İkiz Nehirler-3

                                          


Genç kadın elleri ve ayakları bağlı bir şekilde oturduğu sandalyede ağlamaklı sesiyle bağırarak;
-Bırakın beni, kızım nerde?! Umay'a ne yaptınız?! Diye sordu.
İçeri giren adam Zeynep'in başında duran kişiye "Sen çıkabilirsin" dedikten sonra onun karşısına oturdu. Zeynep karşısına oturan adama öfkeyle bakarken;
-Ne istiyorsun bizden, n'aptın kızıma? Diye sordu.
Genç adam oturduğu sandalyede ağzındaki sakızı çiğnerken iyice yayılıp;
-Kızın ve halan iyi dedi ve konuşmaya devam etti;
-Ama şimdilik iyiler.
Zeynep daha fazla kendini tutamayıp hıçkırarak ağlamaya başlarken;
-Biz sana ne yaptık ne istiyorsun bizden? Bak bana istediğini yap ama onlara zarar verme dedi.
Genç adam kafasını iki yana sallayıp öfkeden kararan gözleriyle;
-Sen benim hayatımı, kardeşimi çaldın benden. Gözünün önünde kızının ve halanın ölümünü göreceksin birazdan. Sen nasıl insanları zehirlediysen öyle ölecekler, hem de gözlerinin önünde dedi.
Zeynep'in ağlaması daha da şiddetlenirken;
-Dur ne olursun yapma, yemin ederim ben kimseye bir şey yapmadım. Bana istediğini yap onları bırak lütfen dedi.
Kerem bir süre kıstığı gözlerle karşısındaki genç kadını izledi. Nasıl da masum görünüyordu, sanki katil değildi. Sanki kardeşini o batağa kendi sürüklememişti. Ona iğrenerek bakarken;
-Sıra sana da gelecek merak etme, önce gözünün önünde onlar ölecek sonra da sen ölmek için yalvaracaksın ama ben istemedikçe ölmeyip sürüneceksin dedi.
Zeynep aslında bu adamın öfkesinin sebebini anlamıştı ama ona ne kadar anlatmaya çalışsa da anlamayacaktı biliyordu. Duvara yansıyan iki ayrı görüntüde Umay ve halasını gördü Zeynep. Küçük kız her şeyden habersiz karşısında oturan genç kadın ile oynarken onun hemen arkasında elinde şırınga ile bir adam duruyordu. Zeynep adamı görünce korkuyla ellerini ağzına kapattı. Umay onu görmüyordu ama Zeynep adamı görüyor Umay’ın başına gelebilecekleri tahmin edebiliyordu. Küçük kız her şeyden habersiz oyun oynamaya devam ederken ikinci ekranda Sema’nın görüntüsü belirdi. Sema, Umay kadar sakin değildi ve olanların ya da olabileceklerin farkındaydı. Sema önünde açılan ekranda elleri bağlı Zeynep’i gördüğünde endişesi daha da arttı. Titreyen çenesi ve zor tuttuğu gözyaşlarıyla yeğenine baktı uzun uzun. İçinden isyan etti “Bu denli kadersizliği, bu kadar kederi hak etti mi?” dedi. Zeynep bir şeyler söylemek için dudaklarını araladı ancak konuşamadı. Ne demesi gerektiğini bilemiyordu, nasıl teselli edebilir ya da sakinleştirebilirdi ki onu? Kendi sakin kalamazken, onlar için endişe duyarken ona “Korkma” demek çok saçma olacaktı. Belki de artık yolun sonuna geldim diye düşündü genç kadın, yapmadığı şeylerin, işlemediği günahların bedelini fazlasıyla ödetmişti bu hayat ona ve bu devam edecekti belli bir şeydi. Belki de burada sonlanacaktı artık, kurtulacaktı bu yükten. Tek endişesi halası ve Umay’dı. Onların bunu yaşaması onun canını çok yakıyordu. Neyse ki Umay olanların farkında değildi ve oynamaya devam ediyordu. Genç kadın halasına bakışlarıyla minnetini, sevgisini anlatırken karşısındaki gözünü öfke bürümüş adam da onu izliyordu. İçinde bir savaş vardı ve onu artık çok