkuyla yaşadı. O
gün o arabadan sağ çıktığı için ne kadar isyan etse de bir şey değişmedi, ne o
ailesine kavuştu ne de ölenler geri geldi. Bir babaannesi kalmıştı ailesinden.
O da olmasa ne yapardı bilmiyordu. Onun bu hayattaki tutunabildiği dal,
kimsesiz olmadığının bir nişanesiydi yaşlı kadın.
İlişkileri
konusunda da pek başarılı olamamıştı. Üniversitede Furkan adında bir çocukla
çıkmışlardı bir süre ama neden bilmez bazı şeyleri yürütememişlerdi. Furkan’a
aşık değildi belki ama onun için hep değerli olmuştu. Zaten kötü de
ayrılmamışlardı, O şimdi Amerika'daydı. Hâlâ arada görüşüyorlardı. Furkan'dan
sonra öyle pek de bir ilişkisi olmamıştı, neden bilmez hayatına bir insanı
dahil etmek ona kendini açmak çok zor geliyordu ona. Ona göre kendi istediği
gibi birini bulmak imkansızdı, o kitaplardaki mükemmel aşk sadece hayal
ürünüydü. Mert ile şirket sınırları içerisinde, yemekhanede birçok kez konuşma
fırsatları olmuştu. Şirketteki en yakın arkadaşı Ece sürekli Mert'in kendisine
karşı boş olmadığını söylese de O hep inkar etmiş, saçmalamamasını söylemişti.
Fakat şu an onun aslında haklı olduğunu net bir biçimde anlamıştı Burçin.
Gözlerini yavaşça
onun gözlerine dikip cılız çıkan sesiyle;
-Ne söyleyeceksin?
Diye sordu.
Mert derin bir
nefes alıp tüm cesaretini toplarken daha fazla içindeki hisleri tutamayıp;
-Ben senden hoşlanıyorum
yani nasıl anlatmam gerektiğini bilmiyorum. Senin bendeki yerin çok farklı ve
ben bana bir fırsat vermeni bendeki yerini sana anlatabilmeyi istiyorum. Bana
bu fırsatı verir misin? Dedi.
Burçin zorla
yutkunup derin bir nefes aldıktan sonra onun siyah saçları ve zeytin karası
gözlerini inceledi hızlıca. Ona bir şeyler söyleyebilmek için ağzını açıp
kapadı birkaç kez ama başaramadı. Ne söylemesi gerektiğini bilemiyordu. Onu
üzmek istemiyordu. Sıkıntılı bir nefes verip başını öne eğdi öylece kaldı bir süre.
Ne yapması gerektiği elini nereye koyması gerektiğini bilmeden öylece
kalakalmışken Mert ona burukça gülümseyip;
-Ben cevabımı aldım
aslında ama yine de düşün, eğer bir şansım olursa çok mutlu olurum. Ama olmazsa
da sana, duygularına saygı duyarım. İstediğim tek şey o şansı vermesen de
arkadaşlığımız bitmesin, ben arkadaşımı kaybetmek istemem dedi.
Burçin ona burukça
gülümserken;
-Sen gerçekten çok
iyi bir insan ve arkadaşsın dedi.
*
Derinlerin evi
müstakil ve bahçeli olduğu için babası her zaman oturabilmek adına küçük bir
kış bahçesi yapmıştı. İbrahim ve Derin şimdi oturmuş konuşurlarken bir yandan
da çay içip Zehra’nın yaptığı kekten yiyorlardı.
-Son şansımı da
kaybettim.
İbrahim'in üzgün
gözlerle önündeki keki çatalla didiklerken Derin onun omzuna elini koyup;
-Canım benim yapma
ama böyle bak ayağın iyileşsin tekrar şansımızı deneriz dedi.
-Hocam bu
dediğinize siz inanıyor musunuz? Geçen yıl babam yüzünden şansımı kaybettim, bu
yıl da bu kaza. Bence bana şansını zorlama senden basketçi olmaz mesajı gönderiyor
dedi sonunda yüzünü buruşturarak.
İbrahim geçen yıl
seçmelere katıldığında babası onların maçının olduğu okulu basmış, rezillik
çıkarmıştı ve İbrahim'i zor durumda bırakmıştı. Bu da seçmelerde elenmesine
neden olmuştu. Bu yıl her şey yolunda gidecek, bu sefer olacak diye düşünürken
bu kaza yaşanmıştı. Derin bu duruma çözüm bulmaya çalışmış ama yakın zamanda
bir seçme olmadığı ya da kişiye özel bir seçme işlemi yapılamayacağı için
çaldığı her kapıdan olumsuz yanıt almıştı. Büyük kulüplere gitmek, dert
anlatmaya çalışmak imkansızdı zaten. Kendisinin ya da babasının tüm
bağlantılarını kullanmayı denemiş ama hiçbir sonuç alamamıştı. En azından
İbrahim’in ayağı düzelince bir fırsatı olsaydı bu kadar umutsuz da olmazdı ama
yoktu bulamıyordu.