yoruyordu. Bu savaşta kazanan olacak mıydı gerçekten bilemiyordu ama bunu yapmak zorunda gibi hissediyordu. Acısı artık içine sığmıyor, kalbine her gün daha büyük bir yük oluyordu kardeşinin yokluğu. Farkındaydı bu kadar kötülüğü yapamazdı ona, onun kadar kötü olamazdı. O küçücük çocuğu, onun olsa da, ve halasına böyle bir sonu reva göremezdi. Onun amacı gözünü korkutmak onun nasıl acı çektiğini görmekti. Bu kadını tanımadan önce aslında hep aklında sevgi, şefkat nedir bilmeyen biri canlanmıştı hayalinde ve bunları ona yapmak gayet kolay olmuştu ama bu kadın öyle değildi. Sevgiyle bakıyordu gözleri, acıyı biliyordu. Acı çekmenin ne demek olduğunu en iyi kendisi bilir sanıyordu ama bu kadın da biliyordu. Bu düşüncelerden sıyrılması gerekiyordu hemen, neler düşünüyordu böyle. Karşısındaki bir katildi, üstelik kardeşinin katili.
-İğneleri yapın.
Zeynep’in kulaklarına dolan buz gibi ses içinin ürpermesine neden olurken bakışlarına hızla karşısındaki adama çevirdi;
-Lütfen yapma, yalvarıyorum sana.
Adam buz gibi bakışlarıyla iğrenerek Zeynep'e bakarken;
-Sen daha çok yalvaracaksın dedi.
Zeynep çaresizce Umay’ın arkasında şırıngayı hazırlayan adama bakarken son anda kapıdan koşarak giren kişi tüm dikkatlerin bir anda dağılmasına neden oldu.
*
Burçin aynanın karşısında kendine bakarken mor renk elbisesinin eteklerini düzeltti. Ön ve arka kısmı V kesim sade elbisesine son kez bakıp çantasını da aldıktan sonra odadan çıktı. Babaannesi elinde ördüğü ağasar çorabından kafasını kaldırıp gözlüklerinin üzerinden bakarak;
-Dikkatli ol, erken gel uşağam beklerim ben seni dedi.
Burçin, babaannesinin yanağına bir öpücük bırakıp;
-Tamam merak etme, uyu ama sen bekleme beni deyip hızla evden çıktı.
Apartmandan çıktığında arabasının önünde bekleyen genç adamı gördü. Mert ona gülümseyerek bakarken O da ufak bir tebessümle baktı. Ufak bir selamlaşmanın ardından arabaya binip davetin olacağı mekana gitmek için yola çıktılar.
-Nasıl oldu karnın?
Burçin, Mert'in sorusuyla kafasını ona çevirip;
-İyi, geçti sayılır. Babaannem bir merhem yapıyor o çok iyi geliyor yanıklara dedi.
Mert çattığı kaşlarıyla;
-Ne merhemi? Her şey sürülmez ama dedi.
Burçin bakışlarını yan taraftaki camdan ayırmadan;
-Merak etme babaannem öyle her şeyi sürdürmez zaten, çocukluklarından beri yapılan ilaç. Ona da babası öğretmiş, babasının eczacılık, doktorluk yapan bir arkadaşı varmış eskiden ondan öğrenmiş birçok ilacı dedi.
Mert anladım der gibi başını aşağı yukarı salladıktan sonra mekana gidene kadar ikisi de konuşmadılar. Mekanın önüne geldiklerinde arabadan inip kapıdaki görevlinin yönlendirmesiyle içeri girdiler. Fazlasıyla gürültülü bölüme giriş yaptıklarında boş bir yer bulup oraya geçtiler. Bir süre şirketten, işlerden konuştuktan sonra Mert yanlarına gelen birkaç arkadaşıyla Burçin'i tanıştırdı. Burçin, Mert'in ona olan ilgisinin farkındaydı ve nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu. Mert iyi biriydi ama onu arkadaş olarak seviyordu sadece. Bu akşam buraya gelmekle yanlış bir adım mı attım acaba diye düşünmeden edemedi. Önündeki çerez tabağını tırtıklayıp bir yandan da düşünürken Mert'in konuşmaya başlamasıyla bakışlarını ona çevirdi.
-Dans edelim mi?
Burçin bir an tereddüt etse de Mert'in uzattığı eli tutup dans etmeyi kabul etti. Mert, Burçin'in belinin iki yanına ellerini yerleştirirken Burçin'de ellerini Mert'in omuzlarına koydu. Bakışlarını ondan kaçırıp omzunun üzerinden etrafa bakmaya başlarken Mert de onun dalgalı siyah saçlarından yayılan kokuyu daha çok duyabilmek için ona bira daha yaklaştı. Burçin aralarındaki mesafeyi koruyabilmek için kendini biraz geri çekerken genç adam ondan biraz ayrılıp kaçırdığı gözlerine bakarak;
-Burçin benim sana söylemem gereken bir şey var dedi.
Burçin onun ne söyleyeceğini içten içe tahmin ettiği için nasıl davranması gerektiğini kestiremedi. Mert arkadaş olarak gerçekten çok iyiydi, çok iyi anlaşıyorlardı ama asla onun hissettiği şekilde değildi bu duygular. Aslında kalbini kırmak istemiyordu, çünkü Burçin'in öyle çok fazla arkadaşı yoktu, herkesle iyi anlaşırdı konuşurdu neşeli görünürdü ama onu tam olarak bilen fazla insan yoktu. Kimseyi kırmak, onda kendi ile ilgili kötü anılar bırakmak istemezdi. Ailesini kaybettiğinde daha beş yaşındaydı. Tek hatırladığı iki tane tabut etrafında ağlayan insanlardı. Annesinin karnının bir hayli büyüdüğünü hatırlıyordu hayal meyal. Zaten annesinin kucağında da küçük kardeşi varmış, öyle duymuştu etrafından. "Vah yavru anacığının kucağında gömüldü, bir küçücük sabi de ardında öksüz yetim kaldı." Sonrasında da hiç unutmadı o anı zaten. Yıllar geçtikçe o görüntü hiç silinmedi ama bütün güzel anılar tek tek silinmeye başladı. Ailesi bir anda yok olduğu için hep korkuyla yaşadı. O gün o arabadan sağ çıktığı için ne kadar isyan etse de bir şey değişmedi, ne o ailesine kavuştu ne de ölenler geri geldi. Bir babaannesi kalmıştı ailesinden. O da olmasa ne yapardı bilmiyordu. Onun bu hayattaki tutunabildiği dal, kimsesiz olmadığının bir nişanesiydi yaşlı kadın.
İlişkileri konusunda da pek başarılı olamamıştı. Üniversitede Furkan adında bir çocukla çıkmışlardı bir süre ama neden bilmez bazı şeyleri yürütememişlerdi. Furkan’a aşık değildi belki ama onun için hep değerli olmuştu. Zaten kötü de ayrılmamışlardı, O şimdi Amerika'daydı. Hâlâ arada görüşüyorlardı. Furkan'dan sonra öyle pek de bir ilişkisi olmamıştı, neden bilmez hayatına bir insanı dahil etmek ona kendini açmak çok zor geliyordu ona. Ona göre kendi istediği gibi birini bulmak imkansızdı, o kitaplardaki mükemmel aşk sadece hayal ürünüydü. Mert ile şirket sınırları içerisinde, yemekhanede birçok kez konuşma fırsatları olmuştu. Şirketteki en yakın arkadaşı Ece sürekli Mert'in kendisine karşı boş olmadığını söylese de O hep inkar etmiş, saçmalamamasını söylemişti. Fakat şu an onun aslında haklı olduğunu net bir biçimde anlamıştı Burçin.
Gözlerini yavaşça onun gözlerine dikip cılız çıkan sesiyle;
-Ne söyleyeceksin? Diye sordu.