Sürgülü cam kapı
tıklatılınca genç kadın düşüncelerinden sıyrılıp bakışlarını o yöne çevirdi ve
iki gün önce hastanede gördüğü adam ile bakışları buluşunca onu gördüğüne
memnun olmadığını belli eden bir ifade yerleşti anında yüzüne. Yavaşça yerinden
kalkıp sürgülü kapının kulpunu çevirip açtığında ona mahcup bir halde bakan
kahverengi gözlerle karşılaştı ela gözleri.
-İçeri gelebilir
miyim?
Derin hiçbir şey
söylemeden kenara çekilip elini onun içeri geçmesi için uzattı. Selim küçük
adımlarla İbrahim'in yanına vardığında elindeki küçük buketi İbrahim'in yanına
bıraktı ve;
-Tekrar geçmiş
olsun diye mırıldandı.
İbrahim kazadan
dolayı üzgündü ama nedense bu adamı suçlayamıyordu. Onun yüzünden bu kaza
olmuştu ama onun da bu durumdan dolayı üzgün olduğunu hissediyordu. İbrahim ona
burukça gülümseyip;
-Sağ ol abi dedi.
-Nasılsın, ağrın
var mı?
-Yok iyiyim, Derin
hocam ve Zehra teyze sağ olsun iyi bakıyorlar bana dedi bakışlarını Derin’e
çevirip minnetle gözlerine bakarken.
-Bir şeye
ihtiyacınız… derken Derin araya girip keskin bir dille;
-Yok dedi.
Selim sıkıntılı bir
nefes verip;
-Tamam çok yanlış
bir şey yaptım ama isteyerek olmadı, izin verin telafi etmeye çalışayım dedi.
Derin ona hâlâ
kızgın olduğu için ayağa kalkıp kapıyı göstererek net bir şekilde;
-Hasta ziyaretinin
kısası makbuldür dedi.
Genç adam kafasını
"Tamam" anlamında sallayıp Derin’in açtığı sürgülü kapıdan çıkarken;
-Bazı şeylerin
önüne geçemeyiz ve o kaza bile isteye olmadı. Bana sanki bilerek İbrahim'e
çarpmışım gibi davranmaktan, terslemekten vazgeç. Sen ne dersen de ben hatamı
telafi etmeye çalışacağım dedi.
Derin karşısındaki
adamın gözlerine sinirle bakarken içten içe onun böyle yapmasını takdir
ediyordu. onu bırakmaması, ilgilenmesi, buraya kadar gelmiş olması gerçekten
üzüldüğünün göstergesiydi. Fakat yine de öfkesi, siniri geçmiyordu. Onu
gördüğünde İbrahim’in yaşadığı üzüntü, düştüğü umutsuzluk geliyordu aklına.
Abisi geliyordu…
-Bir daha
İbrahim'in karşısına çıkma, seni gördükçe daha çok üzülüyor.
Daha fazla bir ley
söylemedi Derin. İçinden geçenleri yok sayıp sadece yüzüne yansıyanı vurdu
karşısındaki genç adamın yüzüne. Hem haklı değil miydi sanki? İbrahim onu
gördükçe üzülüyor, canı yanıyordu.
Selim sinirli bir
nefesi dışarı bırakıp "İnatçı keçi" diye söylenirken hafif çiseleyen
yağmurdan dolayı kabanının yakalarını kaldırıp bahçeden hızlı adımlarla çıktı.
Yanlışının farkındaydı ama bu inatçı keçi izin vermiyordu ki düzeltmesine.
Sürekli onu tersliyor, konuşmasına fırsat dahi vermiyordu. Arabasına binip o
sokaktan uzaklaşırken buraya daha çok geleceğinin farkında değildi.
*
Nefes nefese kalmış
bir şekilde kapısı açık apartmandan önce Ahu’nun girmesin sağlayıp ardından
kendi içeri girdi ve kapıyı hızla kapattı. Çalışmayan sensörlü lambadan dolayı
kapanan kapı ile iyice karanlık olan apartmanın içerisinde bir süre sadece Ahu
ve Burak’ın nefes sesleri duyuldu.
-Yakalansaydık
şimdi Ahlak Şubedeydik.
Burak’ın sinirle
karışık söylediği şeyle Ahu kafasını öne eğdi.
-Özür dilerim, sana
gitmeni söylemiştim.