Mert derin bir nefes alıp tüm cesaretini toplarken daha fazla içindeki hisleri tutamayıp;
-Ben senden hoşlanıyorum yani nasıl anlatmam gerektiğini bilmiyorum. Senin bendeki yerin çok farklı ve ben bana bir fırsat vermeni bendeki yerini sana anlatabilmeyi istiyorum. Bana bu fırsatı verir misin? Dedi.
Burçin zorla yutkunup derin bir nefes aldıktan sonra onun siyah saçları ve zeytin karası gözlerini inceledi hızlıca. Ona bir şeyler söyleyebilmek için ağzını açıp kapadı birkaç kez ama başaramadı. Ne söylemesi gerektiğini bilemiyordu. Onu üzmek istemiyordu. Sıkıntılı bir nefes verip başını öne eğdi öylece kaldı bir süre. Ne yapması gerektiği elini nereye koyması gerektiğini bilmeden öylece kalakalmışken Mert ona burukça gülümseyip;
-Ben cevabımı aldım aslında ama yine de düşün, eğer bir şansım olursa çok mutlu olurum. Ama olmazsa da sana, duygularına saygı duyarım. İstediğim tek şey o şansı vermesen de arkadaşlığımız bitmesin, ben arkadaşımı kaybetmek istemem dedi.
Burçin ona burukça gülümserken;
-Sen gerçekten çok iyi bir insan ve arkadaşsın dedi.
*
Derinlerin evi müstakil ve bahçeli olduğu için babası her zaman oturabilmek adına küçük bir kış bahçesi yapmıştı. İbrahim ve Derin şimdi oturmuş konuşurlarken bir yandan da çay içip Zehra’nın yaptığı kekten yiyorlardı.
-Son şansımı da kaybettim.
İbrahim'in üzgün gözlerle önündeki keki çatalla didiklerken Derin onun omzuna elini koyup;
-Canım benim yapma ama böyle bak ayağın iyileşsin tekrar şansımızı deneriz dedi.
-Hocam bu dediğinize siz inanıyor musunuz? Geçen yıl babam yüzünden şansımı kaybettim, bu yıl da bu kaza. Bence bana şansını zorlama senden basketçi olmaz mesajı gönderiyor dedi sonunda yüzünü buruşturarak.
İbrahim geçen yıl seçmelere katıldığında babası onların maçının olduğu okulu basmış, rezillik çıkarmıştı ve İbrahim'i zor durumda bırakmıştı. Bu da seçmelerde elenmesine neden olmuştu. Bu yıl her şey yolunda gidecek, bu sefer olacak diye düşünürken bu kaza yaşanmıştı. Derin bu duruma çözüm bulmaya çalışmış ama yakın zamanda bir seçme olmadığı ya da kişiye özel bir seçme işlemi yapılamayacağı için çaldığı her kapıdan olumsuz yanıt almıştı. Büyük kulüplere gitmek, dert anlatmaya çalışmak imkansızdı zaten. Kendisinin ya da babasının tüm bağlantılarını kullanmayı denemiş ama hiçbir sonuç alamamıştı. En azından İbrahim’in ayağı düzelince bir fırsatı olsaydı bu kadar umutsuz da olmazdı ama yoktu bulamıyordu.
Sürgülü cam kapı tıklatılınca genç kadın düşüncelerinden sıyrılıp bakışlarını o yöne çevirdi ve iki gün önce hastanede gördüğü adam ile bakışları buluşunca onu gördüğüne memnun olmadığını belli eden bir ifade yerleşti anında yüzüne. Yavaşça yerinden kalkıp sürgülü kapının kulpunu çevirip açtığında ona mahcup bir halde bakan kahverengi gözlerle karşılaştı ela gözleri.
-İçeri gelebilir miyim?
Derin hiçbir şey söylemeden kenara çekilip elini onun içeri geçmesi için uzattı. Selim küçük adımlarla İbrahim'in yanına vardığında elindeki küçük buketi İbrahim'in yanına bıraktı ve;
-Tekrar geçmiş olsun diye mırıldandı.
İbrahim kazadan dolayı üzgündü ama nedense bu adamı suçlayamıyordu. Onun yüzünden bu kaza olmuştu ama onun da bu durumdan dolayı üzgün olduğunu hissediyordu. İbrahim ona burukça gülümseyip;
-Sağ ol abi dedi.
-Nasılsın, ağrın var mı?
-Yok iyiyim, Derin hocam ve Zehra teyze sağ olsun iyi bakıyorlar bana dedi bakışlarını Derin’e çevirip minnetle gözlerine bakarken.
-Bir şeye ihtiyacınız… derken Derin araya girip keskin bir dille;
-Yok dedi.
Selim sıkıntılı bir nefes verip;
-Tamam çok yanlış bir şey yaptım ama isteyerek olmadı, izin verin telafi etmeye çalışayım dedi.
Derin ona hâlâ kızgın olduğu için ayağa kalkıp kapıyı göstererek net bir şekilde;
-Hasta ziyaretinin kısası makbuldür dedi.
Genç adam kafasını "Tamam" anlamında sallayıp Derin’in açtığı sürgülü kapıdan çıkarken;
-Bazı şeylerin önüne geçemeyiz ve o kaza bile isteye olmadı. Bana sanki bilerek İbrahim'e çarpmışım gibi davranmaktan, terslemekten vazgeç. Sen ne dersen de ben hatamı telafi etmeye çalışacağım dedi.
Derin karşısındaki adamın gözlerine sinirle bakarken içten içe onun böyle yapmasını takdir ediyordu. onu bırakmaması, ilgilenmesi, buraya kadar gelmiş olması gerçekten üzüldüğünün göstergesiydi. Fakat yine de öfkesi, siniri geçmiyordu. Onu gördüğünde İbrahim’in yaşadığı üzüntü, düştüğü umutsuzluk geliyordu aklına. Abisi geliyordu…
-Bir daha İbrahim'in karşısına çıkma, seni gördükçe daha çok üzülüyor.
Daha fazla bir ley söylemedi Derin. İçinden geçenleri yok sayıp sadece yüzüne yansıyanı vurdu karşısındaki genç adamın yüzüne. Hem haklı değil miydi sanki? İbrahim onu gördükçe üzülüyor, canı yanıyordu.
Selim sinirli bir nefesi dışarı bırakıp "İnatçı keçi" diye söylenirken hafif çiseleyen yağmurdan dolayı kabanının yakalarını kaldırıp bahçeden hızlı adımlarla çıktı. Yanlışının farkındaydı ama bu inatçı keçi izin vermiyordu ki düzeltmesine. Sürekli onu tersliyor, konuşmasına fırsat dahi vermiyordu. Arabasına binip o sokaktan uzaklaşırken buraya daha çok geleceğinin farkında değildi.
*
Nefes nefese kalmış bir şekilde kapısı açık apartmandan önce Ahu’nun girmesin sağlayıp ardından kendi içeri girdi ve kapıyı hızla kapattı. Çalışmayan sensörlü lambadan dolayı kapanan kapı ile iyice karanlık olan apartmanın içerisinde bir süre sadece Ahu ve Burak’ın nefes sesleri duyuldu.
-Yakalansaydık şimdi Ahlak Şubedeydik.
Burak’ın sinirle karışık söylediği şeyle Ahu kafasını öne eğdi.
-Özür dilerim, sana gitmeni söylemiştim.
Burak sinirle ona dönüp;
-Ya sen neden anlamak istemiyorsun. Sorun ben değilim, ki ben yakalansam da emin ol bir şey olmazdı. Toplum olarak erkektir yapar mantığıyla ilerlediği için her şey ben bir şekilde kendimi temize çıkarırdım, olmadı babamın nüfuzunu kullanırdım. Sorun senin öyle bir yerde ne yaptığın, neden kaldığın! Dedi.
Ahu daha fazla kendini tutamazken onun gibi sinirle;
-Çünkü kalacak yerim yoktu, param oraya yetti! Bilmiyordum oranın öyle bir yer olduğunu. Ben de yeni fark etmiştim ve çıkacaktım sen geldin zaten. Emin ol ben de bayılarak kalmıyordum orada! Dedi.