Burak sinirle ona
dönüp;
-Ya sen neden
anlamak istemiyorsun. Sorun ben değilim, ki ben yakalansam da emin ol bir şey
olmazdı. Toplum olarak erkektir yapar mantığıyla ilerlediği için her şey ben
bir şekilde kendimi temize çıkarırdım, olmadı babamın nüfuzunu kullanırdım.
Sorun senin öyle bir yerde ne yaptığın, neden kaldığın! Dedi.
Ahu daha fazla
kendini tutamazken onun gibi sinirle;
-Çünkü kalacak
yerim yoktu, param oraya yetti! Bilmiyordum oranın öyle bir yer olduğunu. Ben
de yeni fark etmiştim ve çıkacaktım sen geldin zaten. Emin ol ben de bayılarak
kalmıyordum orada! Dedi.
Burak gözlerini
kapayıp sesli bir nefesi dışarı bıraktıktan sonra elini genç kızın omzuna
bırakıp;
-Hadi çıkalım
şuradan, sonrasını düşünürüz dedi.
Polisin kapıda
olduğunu duyan Ahu ve Burak ilk an şaşkınlıkla birbirlerine baksalar da
sonrasında Burak pencereye koşmuş yerden çok yüksek olmayan, aşağısı moloz
yığınıyla dolu yere baktıktan sonra bir eliyle Ahu’nun elini kavrayıp diğer
eline genç kızın az önce hazırladığı çantasını alıp sessizce pencereden
atlayacaklarını söylemişti. Ahu, Burak’ın dediğine uymaktan başka bir yol
olmadığını bildiği için hızla onunla pencereden atlamıştı ve sonrasında da
hızla kaçıp oradan uzaklaşmayı başarmışlardı.
Beyoğlu'nun arka
sokaklarından kurtulup İstiklal Caddesine geldiklerinde bir süre sessizce
yürüdüler. Sessizliği bozan ise Ahu oldu.
-Bu şehir beni hep
korkutacak... Galiba korkmakta haklıyım fazla kalabalık ve ben kendimi burada
çok güçsüz hissediyorum.
Burak ona kısa bir
bakış attıktan sonra durup Ahu’nun da durmasını sağladıktan sonra arkasında
kalan kafeyi işaret edip;
-Gel şurada
oturalım biraz dedi.
Ahu kafasını tamam
anlamında salladıktan sonra Burak’la birlikte kafeye girdiler. Boş bir masaya
oturduktan sonra Ahu’nun konuşmayacağını anlayıp ısrarcı olmamak için ortaya
yiyecek bir şeyler söyledi. Siparişi verdikten sonra Ahu’nun ondan gözlerini
kaçırıp konuşmamasına daha fazla dayanamayan Burak konuşmaya başladı.
-Artık ne olduğunu
anlatacak mısın?
Ahu ona her şeyi
anlatıp anlatmamak konusunda kararsız kaldı kısa bir an. Hayatı yeterince
karışıktı ve yarın onu neyin beklediği konusunda korkusu ve kaygısı hiçbir
zaman bitmiyordu. Abisi ya da babası bir gün olur da karşısına çıkarlarsa onu
öldüreceklerdi, bunu göz ardı etmeye çalışsa da farkındaydı. Aklının hep bir
köşesindeydi bu ihtimal vardı ve kendini hiç unutturmuyordu. Burak’a bunları
anlatsa belki onun da başını belaya sokacaktı ve bu onun isteyebileceği son
şeydi. Onu terslese de ne kadar iyi biri olduğunun farkındaydı. Onun yardımcı
olmaya çalıştığının farkındaydı ama buna izin vermemeliydi. Ona kendisi
yüzünden bir zarar gelsin istemezdi. Henüz yeni tanışmışlardı belki ama onu her
görüşünde hızlanan kalp atışlarını göz ardı edemiyordu genç kız. Belki de onun
bu ilgisi hoşuna gidiyordu bilmiyordu, ilk kez deneyimliyordu bu duyguyu.
Burak’a anlatacak bir şeyin olmadığını söyleyip geçiştirmeye çalışsa da genç
adam buna inanmamış ona anlatması konusunda ısrarcı olmuştu.
-Babam okumamı
istemedi, zaten liseyi de bir hocam sayesinde bitirdim. Sınava gizli girmiştim.