Burak gözlerini kapayıp sesli bir nefesi dışarı bıraktıktan sonra elini genç kızın omzuna bırakıp;
-Hadi çıkalım şuradan, sonrasını düşünürüz dedi.
Polisin kapıda olduğunu duyan Ahu ve Burak ilk an şaşkınlıkla birbirlerine baksalar da sonrasında Burak pencereye koşmuş yerden çok yüksek olmayan, aşağısı moloz yığınıyla dolu yere baktıktan sonra bir eliyle Ahu’nun elini kavrayıp diğer eline genç kızın az önce hazırladığı çantasını alıp sessizce pencereden atlayacaklarını söylemişti. Ahu, Burak’ın dediğine uymaktan başka bir yol olmadığını bildiği için hızla onunla pencereden atlamıştı ve sonrasında da hızla kaçıp oradan uzaklaşmayı başarmışlardı.
Beyoğlu'nun arka sokaklarından kurtulup İstiklal Caddesine geldiklerinde bir süre sessizce yürüdüler. Sessizliği bozan ise Ahu oldu.
-Bu şehir beni hep korkutacak... Galiba korkmakta haklıyım fazla kalabalık ve ben kendimi burada çok güçsüz hissediyorum.
Burak ona kısa bir bakış attıktan sonra durup Ahu’nun da durmasını sağladıktan sonra arkasında kalan kafeyi işaret edip;
-Gel şurada oturalım biraz dedi.
Ahu kafasını tamam anlamında salladıktan sonra Burak’la birlikte kafeye girdiler. Boş bir masaya oturduktan sonra Ahu’nun konuşmayacağını anlayıp ısrarcı olmamak için ortaya yiyecek bir şeyler söyledi. Siparişi verdikten sonra Ahu’nun ondan gözlerini kaçırıp konuşmamasına daha fazla dayanamayan Burak konuşmaya başladı.
-Artık ne olduğunu anlatacak mısın?
Ahu ona her şeyi anlatıp anlatmamak konusunda kararsız kaldı kısa bir an. Hayatı yeterince karışıktı ve yarın onu neyin beklediği konusunda korkusu ve kaygısı hiçbir zaman bitmiyordu. Abisi ya da babası bir gün olur da karşısına çıkarlarsa onu öldüreceklerdi, bunu göz ardı etmeye çalışsa da farkındaydı. Aklının hep bir köşesindeydi bu ihtimal vardı ve kendini hiç unutturmuyordu. Burak’a bunları anlatsa belki onun da başını belaya sokacaktı ve bu onun isteyebileceği son şeydi. Onu terslese de ne kadar iyi biri olduğunun farkındaydı. Onun yardımcı olmaya çalıştığının farkındaydı ama buna izin vermemeliydi. Ona kendisi yüzünden bir zarar gelsin istemezdi. Henüz yeni tanışmışlardı belki ama onu her görüşünde hızlanan kalp atışlarını göz ardı edemiyordu genç kız. Belki de onun bu ilgisi hoşuna gidiyordu bilmiyordu, ilk kez deneyimliyordu bu duyguyu. Burak’a anlatacak bir şeyin olmadığını söyleyip geçiştirmeye çalışsa da genç adam buna inanmamış ona anlatması konusunda ısrarcı olmuştu.
-Babam okumamı istemedi, zaten liseyi de bir hocam sayesinde bitirdim. Sınava gizli girmiştim. Kazanınca pek mutlu olmadı ailem ve beni evlendirmeye kalktı. Ben de kaçıp İstanbul'a geldim. Peşimden abim gelmiş ama henüz beni bulamadı. Belki de bulmuştur da öldürmek için fırsat kolluyordur... Tek bildiğim bir gün o fırsat eline geçecek ve beni öldürecek. Şimdilik kaçarak yaşıyorum, yaşamaya çalışıyorum. Ne kadar daha yaşarım bilmiyorum. Benim hayatımı mahvetmeye çalışmaları yetmemiş şimdi de 12 yaşındaki kardeşimi evlendirmek istiyormuş babam. Benim babam neden bu kadar kötü bir adam... Çocukken de hiç sevmezdi bizi ama babalar öyle olur sanırdım ben. Sonra büyüdükçe evladını seven babalar gördüm. Yalnızca abimi seviyor galiba… Yani o erkek sonuçta dedi.
Burak karşısında oturan başı öne eğilmiş genç kıza baktı bir süre. Onun böyle üzgün olmasına dayanamıyordu. Ne kötü şeyler yaşamıştı. Çekinerek de olsa kalkıp yanındaki sandalyeye oturup onun kendisine bakmasını sağladı.
-Bak ben yanındayım, yalnız değilsin sen. Hem kardeşini de evlendiremezler, küçücük çocuk. Ülkede kanun var, çocuk hakları denen bir şey var.
Ahu sinirle gülerken kafasını iki yana sallayıp;
-Ben hep yalnızdım, sen benim yanımda olma. Uzak dur benden lütfen. Ayrıca o çocuk haklarını falan dinlemiyorlar. Bu ülkede günde kaç çocuk zorla evlendiriliyor, tacize uğruyor biliyor musun sen? Kaç kadın kocasının eziyetlerine dayanamadığı için canına kıyıyor. Meşrulaştırılmaya çalışılan, göz yumulan neler var biliyor musun? Sen eğer öğrenirsen benim hakkımı savunuyorsun, bana kendi hakkımı savunma fırsatı vermedikleri için sen savunuyorsun. Bir de bunun öğrenilmeyen, gizli gizli yapılanları var. Göz yumulanları, bir kereden bir şey olmaz denilenleri... Keşke kolay olsa Burak... Sen bana "Ben senin yanındayım" deyince hiçbir şey düzelmiyor. Aksine ben senin hayatını da mahvediyorum. Ben kendi kendime mücadele etmeye alıştım en fazla namus cinayeti deyip üçüncü sayfalara haber olurum. Kurtarabilirsem kardeşimi kurtarırım işte o da benim için kârdır dedi.
Burak başını hızla iki yana sallayıp;
-O zaman bu yapılana göz yummak yerine dur demeye çalışırız. Sen ne dersen de seni yalnız bırakmayacağım ben Ahu, senin üzülmeni istemiyorum. Bak ben sadece sana destek olmak istiyorum, izin ver yardımcı olayım sana yardım edeyim dedi.
Ahu ne kadar belli etmek istemese de Burak’ın onu böyle sahiplenip korumaya çalışması hoşuna gitmişti. İlk defa böyle hissediyordu, böyle korunmak, yalnız olmadığını hissettirmek ona uzak hislerdi. Ahu onun söylediklerine başını eğerek cevap verdi. Hem onu kırmak istemiyor hem de abisinin ona da zarar vermesinden korkuyordu. Bu çok kötü bir histi, bu ikilem onu çok zorluyordu. Kalbi yanında kalmasını isterken aklı onu kendinden uzak tut diyordu. Ne kadar istemese de kalbini dinleyecekti, çünkü ona söz geçiremiyordu. Burak’ı ilk gördüğü günden beri ilginç bir şekilde ona doğru çekiliyordu.
Siparişlerinin gelmesiyle hiçbir şey söylemeden sessizce yemeklerini yediler ve süre daha oturduktan sonra oradan kalkıp yeniden yürümeye başladılar. Taksim meydana geldiklerinde Burak ona dönüp;
-Seni bir arkadaşıma götüreceğim, onunla kalabilirsin dedi.
Ahu hemen itiraz ederek;
-Gerek yok ben kalacak yer bulurum dedi.
-Hâlâ inat ediyorsun ya pes vallahi pes! Boşuna karşı çıkma Ahu, kalacak bir yerin yok. Zaten bulduğun yer neresiydi gördün.
Burak’ın kızgın ses tonuyla söylediklerinden sonra Ahu daha fazla direnemeyip;
-Tamam gidelim dedi.
Genç adam onun bu kadar çabuk kabul etmesine bir an şaşırsa da sonrasında gülerek;
-Heh şöyle yahu diye karşılık verdi.
Ahu, Burak’ın gülen yüzüne tebessümle bakarken onları izleyen bir çift gözün farkında değillerdi.

Yorumlar