Kazanınca pek mutlu olmadı ailem ve beni evlendirmeye kalktı. Ben de kaçıp
İstanbul'a geldim. Peşimden abim gelmiş ama henüz beni bulamadı. Belki de
bulmuştur da öldürmek için fırsat kolluyordur... Tek bildiğim bir gün o fırsat
eline geçecek ve beni öldürecek. Şimdilik kaçarak yaşıyorum, yaşamaya
çalışıyorum. Ne kadar daha yaşarım bilmiyorum. Benim hayatımı mahvetmeye
çalışmaları yetmemiş şimdi de 12 yaşındaki kardeşimi evlendirmek istiyormuş
babam. Benim babam neden bu kadar kötü bir adam... Çocukken de hiç sevmezdi
bizi ama babalar öyle olur sanırdım ben. Sonra büyüdükçe evladını seven babalar
gördüm. Yalnızca abimi seviyor galiba… Yani o erkek sonuçta dedi.
Burak karşısında
oturan başı öne eğilmiş genç kıza baktı bir süre. Onun böyle üzgün olmasına
dayanamıyordu. Ne kötü şeyler yaşamıştı. Çekinerek de olsa kalkıp yanındaki
sandalyeye oturup onun kendisine bakmasını sağladı.
-Bak ben
yanındayım, yalnız değilsin sen. Hem kardeşini de evlendiremezler, küçücük
çocuk. Ülkede kanun var, çocuk hakları denen bir şey var.
Ahu sinirle
gülerken kafasını iki yana sallayıp;
-Ben hep yalnızdım,
sen benim yanımda olma. Uzak dur benden lütfen. Ayrıca o çocuk haklarını falan
dinlemiyorlar. Bu ülkede günde kaç çocuk zorla evlendiriliyor, tacize uğruyor
biliyor musun sen? Kaç kadın kocasının eziyetlerine dayanamadığı için canına
kıyıyor. Meşrulaştırılmaya çalışılan, göz yumulan neler var biliyor musun? Sen
eğer öğrenirsen benim hakkımı savunuyorsun, bana kendi hakkımı savunma fırsatı
vermedikleri için sen savunuyorsun. Bir de bunun öğrenilmeyen, gizli gizli yapılanları
var. Göz yumulanları, bir kereden bir şey olmaz denilenleri... Keşke kolay olsa
Burak... Sen bana "Ben senin yanındayım" deyince hiçbir şey
düzelmiyor. Aksine ben senin hayatını da mahvediyorum. Ben kendi kendime
mücadele etmeye alıştım en fazla namus cinayeti deyip üçüncü sayfalara haber
olurum. Kurtarabilirsem kardeşimi kurtarırım işte o da benim için kârdır dedi.
Burak başını hızla
iki yana sallayıp;
-O zaman bu
yapılana göz yummak yerine dur demeye çalışırız. Sen ne dersen de seni yalnız
bırakmayacağım ben Ahu, senin üzülmeni istemiyorum. Bak ben sadece sana destek
olmak istiyorum, izin ver yardımcı olayım sana yardım edeyim dedi.
Ahu ne kadar belli
etmek istemese de Burak’ın onu böyle sahiplenip korumaya çalışması hoşuna
gitmişti. İlk defa böyle hissediyordu, böyle korunmak, yalnız olmadığını
hissettirmek ona uzak hislerdi. Ahu onun söylediklerine başını eğerek cevap
verdi. Hem onu kırmak istemiyor hem de abisinin ona da zarar vermesinden
korkuyordu. Bu çok kötü bir histi, bu ikilem onu çok zorluyordu. Kalbi yanında
kalmasını isterken aklı onu kendinden uzak tut diyordu. Ne kadar istemese de
kalbini dinleyecekti, çünkü ona söz geçiremiyordu. Burak’ı ilk gördüğü günden
beri ilginç bir şekilde ona doğru çekiliyordu.
Siparişlerinin
gelmesiyle hiçbir şey söylemeden sessizce yemeklerini yediler ve süre daha
oturduktan sonra oradan kalkıp yeniden yürümeye başladılar. Taksim meydana
geldiklerinde Burak ona dönüp;
-Seni bir
arkadaşıma götüreceğim, onunla kalabilirsin dedi.
Ahu hemen itiraz
ederek;
-Gerek yok ben
kalacak yer bulurum dedi.
-Hâlâ inat
ediyorsun ya pes vallahi pes! Boşuna karşı çıkma Ahu, kalacak bir yerin yok.
Zaten bulduğun yer neresiydi gördün.
Burak’ın kızgın ses
tonuyla söylediklerinden sonra Ahu daha fazla direnemeyip;
-Tamam gidelim dedi.
Genç adam onun bu
kadar çabuk kabul etmesine bir an şaşırsa da sonrasında gülerek;
-Heh şöyle yahu
diye karşılık verdi.
Ahu, Burak’ın gülen
yüzüne tebessümle bakarken onları izleyen bir çift gözün farkında değillerdi.

Yorumlar
Yorum Gönder